I. Dünya Savaşı'nda kaybeden devletler büyük kayıplar yaşasa da hızlı bir gelişme sürecine girdi. Dünyada yükselen faşizmin önderliğinde diktatörlükler ülkelerini ele geçirip savaşı körükledi. Almanya, İtalya, İspanya ve Japonya gibi ülkeler birleşerek tüm dünyanın görebileceği en büyük savaşa imza attı. Almanlar'ın birlik çağrısını büyük zevkle kabul eden Japonlar, ilk olarak Mançurya'ya saldırarak Çin'de 10.000 insanın ölmesini sağladı.
Uzak doğuda savaşa tutuşan Japonya gibi Almanlar da Avrupa'ya saldırıyordu. Müttefikler birlik olmadan bu iki ülke kıtalarında savaş rüzgarları estiriyordu. Tam bu sıralarda her ne kadar I.Dünya Savaşı'nda sattığı silahlarla paraya para demeyen ve Avrupa'da ilk kez söz sahibi olarak kendini dünyaya tanıtan ABD tam olarak gücünü gösteremiyordu. Aslında mantık olarak size okyanuslar kadar uzakta olan ülkelerin savaşmasına katılmak biraz ütopik geliyordu...
Ancak Amerikan cephesinde bu durum böyle değildi. Dünya sahnesinde iyice yerini sağlamlaştırmak isteyen ABD savaşa katılmak için önce isteksiz davrandı. Ardından basından birçok kınama yaparak diktatörlüğe net bir şekilde karşı geldiğini belirtip savaşa katılma sinyalleri verdi.
Japonya Çin'in Maçurya bölgesine saldırdıktan sonra, bu zamana kadar sesini çıkarmayan ve başında ABD'nin olduğu Milletler Cemiyeti bir anda öfke kustu. Bu olayların ardından saldırı özellikle ABD'nin çıkarlarına ters düşünce ortalık iyice gerildi. Özellikle Adalar bakımından ABD'ye komşu olan Japonya'nın bu kadar güçlü olması silah pazarını elinde tutan ABD için 'Acaba bize de saldırırlar mı?' düşüncesi uyandırıyordu.
Ancak Japonya'nın küçücük bir ada devleti olması ve zaten o sıralar bir savaşın içinde olması ABD'ye saldırmak gibi bir niyetlerinin olmadığının göstergesiydi. Milletler Cemiyeti'nin bu kadarının ardından Japonya, İngiltere, Hollanda gibi ülkelerin de bulunduğu cemiyetten tepki olarak ayrılıp Nazi Almanya'sıyla yakınlaştı.
Tarihler 1940'ı gösterdiğinde savaş iyice tırmanmış dünyada ölümler artmıştı. Japonya Nazi Almanya'sı ve Mussolini'nin faşist İtalya'sı ile mihver devletleri oluşturmuştu. Ancak hala ABD bir türlü savaşa dahil olamamıştı.
Bir yandan II. Dünya Savaşı'nda çarpışan Japonlar diğer yandan ABD ile laf dalaşına giriyor desek yanlış olmaz. Japonlar'ı mihver devletlerin kucağına iten ABD, Çin'den geri çekilmesi için Japonlar'a uyarı çekiyor. Ancak hem statüsünü hem de pasifikte oluşacak ABD güçlerini istemeyen Japonlar bu kararı reddedince ABD Panama Kanalı'nı kapatıp ülkesinde Japonlar'a ambargo uyguluyor.
Gerginliklerin ardından Japon generaller ve imparatorluk ikinci konferansında savaş kararı alıyor. Nedense bu karar pekte gizlenmiyor ancak o yıllarda her yerde parmağı olan ABD bu duyuruyu görmemezlikten geliyor. Karar şu şekilde;
"İmparatorluğumuz nefsini koruma ve savunma amacıyla savaş hazırlıklarını tamamlayacaktır [ve] gerekirse ABD, Britanya ve Hollanda ile savaşma yoluna gitmeye kararlıdır. İmparatorluğumuz aynı zamanda ABD ve Britanya'ya karşı mümkün olan bütün diplomatik önlemleri alacak ve hedeflerimize bu yolla ulaşma gayreti gösterecektir. Ekim ayının ilk on günü içinde taleplerimizin karşılanması ortamının oluşmaması halinde ABD, Britanya ve Hollanda ile hemen savaş başlatma kararı alacağız"
Roosevelt, açıklamaları daha doğrusu Japonya'yı sallamıyor ve dikkatini Almanya'ya çeviriyordu. Japonlar'ın tehditkar duyurularını göz önüne alıp Pasifik'deki Japon donanma filosunu eleştirmekten başka bir şey yaptığı yoktu.
Japonlar ise çoktan planı kurmuştu. Aslında ilk hedef Britanya'ya bağlı adalardaki krallık filosunu bombalayıp ABD'yi henüz savaşa katılmadan savaş dışı bırakmaktı. Ancak her ne olduysa plan birden değişiverdi ve filodaki uçakları rotayı ABD kıyılarına çevirdi.
Japon cephesinde planlar çoktan hazırlanmıştı. 26 Kasım 1941'de 6 uçak gemisi Pasifik'de ilerlemeye başladı. Tabii bunlardan Amerikan ordusunun haberi yoktu... 6 Uçak gemisiyle birlikte toplamda 408 hava kuvveti bombardımanlar eşliğinde ABD filosunu vuracak, tüm donanmasını ve askeri filosunu yakıp yıkıp savaş dışında bırakacaktı.
Plan gayet açık ve net! Hazırlıksız yakala, içeri gir, yok et, geri kaç ve ortadan kaybol... Plan gerçekten bu şekildeydi.
Gelen ilk uçaklar ABD uçakları sanılsa da bombardıman başlayınca gemilerde keyif yapan askerler olara uyandı. Ama artık çok geçti. Japon uçakları bir anda gökyüzünü saldırmış acımasızca bombalıyordu.
Hiçbir şeyden haberi olmayan askerler, gemilerinin içlerinde ölürken sadece 90 dakikalık zaman diliminde Japonlar yaklaşık 2000 küsür ABD askerini suyun dibine göndermişti. Elbette ABD askerleri de karşılığını belirli bir zaman diliminden sonra verdi. Ancak ikinci dalga daha şiddetli gelince sadece 55 adet Japon uçağı düşürebildiler. Bunun karşılığında ise onlarca gemi ve yüzlerce ABD uçağı yok oldu.
Japonlar genel olarak bu baskını başarı olarak görüyordu. Ancak gelebilecek bir üçüncü dalgayla ABD'yi tamamen bitirebilir ve savaş dışında bırakabilirdi. Baskın alanındaki askerler bile üçüncü dalgayı beklerken Japon uçakları bir daha geri dönmemek üzere şaşırtıcı şekilde geri çekildi ve dönüşte Filipinlere saldırarak savaştaki en büyük hatalarından birini yaptılar...
Bitik bir donanma filosu ve aktif olan yüzlerce Japon uçağı Pearl Harbor'da içlere kadar gidebilir ölü sayısını 100.000'lere çıkarabilir ve ABD'yi bitirebilirdi. Ancak bunun yerine donanma filosunda birçok önemli teçhizata dokunulmamıştı bile. Bugün bu eksiklikler Pearl Harbor konusunda bazı soru işaretleri akıllara getiriyor.
Bu durumun ardından uyuyandevi uyandıran Japonlar Midway muharebesinde kaybederek savaşı da kaybetmeye başlamıştı. Pearl Harbor'la kendini II.Dünya Savaşı:'na sokmayı başaran ABD üzerine iyi propaganlarla askerlerini gaza getirip müttefiklere büyük destek oolarak savaşta önemli bir rol üstlendi. Tarihler 1945'i gösterdiğinde hala inatla savaşan Japonya'ya ABD'den iki adet atom bombasıyla cani bir cevap geldi.