İlber Ortaylı, Hilton İstanbul Convention & Exhibition Center'da gerçekleşen fuar kapsamında, "Anadolu ve Kültürel Miras" başlıklı bir konuşma yaptı.
Türkiye'nin yer altı ve yer üstü birçok zenginliğe sahip olduğunu belirten Ortaylı, "(Bunlar nasıl bir zenginliktir?) dediğimiz zaman, zengin bir adamın ahmak çocuğundan farkımız yok. Oturup sayamıyoruz bile. 'Yer üstü zenginliği' dediğimiz zaman, güzel bir envanterin bilinçli bir tanıtımının yapılması mümkün müdür? Yer altı zenginliği dediğimiz zaman, yine aynı şey. 'Faunası ve florası mutlaka iyidir.' diyoruz. 'Evet iyidir' ama sizin haberiniz yok." diye konuştu.
Ortaylı, Türkiye'nin iklimi dolayısıyla bitki örtüsü bakımından zengin bir ülke olduğuna dikkati çekerek, şöyle devam etti:
"Fakat bilinçsiz bir şekilde tahrip ediliyor. Mesela salep çiçeği çok önemlidir. 'Salep yapacağım.' diye toplanıyor ama bunun sonu yok. Dikkatli bir şekilde korunması, bakılması ve kontrol edilmesi gerekiyor. Ayrıca ecza firmaları da son derece gaddar. (İlaç yapacağım diye) buradan gelip örnek topluyorlar. 2. Dünya Savaşı'ndan beri bu moda oldu."
Türkiye'nin birçok bölgesinde yanlış biçimde taş ocaklarının kazıldığını söyleyen Ortaylı, "Bazı partilerin veya bazı vilayetlerin adamları taş ocakçı ve insafsızca kazıyorlar. Altında granit ocakları, üzerinde çam ormanları gidiyor. Bunlar çok yaygın." ifadelerini kullandı.
İlber Ortaylı, arkeoloji, mimarlık ve tarih gibi konularda ahlaki bir çizginin olması gerektiğine vurgu yaparak, "Ahlak metafizik bir şey değil, bir çizgidir. Etrafındaki insanlara bakar. Yani sizin mesleğinizde birtakım adamlar dalavere yapıyorsa, her şeyden evvel kabahatli sizsinizdir. Çünkü bu bir mekanizma işidir. Artık devletin elinin yetişmediği yerlerde özel gözetimciler var." dedi.
Konuşmasında Ayasofya'ya da değinen Ortaylı, "Ayasofya ne onundur, ne bunundur. Mimari olarak Hristiyan dünyası ile alakası yoktur, bir kilise olması ötesinde. Tamamıyla Pagan kozmopolit Büyük Roma'nın bir eseridir. Yapan mimarların kullandığı eserlerin hepsi İskenderiye Kitaplığı'ndandır ve bir daha da o kubbe yapılamamıştır 15. asra kadar. İşte bizim böyle bir dünyayı hiçbir şekilde küçümseme durumumuz yok. Burada (Türkiye'de) sayısız hazineler vardır ve Türkiye 19. asrın neoklasik yapıları açısından da önemli bir memlekettir." değerlendirmesinde bulundu.
Ortaylı, Türkiye'de inceleme alanlarının sonsuz olduğunu, fakat birçok yönden sıkıntı yaşadığını dile getirerek, şöyle devam etti:
"Birincisi kaçakçılık devam ediyor. Siz takip ettikçe zayıflayacak ama kaçakçılık hiçbir zaman dinmeyecek. Amerikalılar anlasalar da almasalar da eski eser topluyorlar. Bu bir gerçek. İkincisi bu memlekette kumarbazlık hiçbir toplumdan daha az değil. Her yerde olduğu kadar kumarbazız. Fakat bizimkiler namuslarıyla poker oynayıp, zar mar atmıyorlar, definecilik yapıyorlar. Aynen kumar gibi çok fazla aile faciaları yaşanıyor. Bunlar bizim düşmanlarımız. Üçüncüsü de müteahhit takımı. Onlar için hiçbir şey önemli değil. Çıkan eserin üzerine anında beton döküyorlar. Bütün bunlarla uğraşmak zorundayız."
Bugün birçok müzede uzman isimlerin yer almadığını söyleyen Ortaylı, "Herkes eski eser sevmez ama eski eserleri çok seven ve koruyan, bilen bir zümre yetiştirmek lazım. Bu ancak adını sosyal bilimler koydukları fen lisesi tipinde edebi okullar kurmakla olur." dedi.
Bu okullardan çıkanların hepsinin müzeci olmak zorunda olmadığını aktaran Ortaylı, fazla bir şey istemediklerini dile getirdi.
Ortaylı, her şehirde doğrudan doğruya kuvvetli bir arkeoloji otoritesi bulunması gerektiğini anlatarak, "Avrupa'da arkeoloji otoritesi var da bizim olmayacak mı ? Olacak. Bunların alımı için de mimarlar odasının, arkeologlar heyetinin temsilci olduğu fen liseleri gibi imtihanlar olması gerekir. Yoksa üniversitelerdeki bir iki arkeoloji bölümüyle bu işler olmaz. Sanat tarihi ile arkeoloji bölümlerinin de düzenlenmesi lazım." şeklinde konuştu.
AA