HABER

Irak referandumu sonrası Barzani krizi: 3 büyük risk

İçerik devam ediyor
İçerik devam ediyor

Irak referandumunun ardından Türkiye, ABD ve İran başta olmak üzere, bölgede yaşanan kaos sürecine eklenen 'Barzani krizi'ne yönelik, Hürriyet yazarı Sedat Ergin, 2 emekli büyükelçi Osman Korutürk ve Selim Karaosmanoğlu’nun bundan kısa bir süre önce Odatv için kaleme aldıkları “Türkiye Kürdistan referandumuna ilişkin nasıl bir yol izlemeli” başlıklı makaleleri üzerinden kritik analizlerde bulundu.

"Askeri seçenek Türkiye’yi batağa sokar" diyen Ergin, 'büyükelçilerin en çok rahatsızlık duydukları konular arasında Türkiye’deki “askeri seçenek” tartışması geliyor. Bu noktada Türkiye’deki karar vericilere “Her şeyden önce bilinmesi gereken, referanduma karşı Türkiye’nin uygulayacağı yaptırımlar içinde askeri seçenek diye bir seçeneğin mevcut olmadığıdır. Askeri seçenek sadece konuşulmaması değil, düşünülmemesi de gereken bir yöntemdir. Türkiye son yedi-sekiz yıldır karşılıksız tehditlerde bulunup bunların hiçbirinde tehdidini yerine getirememiş olmaktan yeterince itibar kaybına uğramıştır' uyarısını yönelttiğini yazdı.

"ÜLKEYİ BİR BATAĞIN İÇİNE SAPLAMAKTAN BAŞKA SONUÇ VEREMEZ"

"Türkiye’nin kendi ulusal çıkarlarını ilgilendiriyor olsa bile, aslında başka ülkelere ait olan siyasi sorunlara silahla müdahale etmeye kalkışması, komşu ülke topraklarına askeri güçle girmesi, özellikle böyle bir müdahalenin çıkış stratejisini oluşturmanın zorlukları ve askeri müdahalenin Türkiye içinde meydana getireceği sosyal çalkantılar da hesaba katılacak olursa, ülkeyi bir batağın içine saplamaktan başka sonuç veremez" diyen Ergin, "Korutürk ve Karaosmanoğlu’nun önerdikleri seçenek, Türkiye’nin diplomasinin imkânlarından yararlanması ve “yumuşak gücü”nü kullanmasıdır. Türkiye’nin Barzani’ye karşı yumuşak güç tanımına giren etkili ve güçlü barışçı ikna imkânları bulunduğuna dikkat çekiyorlar. Bu noktada Barzani’nin denize çıkışının olmaması, ekonomik açıdan Türkiye’ye ciddi anlamda ihtiyaç duyması, Türkiye’nin yumuşak gücünün etkisini arttıran bir faktör olarak kayda geçiriliyor her ikisi tarafından" ifadelerini kullandı.

Ergin, iki önemli otorite olarak nitelendirdiği Korutürk ve Karaosmanoğlu'nun gözünden Barzani krizini şöyle özetledi:

(...)

"Her ikisi de emekli olmadan önce uzun yıllar Dışişleri’nde Irak ve İran gibi dosyalar üzerinde çalışmış diplomatlar. Örneğin Korutürk, Türkiye’nin Tahran Büyükelçiliği (1996-97) görevinde bulunduktan sonra 2003-2005 yılları arasında Türkiye’nin Irak Özel Temsilcisi olarak ABD’nin 2003’teki Irak işgali sonrasında Mesud Barzani ve Celal Talabani ile ilişkilerin rayına oturtulmasında önemli bir rol oynamıştı. Karaosmanoğlu ise hem Bağdat (1996-2001) hem de Tahran’da (2008-2010) büyükelçi olarak bulunmuş olan bir isim.

KÜRT KARŞITLIĞI GEREKÇE OLMAMALI

Korutürk ve Karaosmanoğlu, “Bulunduğu tehlikeli ve istikrarsız coğrafyada Irak’ın toprak bütünlüğü, siyasi birliği ve ulusal egemenliğinin korunmasının öteden beri Türkiye’nin Ortadoğu siyasetinin öncelikli hedeflerinden biri olduğu”nu vurgulayarak yola çıkıyorlar. Aynı zamanda “Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılan kapısı” olarak Irak’ın Türkiye’nin siyasi, ekonomik, hatta askeri çıkarları açısından dış siyasetinde özel bir yeri olduğuna dikkat çekiyorlar.

Büyükelçiler, bağımsızlık referandumunun muhtemel olumsuz sonuçlarını şöyle değerlendiriyorlar: “1) Geleceğe yönelik olarak Irak’ın toprak bütünlüğünü ortadan kaldıracak, siyasi birliğini bozacak, 2) Irak toplumunu oluşturan halklar arasında zaten var olan husumetin artmasına ve ülke ile çevresinde yeni çatışmalara yol açacak, 3) Irak’ı daha da zayıflatarak, bölgenin güç dengelerinde sahip olduğu karşı ağırlık işlevini ortadan kaldıracaktır. Büyükelçiler sonuçta referandumun “Türkiye’nin ulusal stratejik çıkarları ile hiçbir yönden bağdaşmadığını” vurguluyorlar.

Bununla birlikte, iki büyükelçinin altını “kalın bir çizgiyle çizmek istedikleri” önemli bir husus var: “Türkiye’nin Kuzey Irak’ta bağımsızlık referandumuna karşı çıkmasının gerekçeleri arasında Kürt karşıtlığı diye bir tavır asla olmamalıdır.”

ARAPLAR İKİNCİ İSRAİL OLARAK GÖRECEK

Korutürk ve Karaosmanoğlu’nun dikkat çektikleri bir başka önemli nokta, Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devletinin kurulması halinde bundan doğacak en büyük sıkıntıya Türkiye değil, bizzat bu yeni devletin maruz kalacak olmasıdır. Bunun nedeni, Irak ve Kuzey Suriye’nin Arap halkları tarafından “kutsal Arap toprakları” sayılmasıdır. Büyükelçiler, “Arapların üzerinde birleşebildikleri ender bir konu Arap topraklarının dokunulmazlığı olagelmiştir. Arap topraklarının Arap olmayan bir devlet tarafından ‘ele geçirilmesi’ Arapların hiçbir zaman içlerine sindiremeyecekleri ve kabul edemeyecekleri bir gelişmedir” şeklinde konuşuyorlar.

Yazarlar, önümüzdeki dönemde bölgede süreklilik taşıyacak bir Arap-Kürt çatışmasını muhtemel görüyor: “Türkiye belki uzun vadede hem güvenlik hem de ekonomik bakımdan bir şekilde kendisine muhtaç olacak ve kendisiyle iyi geçinmesi onun da işine gelecek böyle bir devletle beraber yaşama koşullarını oluşturabilir. Ama bunu Arapların yapmasını beklemek gerçekçi olmaz. Arap ülkeleri bağımsız bir Kürt devletini ikinci bir İsrail olarak görecekler ve hasım belleyeceklerdir. Bu devleti sürekli çatışma içinde ve tehdit altında tutacaklardır.”

ASKERİ SEÇENEK TÜRKİYE’Yİ BATAĞA SOKAR

Büyükelçilerin en çok rahatsızlık duydukları konular arasında Türkiye’deki “askeri seçenek” tartışması geliyor. Bu noktada Türkiye’deki karar vericilere şu uyarıyı yöneltiyorlar:

“Her şeyden önce bilinmesi gereken, referanduma karşı Türkiye’nin uygulayacağı yaptırımlar içinde askeri seçenek diye bir seçeneğin mevcut olmadığıdır. Askeri seçenek sadece konuşulmaması değil, düşünülmemesi de gereken bir yöntemdir. Türkiye son yedi-sekiz yıldır karşılıksız tehditlerde bulunup bunların hiçbirinde tehdidini yerine getirememiş olmaktan yeterince itibar kaybına uğramıştır.

Türkiye’nin kendi ulusal çıkarlarını ilgilendiriyor olsa bile, aslında başka ülkelere ait olan siyasi sorunlara silahla müdahale etmeye kalkışması, komşu ülke topraklarına askeri güçle girmesi, özellikle böyle bir müdahalenin çıkış stratejisini oluşturmanın zorlukları ve askeri müdahalenin Türkiye içinde meydana getireceği sosyal çalkantılar da hesaba katılacak olursa, ülkeyi bir batağın içine saplamaktan başka sonuç veremez.”

Korutürk ve Karaosmanoğlu’nun önerdikleri seçenek, Türkiye’nin diplomasinin imkânlarından yararlanması ve “yumuşak gücü”nü kullanmasıdır. Türkiye’nin Barzani’ye karşı yumuşak güç tanımına giren etkili ve güçlü barışçı ikna imkânları bulunduğuna dikkat çekiyorlar. Bu noktada Barzani’nin denize çıkışının olmaması, ekonomik açıdan Türkiye’ye ciddi anlamda ihtiyaç duyması, Türkiye’nin yumuşak gücünün etkisini arttıran bir faktör olarak kayda geçiriliyor her ikisi tarafından.

Korutürk ve Karaosmanoğlu’nun uyarıları referandum sonrası dönem için de geçerliğini koruyor."

En Çok Aranan Haberler