Aşık olunca mantığını kaybeden cinsler olarak her geçen gün, ortalıktan daha bir kayboluyoruz. Ve inanın, kayboldukça daha çoklaşıyoruz.
Bir şeyleri ararken değil, en çok yaşarken bulduğumuz konusunda ısrarcıyım. Ne kadar çok düşünürsek ve düşünerek hareket edersek o kadar saçmalıyoruz. Ve ne zaman bir düğüm ortasında bulsak kendimizi, uğraşmaktan yorulup çimlere yattığımız an çözülüyoruz. İşte bu yüzden bulmacalar zevkli değil. Çizilmiş sınırlar arasında dolaşırken boru sesinin ti anlamına geldiğini bildiğimiz için yazdıktan sonra mutlu değiliz. Ve o yüzden ‘yazgı’lara karşı bu tahammülsüzlüğümüz…
Ve ben nasıl yazıldığını bilmediğim bir kurgunun içine düştüğümü, en çok evde yalnız kaldığım ve televizyonda izlenilecek bir şey olmadığı zamanlarda düşünüyordum. Bundan 5 sene sonra, başka bir televizyonun karşısında otururken ve içeceklerin tükenmiş olduğu bir gece marketi aramaya üşenen bir ruh hali içerisinde, sıkıntıdan patlarken, yüzümde yastık izleriyle aynı şeyleri düşüneceğimden de bir şekilde emindim.
Üniversite ikinci sınıftaydım ve hayatımın erkeği ile birlikte geçirdiğim üçüncü senemin son demleriydi. Şehirlerarası karayolunun tam ortasındaydım sanki ve gidecek çok yolum vardı. Üstelik sahil kasabasına da buradan inilmiyordu. Ama fazlasıyla aşıktım ve zaman geçerken beni öpecek bir adamla beraberdim. Hiçbir şey önemli değilmiş gibiydi; bize atılan tokatlara karşı birbirimizi koruyacak, belki de bir gün aynı evin balkonunda çay içecektik. Her şey ihtimal dahilindeydi.
Bir şeyi unutmuştuk.
Hayat size tokat atmaz. Hayat sizinle ilgilenmez. Çünkü hayat sizin dışınızda var olan bir şey değildir. ‘Seçimleriniz sizi yaratır’ diyerek ‘ne ekersen onu biçersin’ şeklinde devam eden bir klasiğin tam ortasındasınız. Ve tokadı hep beklemediğiniz yönden alırsınız. Çünkü tokadın oradan geleceğini düşünmediğiniz için fazlasıyla savunmasızsınızdır.
Üniversite ikinci sınıftaydım ve Türkiye’nin en büyük erkek dergilerinden biriyle tanışmış orada staj yapma şansı elde etmiştim. O adımı atmak için can atıyordum ama beni engelleyen bir kıskançlık krizi yanımda kompleks bir halde bekliyordu. Patlamak için bekliyor gibiydi ve sanki zamanını da bulmuştu. Oysa birbirimizi kıskanacağımız daha makul sebeplerimiz olacak kadar uzun zamanımız vardı. Fakat ‘hayatımın erkeği’ kariyerimle oynamayı tercih etmişti.
Az kalsın vazgeçiyordum…
Gözlerim patlayana kadar ağladım. Merak edenler için, çekip gitmek yerine çağıl çağıl akan bir kıskançlığı dindirmeyi ve ona katlanmayı tercih ettiğimi söyleyebilirim. Sonunda ise hem aldatıldım hem de terkedildim. Ve itiraf ediyorum, karşılaştığım en iyi şey bu oldu.
Çünkü çarklar yerine oturdu, herkes yerini buldu!
Ne zaman telefonum çaldığında gözlerini yanıp sönen ışığa diken bir adam görsem koşarak uzaklaşıyorum. Ve ben çoğu zaman içecekleri bitmiş bir evde,televizyondaki kanalları taramaktan usanmış bir halde otururken,başımı bir erkeğin kucağına koymayı özlediğimi fark etsem de bunun hiçbir zaman olmayacağını biliyorum.
Çünkü seçimlerim beni yaratmış, ektiklerimi biçmek için de biraz vakit tanımıştı. Ama ne olursa olsun, mutkafta da, sokakta da, uykuya daldığım her yatakta da kendimdim.
Ve 5 sene sonra nerede uyanacaksam uyanayım, bu değişmeyecekti.
Reklam aralarında dolanırken bunları hatırlamayabilirsiniz ama televizyonda izleyecek bir şey kalmadığında ‘kaç tane hayatınız var’ onu düşünün…
Derya Güzel
[**