HABER

İsrail-Gazze ateşkesinde Mısır nasıl Türkiye'den çok daha etkili oldu?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yoğun bir diplomasi trafiği ve ateşli bir söylemle Filistin-İsrail çatışmasında belirleyici olmaya çalışırken ateşkesi sağlayan sürecin ana aktörü yine Mısır oldu.

İsrail-Gazze ateşkesinde Mısır nasıl Türkiye'den çok daha etkili oldu?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yoğun bir diplomasi trafiği ve ateşli bir söylemle Filistin-İsrail çatışmasında belirleyici olmaya çalışırken ateşkesi sağlayan sürecin ana aktörü yine Mısır oldu.

Sorunun yanı başında ve geçmişinde olan Mısır'ın rol çaldığı söylenemez.

2014 savaşında olduğu gibi bu sefer de Katar ve Türkiye'nin Hamas üzerinde girişimleri oldu fakat Mısır hem Gazze'deki örgütler hem de İsrail'le ilişkileri sayesinde arabuluculuğuna ihtiyaç duyulan ülke pozisyonunu korudu.

Gazze'deki örgütler ve İsrail nezdinde ateşkes çabalarını Mısır İstihbarat Şefi Abbas Kamil ve Dışişleri Bakanı Sami Şükrü yürüttü.

Erdoğan'ın İsrail'e çıkışan sözlerinden rahatsız olan Amerikan yönetimi de ateşkesi temin için Mısır'la yakın çalıştı.

Covid-19 salgını nedeniyle iç sorunlara odaklanıp uluslararası siyasette önceliği Çin, Rusya ve İran'a veren Amerikan yönetimi, sorunun enerji tüketecek şekilde uzamaması için İsrail'e hissedilir bir baskı yaptı. ABD Dışişleri yetkilileri Hady Amr ve Joey Hood bölgede temaslarda bulunurken Mısır'la iletişim yoğunlaştı.

Kahire'nin çabaları, Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah Sisi ile ABD Başkanı Joe Biden arasındaki ilk telefona da vesile oldu. Ateşkesin ilan edilmesine saatler kala Biden, Sisi'yi aradı; oynadığı rolden dolayı teşekkür edip gerilimi düşürmenin yollarını konuştu.

Biden ile ilişkilerde Sisi, Erdoğan'ın önüne geçti

Erdoğan, İsrail'i terör devleti olmakla suçlamasının ötesinde bir açıklama daha yaptı. "Bir Yahudi başbakan" diyerek adını vermediği İsrailli bir liderin, Türkiye ziyareti sırasında kendisine "Generalliğimde ne zaman ki Filistinlileri öldürüyordum, bana en büyük zevki o veriyordu" dediğini aktarınca Erdoğan, ilk kez Amerikan yönetimi tarafından "anti-Semitik dil kullanmakla" suçlandı.

Karşılıklı suçlamalar devam ederken ABD'nin Türkiye'den arabuluculuk istemesinin zemini de kalmadı.

Hem Erdoğan hem de Sisi'nin Biden'la sorunlu bir başlangıç yaptığı dikkate alınırsa Mısır bu süreçten kazançlı çıkan taraf oldu. Yani Filistin-İsrail çatışmasına yaklaşım Ankara-Washington hattında uzaklaşma, Kahire-Washington hattında yakınlaşma sağladı.

Tel Aviv'le ilişkilerin düzeyi ve niteliği Ankara'nın İsrail'le bağ kurmasına ya da onlar üzerinde etkili olmasına izin vermedi. Kuşkusuz Erdoğan Hamas ile İsrail arasında bir kanal olabilmeyi başarabilseydi bu fırsatı kaçırmazdı. Bu zemin olmayınca Erdoğan'ın izlediği strateji daha çok İsrail'i uluslararası alanda baskılamaya yönelik bir çaba olarak öne çıktı.

Hamas, Mısır'a kulak vermek durumunda

Erdoğan'ın güttüğü stratejinin sonuçlarına dair de iki temel saptamada bulunmak mümkün:

Birincisi; Hamas'la bağlar, ateşkesi sağlayacak bir etki üretmedi. İkincisi; diplomatik temaslarla uluslararası toplum sanıldığı gibi harekete geçirilemedi.

Türkiye'nin Filistin üzerindeki etki kapasitesine dair abartılı çıkarımlar hem Erdoğan'ın takipçileri hem İsrail tarafında çok görülüyor. Bir kere "Filistin'den yana" girişimler ve söylemlerin Hamas üzerinde bağlayıcı bir etkisi yok.

Türkiye ve Katar'ın, roket salvolarının kesilmesi için Hamas'la temasa geçtiği bilgisini, örgütün sözcüsü Fevzi Berhum, Al Jazeera Mübaşir kanalının bir sorusuna yanıt verirken paylaşmıştı. Berhum, sorunun kendilerinden değil İsrail'den kaynaklandığını belirtmişti.

Gazze

Kuşkusuz Hamas, Türkiye ve Katar'la ilişkilerine önem verse de ateş gücü söz konusu olduğunda İran'a, ateşkes çabaları başladığında Mısır'a bel bağlayan bir örgüt.

Ayrıca siyasi koşullar da çok değişti: Bir tarafta Türkiye, Müslüman Kardeşler'e desteğini kesmesinin karşılığında Kahire ile normalleşme biletini satın almış gözüküyor. Diğer tarafta Suriye krizi sırasında Doha ve Ankara'nın telkinleriyle siyasi bürosunu Şam'dan çıkartan Hamas da 'Direniş Ekseni'ndeki eski yerine dönmeye çalışıyor.

Bir de saha gerçekliği var: Hamas iniş çıkışlara rağmen Mısır'ın ağırlığını gözardı edebilecek durumda değil.

Hamas-Mısır ilişkilerinin tabiatı

Hamas'ın Mısır'la ilişkilerini tanımlayan şey güven ve ortaklık değil; mecburiyet halidir. Hamaslılar 2008'de 'Dökme Kurşun Operasyonu' öncesinde Gazze'de Hamas iktidarına son verme konusunda Kahire ile Tel Aviv arasında bir mutabakat sağlandığını düşünüyordu.

Hamas, Muhammed Mursi iktidarından çok umutluydu. Fakat Hamas için asıl trajedi, Müslüman Kardeşler döneminde Mısır ordusunun Refah'taki tünelleri kapatmış olmasıydı. Hüsnü Mübarek döneminde Mısır istihbaratının göz yumduğu tünellerden 550'sinin çıkışı bulunmuş ve su basılmıştı.

2013'te Mursi'ye darbenin ardından Kahire ile ilişkiler daha da nazikleşti. 2014'teki 'Koruyucu Hat Operasyonu' sırasında Hamas ilk önce Kahire'yi Gazze'nin taleplerini karşılamamak; adil bir arabulucu olmamak ve İsrail'i kayırmakla suçlamıştı. Mısır da, 2014 ateşkesinde Refah kapısının idaresini Gazze'de kontrol sağlayamayan Mahmud Abbas yönetimine bırakarak Hamas'ın burnunu sürtmüştü.

Hamas daha sonra Kahire'yi önemseyen ve ilişkileri bozmamaya çalışan tutumuna geri döndü.

Refah Sınır Kapısı

Kahire de terör örgütü saydığı Müslüman Kardeşler'in uzantısı Hamas'ın, Türkiye ve Katar'a, Filistin davasına girme kanalları açmasından rahatsızlık duyduğu için Gazze ile ilişkilerinde sadece cezalandırıcı olmaktan kaçınıyor.

Mısır 2014'ten farklı olarak İsrail'in saldırılarını kınayıp insani yardım sözü vererek ve Refah Sınır Kapısı'nı yaralılara açarak Gazze'nin gözardı edemeyeceği bir tutum sergiledi. Ateşkesten hemen sonra Mısır yardım konvoyu yola çıktı.

Mısır'ın Gazze üzerindeki ağırlığı

Mısır'ın tarihsel olarak da Gazze ile ilişkileri gözardı edilmemeli.

Genel anlamda Mısır'ın Gazze, Ürdün'ün Batı Şeria üzerindeki rolü sadece coğrafi bitişiklik değil; geçmişte bu bölgeleri kontrol etmiş olmalarına dayanıyor.

Gazze 1948-1967 arasında Mısır'ın kontrolü altındaydı. 1967'deki İsrail işgali Oslo Anlaşması'nı müteakiben 1994'te sona ermişti. Trump yönetimi, Filistin davasını tarihe gömecek şekilde Abraham Anlaşmaları'nın pazarlığını Körfez ülkeleriyle yaparken Mısır ve Ürdün'ün ağırlığının altını oymaya çalıştı. İlk çatışmada bu kurgu bozuldu.

Mısır genel olarak Gazze-Sina Yarımadası arasındaki tüneller, gizli geçişler ve radikal İslamcıların sızmalarından dolayı meseleye ulusal güvenlik açısından yaklaşıyor.

Mısırlılar bir dönem Sina'dan gelen saldırılardan Hamas'ı da sorumlu tutuyordu. Bu çerçevede Gazze'nin nefes borusu ve dış dünya ile temas noktası sayılan Refah kapısını Hamas'ı terbiye etme aracı olarak kullanıyor. Refah kapısındaki geçişler ateşkes anlaşmalarının da en temel unsurlarından biri olageldi. Haliyle Mısır sadece arabuluculuk değil; ateşkesin uygulanabilirliği açısından da rolünü muhafaza edebiliyor. Son mutabakatla ilgili olarak da Mısır ateşkesin kalıcı olabilmesi için biri Gazze'ye diğeri Tel Aviv'e iki heyet gönderdi.

Erdoğan

Filistin diplomasisi sonuçsuz

Erdoğan'ın pozisyonu taraflar arasında arabuluculuk yapmaya el vermediği gibi yürüttüğü Filistin diplomasisi de sonuçsuz kaldı.

"Tüm dünyayı İsrail'in saldırılarına karşı harekete geçmeye davet ediyorum" diyerek görüşmelere başlayan Erdoğan; Katar, Pakistan, Ürdün, Kuveyt, Malezya, Endonezya, Cezayir, Özbekistan, Kırgızistan, Afganistan, Irak, Nijerya, Libya, Umman ve Rusya liderlerini aradı.

Avrupa Birliği (AB) liderlerinin yanı sıra Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nde Rusya dışında bir ülkeyle temas kurulamadı. Paralel bir telefon trafiğine Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavşoğlu imza attı.

Diplomatik gerilemenin hiç olmadığı kadar büyüdüğü bir dönemde bu kadar liderle temas, kuşkusuz Erdoğan'ın kendini iyi hissetmesine yarayabilir. Fakat en basitinden belirlenen hedeflere varılamadı.

İslam İşbirliği Teşkilatı'nı (İİT) üst düzeyde toplamak ve BM Genel Kurulu'ndan bir karar çıkartmak hedefler arasındaydı. Türkiye 6 Aralık 2017'de Donald Trump yönetimin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımasının yol açtığı gerilimler üzerine İTT zirvesini 7 gün içerisinde İstanbul'da toplayabilmişti.

Yine Türkiye'nin öne çıktığı çabalar sayesinde 21 Aralık 2017'de BM Genel Kurulu'ndan bir karar çıkmıştı. Şimdi Volkan Bozkır'ın başkanlık ettiği BM Genel Kurulu savaşın 10'uncu gününde toplandı ama bir karar çıkmadı. İİT de elçiler ve dışişleri düzeyinde iki sanal toplantıyla sorumluluk atlattı.

Hatta Erdoğan temaslarında BM Güvenlik Konseyi'nin gecikmeden müdahil olmasını isterken Filistinli siviller ve Kudüs'ün korunması için bölgeye uluslararası koruma gücü gönderilmesi önerisini gündemde tuttu. Çavuşoğlu da bu öneriyi BM Genel Kurulu'nda dile getirdi. Ancak Malezya ve Pakistan dışında uluslararası güç önerisinden bahseden olmadı.

Hamas füzeleri

Ateşkes gibi hayatiyet arz eden bir hedef yerine sorunun içinde bulunduğu denklemler ve uluslararası koşullar açısından gerçekleşmesi imkânsız bir öneri için kulis yapılması, Filistin-İsrail çatışmasının bağlamından kopmak anlamına geliyor.

Yine de hükümet yetkilileri uluslararası duyarlılığı ve ateşkesin 11 günde sağlanmış olmasını Erdoğan'ın yarattığı etkiye bağlıyor. Ancak Türkiye'nin bu denli seferber olmadığı zamanlarda Filistin'in uluslararası alandan gördüğü destek daha fazlaydı.

Bu destekteki trajik gerilemeye bakıldığında başarıdan söz etmek anlamsızlaşıyor. Ayrıca başta Arap dünyası olmak üzere uluslararası platformlarda Erdoğan'ın Filistin'i politik amaçlar için kullandığına dair yaygın bir kanaat oluşmuş durumda.

En Çok Aranan Haberler