Mynet Trend

BİZE ULAŞIN

İstanbul Film Festivali'nde Kaçırırsanız Üzüleceğiniz 5 Film

Bu filmleri kaçırırsanız üzülürsünüz! İstanbul Film Festivali’ni en iyi şekilde değerlendirmenize yardımcı olacak bir tavsiye listesi...

İstanbul Film Festivali'nde Kaçırırsanız Üzüleceğiniz 5 Film

34. İstanbul Film Festivali önümüzdeki hafta yine çok zengin bir programla seyirci karşısına çıkıyor: 64 ülkeden 222 yönetmenin 204 filmi, 20 bölümde seyirciyle buluşacak. Usta sinemacıların katılacağı söyleşiler, atölye çalışmaları, sinema dersleri ile sinemaseverlerin bir yıl beklediğine değecek eksiksiz bir şölen! İşte bu yılki festival programından sizin için seçtiklerimiz. İyi seyirler!

Taxi (Jafar Panahi)

Yönetmeni Jafar Panahi 20 yıl boyunca film çekmekten men edilmiş bir sinemacı olduğundan Taxi’yi başlıbaşına bir özgürlük hareketi, bir direniş filmi olarak niteleyebiliriz. Ama sadece bu değil. Taxi, İran’da yaşamaktan doğan acılar ve sanatı hayattan, kurguyu gerçekten ayıran muğlak çizgiler üzerine çok şey söyleyen zekice ve kışkırtıcı bir anlatı. Aynı zamanda yönetmeninin sınır tanımayan hayalgücünün son derece eğlenceli bir yansıması.

Inherent Vice / Gizli Kusur (Paul Thomas Anderson)

Gizli Kusur’un, uyuşturucu trafiği, dişçilik, sahte ruhanilik ve akıl hastanelerinin biraraya geldiği bir sistem tarafından öğütülmüş karakterleri, yavaş yavaş hayalet hikayesine dönüşen 60’lı yıllara ait bir komedinin kahramanları adeta. Hepsi birlikte, bir anlamda The Long Goodbye’ın (Robert Altman, 1973) Philip Marlowe’u ile Kiss Me Deadly’nin (Robert Aldrich, 1955) Ralph Meeker’ının birleşimi olan detektif Doc Sportello’nun şaşkın bakışları önünde resmi geçit yapıyorlar. Sonuç,There Will Be Blood / Kan Dökülecek (2007) ve The Master (2012) ile beraber derin, akılda kalıcı ve son derece güzel bir Amerika Üçlemesi oluşturan ve Paul Thomas Anderson’ın bugün Hollywood’da film yapan en radikal sinemacı olduğunu bir kez daha ispatlayan bir başyapıt.

ıM Keller (In The Basement) / Bodrumda (Ulrich Seidl)

Ulrich Seidl 30 yıldır bizi toplumun en çirkin ve en itici bulduklarıyla yüzleştiriyor, hem de üzerimize üzerimize gelen yakın planlar kullanarak. Bu filminde ise onunla birlikte Avusturya’nın en berbat köşelerindeki bir avuç saygıdeğer vatandaşın farklı amaçlarla kullandıkları bodrumlarını ziyaret ediyoruz: Bir tanesi opera eşliğinde atış talimi yapmak için kullanıyor bodrumunu, bir başkası bir tür Nazi anıt mezarı olarak, bir başkası ise sadomazoşist bir ilişki içinde olduğu partneri tarafından testislerinden tavana asılmak için. Kısacası, moralinizi yükseltmek için mükemmel film: Berbat bir hayatınız olduğunu mu düşünüyorsunuz? Bir de buradakilere bakın.

Jauja / Hayal Ülkesi (Lisandro Alonso)

Doğaüstü bir western mi bu? Örgütlü barbarlıkla medeniyet yaratmaya çalışmanın nasıl bir yanılsama olduğunu anlatan bir film mi? İçsel ve dışsal bir yolculuk mu? Ölümcül bir cazibeyle kutsanmış çözümsüz bir bilmece mi? Evet, evet, evet, hepsine evet! Jaujau o kadar iddialı bir iş ki onu tanımlayabilecek sıfatlar bulmaya çalışmak faydasız. Bu büyük film, Ford’u, Herzog’u ve Lynch’i hatırlatıyor ama aynı zamanda sonuna kadar yaratıcılıkta sınır tanımayan yönetmeni Alonso’ya ait bir başarı.

Phoenix / Yüzündeki Sır (Christian Petzold)

Christian Petzold, Barbara’dan (2012) sonra bir kez daha bir kadının yürek parçalayıcı hikayesi üzerinden Almanya’nın karmaşık geçmişine bakıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Berlin’e dönen ve kocasını bulmaya çalışan toplama kampından sağ kurtulmuş bir kadın hem kendisiymiş gibi hem de kendisi değilmiş gibi yapmak zorundadır (filmi izlediğinizde bunun ne demek oluğunu anlayacaksınız). Bir yanıyla Hitchcock’a bir yanıyla Georges Franju’nun Les yeux sans visage’ına yakın duran filminde Petzold, sefalet, öfke ve kasıtlı bir körlüğün etkisindeki kişisel ve toplumsal kimliklere dair sarsıcı gerçeklere parmak basıyor.

Haberin devamı için: http://bonemagazine.com/

En Çok Aranan Haberler