HABER

İşte AKP savunmasının ana ekseni

İşte AKP savunmasının ana ekseni

AKP, kapatılma davasında esas savunmasını Anayasa Mahkemesi'ne sundu. Yaklaşık 400 sayfadan oluşan esas savunma üç klasörde toplandı.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, Grup Başkanvekilleri Bekir Bozdağ ve Sadullah Ergin ile birlikte 16.45'te Anayasa Mahkemesi'ne gelerek AKP'nin esas savunmasını sundu.

Klasörlerde savunma metni 92 sayfadan oluşurken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkındaki iddialara yanıtlar yaklaşık 155 sayfada toplandı. Savunmanın geri kalanını hakkında siyasi yasak istenen 70 kişi hakkında savunma, bilgi ve belgeler oluşturdu.

AKP, savunma metnini kamuoyuyla da paylaşacak.

Anayasa Mahkemesi'ne esas savunmasını sunan AKP, Başsavcılığın laiklik anlayışını, "baştan sona problemlidir" sözleriyle eleştirdi. Başsavcılığın demokrasi ve laiklik yorumunun evrensel anlayışla bağdaşmadığı ifade edilen savunmada, AKP'nin laikliği siyasi ve hukuki bir ilke olarak gördüğü vurgulandı. "Laiklik bir yaşam biçimi değil, tersine farklı yaşam biçimlerini bir arada ve barış içinde yaşatan prensibin adıdır." Görüşüne yer verilen savunmada, Başsavcılığın din anlayışının sosyolojik gerçeklikle bağdaşmadığı da öne sürüldü.

AKP'nin Anayasa Mahkemesi'ne sunduğu esas savunmasının giriş bölümünde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından açılan davanın siyasi nitelikte olduğu görüşü yinelenerek, "Davanın siyasi nitelikte olduğuna ilişkin kanaatimiz Başsavcılığın esas hakkındaki görüşünü inceledikten sonra daha da pekişmiştir. Çünkü, iddia makamının esas hakkındaki görüşüne de siyasi /ideolojik bir dil hakimdir" denildi. Başsavcı'nın mütalaasının eleştirildiği savunmada, "tıpkı iddianame gibi, esas hakkındaki görüş de baştan sona ‘emperyalizm', ‘ihanet', ‘irtica'; ‘mürteci', ‘din tacirleri', ‘tertipçi', ‘sömürgeci', ‘mandacı', ‘işbirlikçi', ‘gerici', ‘iç ve dış odaklar' ve ‘siyasi hegemonya projesi'" gibi hukuken tanımlanması imkansız ve fakat belli bir siyasi/ideolojik tavrı yansıtan kavramlarla doludur." görüşü savunuldu.

"TARİHİ YARGILAMAK KAPATMA DAVASININ KONUSU OLAMAZ" Başsavcı'nın açtığı kapatma davasıyla ilgili delil yokluğunu, tarihe subjektif atıflar yaparak gidermeye çalıştığı kaydedilen savunmada, şöyle denildi:

"Tarihi yorumlamak veya tarihi yargılamak, hiçbir kapatma davasının konusu olamaz. İddia makamı, delil yokluğunun ortaya koyduğu çaresizliği ve açığı, tarihe subjektif atıflar yaparak gidermeye çalışmaktadır. Ak Parti'nin doğuş tarihi ve illiyetin kurulabileceği zamanın başlangıcı bellidir: 14 Ağustos 2001. Hukuk, kapatma davasında, zaman tünelini siyasal partinin tüzel kişilik kazandığı tarihten geriye işletecek bir mantığı açıkça reddetmektedir."

"DELİLİN YARSAV'DA OLUŞTURULDUĞU İZLENİMİ"
Savunmada, Başsavcı AKP hakkında "negatif imaj" oluşturmaya çalışmakla suçlandı. İddianamenin ekleri arasında "YARSAV Yönetim Kurulu" yazılı bir kağıdın çıktığı vurgulanan savunmada, şu görüşler dile getirildi:

"Altında ‘YARSAV Yönetim Kurulu'" yazan bir kağıdın iddianamenin ekleri arasında çıkması, ‘toplama' delillerle şişirilerek özensiz ve düzensiz bir şekilde kaleme alınan iddianamenin siyasi mülahazaları yansıtan bir metin niteliğinde olduğunun bir başka göstergesidir. İddianamede Talim ve Terbiye Kurulu'nda kadrolaşmaya gidildiği yönündeki iddianın delili olarak sunulan gazete haberinin ‘YARSAV Yönetim Kurulu' imzasını taşıyan bir kağıdın arka tarafına yapıştırılmış olması manidardır.

Partimize ve hükümet politikalarına karşı tavırlarıyla bilinen YARSAV'a ait kağıtların partimiz hakkında kapatma talebinde bulunan bir iddianamenin ekinde neden ve nasıl yer aldığını biz anlayabilmiş değiliz. Ne ilginç tesadüftür ki, ‘Tüzüğümüzde özellikle vurgulandığı üzere YARSAV siyaset dışı ve üstüdür' ifadesine de yer veren ‘YARSAV Yönetim Kurulu' imzalı bu yazı bir siyasi partinin kapatılması talebiyle düzenlenen iddianamenin ekleri arasında çıkmaktadır. Başsavcılığın partimiz aleyhine kullandığı delillere ait belgelerden birisinin YARSAV'a ait bir yazının arkasına yapıştırılmış olması, bu delilin YARSAV'da oluşturulduğu izlenimini vermektedir. "Birliğimizi kapatma hükmü taşıyan taslak her şeye rağmen kanunlaştığı takdirde yasal haklarımız kullanılacak, Anayasanın 90/son maddesi uyarınca tüzel kişiliğimiz devam edecektir" ifadesine de sözkonusu yazıda yer vererek, yasayla dahi kapatılamayacağını ileri süren YARSAV'ın partimizin kapatılması için delil oluşturma sürecine katkıda bulunduğu anlaşılmaktadır. Başsavcının Anayasa Mahkemesi önünde bu durumu nasıl açıklayacağını doğrusu merak ediyoruz. "

"DELİLLER SİYASİ YAKLAŞIMLA TOPLANMIŞ"
AKP savunmasında, Başbakan Erdoğan ile ilgili olarak iddianamede yer alan deliller arasında bulunan bir gazete kupürüne de atıfta bulunularak, delillerin siyasi yaklaşımla toplandığı kaydedildi. Savunmada, "Türkiye'de bazı köşe yazarlarının Başbakanı sözde tahfif için kullandıkları jargonun iddianame eklerinde el yazısıyla kullanılması düşündürücüdür."denildi.

"DEHŞETE DÜŞMEMEK MÜMKÜN DEĞİL"
Başsavcılığın esas hakkındaki görüşünün "tasavvur ettiği toplum modeli hakkında dehşete düşmemek mümkün değil" ifadeleriyle eleştirildiği savunmada, Başsavcılık aynı zamanda "komplocu" bakış açısıyla suçlandı. Savunmada şöyle denildi:

"Demokrasiyle laikliği bir araya getiren "demokratik laiklik" kavramından bile rahatsızlık duyan bir anlayışın, ne demokrasiyi ne de laikliği koruması mümkündür. Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi, hakkımızda açılan kapatma davası hukuki gerekçelere değil önyargının beslediği siyasi mülahazalara dayanmaktadır. Gerçekte olup bitenle hiçbir alakası olmayan iddia ve ithamlardan oluşan iddianame ve esas hakkındaki görüş, partimizi ve onun şahsında milletimizin hür iradesini tasfiye etme projesinin bir parçasıdır. İlk cevabımızda, bu davanın siyasi bir dava olduğunu ayrıntılı bir şekilde açıklamıştık. Esasa ilişkin bu cevabımızda da davanın, hukuki mesnetlerinin bulunmadığını ortaya koyacağız."

"BAŞSAVCININ DEMOKRASİ VE LAİKLİK ANLAYIŞI EVRENSEL DEĞİL"
Savunmada, AKP hakkındaki kapatma davasının temelinde, parti ile Başsavcı'nın demokrasi ve laiklik anlayışının bağdaşmamasından kaynaklandığı dile getirildi. Buna örnek olarak ise Başbakan'ın "laikliğin bireyin değil, devletin bir niteliği olabileceği"ne dair sözleri gösterilerek bu sözlerin modern laiklik anlayışını yansıtmasına rağmen, iddianamede laikliğe aykırı olarak kabul edildiği kaydedildi. Savunmada, AKP'nin laiklik anlayışının, çağdaş demokratik toplumların özgürlükçü laiklik anlayışıyla tamamen uyumlu bir yaklaşımı yansıttığı belirtilerek "Egemenliği kullanan erklerin, bunlar içinde özellikle yargı erkinin altında kalabileceği en ağır töhmet, inançlar dünyasında taraf olmaktır. Dinî inanç farklılıklarını barış içinde bir arada yaşatmak için var olan laiklik, bir inanca dönüşmemelidir. Eğer dönüşürse bu inanç bu sefer, devlet içinde iktidarı kullanan iki kanat arasındaki rekabette, bürokrasinin çoğunluk iktidarına karşı silahı haline gelecektir. Laiklik prensibini zayıflatan ve hukukî değerini yok eden en büyük risk laikliğin de diğer inançlar karşısına, her ne gerekçe ile olursa olsun bir inanç olarak çıkartılmasıdır. Laikliği bir din, bir inanç veya diğer inançları ortadan kaldırmaya çalışan bir prensip olarak anlamak ve yorumlamak, laik hukuk düzenine ve toplumsal barışa yönelik en yakın ve ciddi tehlikedir.

AKP'nin esas hakkındaki savunmasında, Başsavcı'nın delilleri de eleştirilerek, "Bu davada toplanan delillerin erişim tarihlerine bakıldığında delilerin çok büyük bir kısmının dava açmaya karar verilmesinden sonra toplandığı izlenimi oluşmaktadır" denildi.

İddianameye ek olarak sunulan dosyalarda yer alan gazete haber ve yorumların büyük bir kısmının internet yoluyla derlendiği öne sürülen savunmada, "Bu nedenle bu dava adeta bir 'google davası'dır. Başsavcı, çok sayıda haber ve yorumu dava açma tarihine yakın bir zamanda anahtar kelime yazarak 'google' arama motorundan arama yapmak suretiyle elde etmiştir" görüşüne yer verildi.

-LAİKLİK "YAŞAM BİÇİMİ" DEĞİL
AKP'nin esas hakkındaki savunmasında, laikliğin bir yaşam biçimi olamayacağı vurgulanarak, laikliği "yaşam biçimi" olarak tanımlamanın beraberinde çok ciddi siyasi ve toplumsal sorunlar doğurabileceğine dikkat çekildi. Savunmada şöyle denildi:

"Laiklik 'yaşam biçimi' olarak tanımlandığı zaman, otomatik olarak farklı yaşam biçimlerinden biri tercih edilmiş olacaktır. O zaman sorulması gereken soru 'hangi yaşam biçimi laik yaşam biçimidir?' sorusu olacaktır. İddianamede yer alan tanım 'bir uygar yaşam biçimi' vurgusunu yapmaktadır. O zaman hemen 'uygar olmayan yaşam biçimleri'ni 'laik yaşam biçimleri'nin karşısına koymamız gerekecektir."

AKP'ye göre laikliğin bir yaşam biçimi olmadığı, tersine farklı yaşam biçimlerini bir arada ve barış içinde yaşatan prensibin adı olduğu kaydedilen savunmada, "Laikliği 'yaşam biçimi' olarak tanımlamak Anayasamıza da aykırıdır. Anayasa, farklı yaşam biçimlerinin yan yana yaşayabileceği özgürlükleri garanti altına alırken, devleti bu konuda tarafsız olmaya zorlamaktadır" denildi. İddianamede laikliğin pozitivist ve rasyonalist bir felsefi inanç olarak tanımlandığı ve savunulduğu belirtilen esas savunmada, laikliğin bir felsefi inanç olmadığı da kaydedildi.
Savunmada şöyle denildi:

"İddianamede yer alan şu cümle, laikliği anayasal prensip olarak sahip olduğu güçlü konumdan uzaklaştırmakta, felsefi tartışmaların tüketiciliğine hapsetmektedir: 'Demokrasiye geçişin de aracı olan lâiklik, Türkiye'nin yaşam felsefesidir' Laiklik bir yaşam felsefesi olamaz. Laikliği ‘yaşam felsefesi' olarak tanımlamak onu felsefe dünyasının labirentlerinde kaybetmeye yol açar. Oysa laikliğin açık ve sağlam bir hukuk prensibi olarak herkesin anlayacağı ve uyacağı şekilde varlığını sürdürmesi gerekir."

-"DİN ANLAYIŞI SOSYOLOJİK GERÇEKLİKLE BAĞDAŞMIYOR"-
Laikliğin uzun cümlelerle anlatıldığı savunmada, başsavcılığın din anlayışının da sosyolojik gerçeklikle bağdaşmadığı dile getirildi. Savunmada, şu savlara yer verildi:

"İddianamede yer alan dini inanç ve duyguların sadece vicdanlarda kalması, dinin sosyal ve kültürel bir bağ oluşturamayacak şekilde yaşanması ve ‘Dünya işlerine kesinlikle karıştırılmaması' gerektiği şeklindeki katı ideolojik yaklaşımın hiçbir Batılı demokratik laik sistemde karşılığı yoktur. Sonuç olarak, Başsavcılığın laiklik anlayışına esas teşkil eden din algısı, gerçek hayattaki sosyolojik din olgusundan uzaktır. İddianamede ve esas hakkındaki görüşte dine, İslâm'a ve Diyanet İşleri Başkanlığına yönelik perspektif, Türk toplumu ve Türkiye Cumhuriyetinin hak ve özgürlükler açısından kazanımları, günümüz küresel dünyasının dinî duygu ve olgulara bakışı ve insanlığın inanç ve ifade özgürlüğü noktasında ulaştığı aşama ile örtüşmeyen, indirgemeci ve dogmatik bir ideolojinin ürünü olarak temayüz etmektedir."

-"DEMOKRATİK LAİKLİK ALERJİSİ"
Ön savunmada "Jüristokrasi" ve "totoloji" ifadelerine yer veren AKP, esas savunmasında ise "anakronik" ifadesine yer verdi. Savunmada şöyle denildi:

"Başsavcılığın esas hakkındaki görüşüne yansıyan ‘demokratik laiklik' alerjisine paralel olarak, demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan çok partili yaşamı ‘irtica'"yla ilişkilendirme gayretiyle mahkum etmeye çalışması anlaşılır gibi değildir.

Başsavcı, adeta çok partili siyasi yaşamın laiklikten tavizi ve bazı siyasi partilere sızan ‘irtica'ya primi beraberinde getirdiğini savunmaktadır. Halbuki, çok partili, çoğulcu ve özgürlükçü demokrasinin olmadığı bir yerde laiklik de kendisinden beklenen toplumsal ve siyasal işlevi yerine getiremez. Pozitivist ve militan laiklik anlayışının iddianame ve esas hakkındaki görüşe yansımalarından biri de, AK Parti Genel Başkanının ‘yaşam tarzı'nın değişmediğine dair sözlerinin ‘takiyye'nin itirafı olarak değerlendirilmesidir."

-"LAİKLİK HAKKI DİYE BİR KAVRAM YOK"
Demokrasiyi imkânsız hale getiren bir laikliği savunmanın, ‘kestirmeden azınlık diktası'nı savunmak olduğu öne sürülen savunmada, insan hakları literatüründe ‘laiklik hakkı' diye bir kavramın olmadığı belirtildi. Savunmada, "Sonuç olarak, bu davada temel sorun, AK Partinin evrensel standartlarla uyumlu demokratik laiklik anlayışının, Başsavcılığın savunduğu bireyi ve toplumu nesneleştirici ve dönüştürücü laiklik anlayışına aykırı görülmesidir" denildi.

AKP, Anayasa Mahkemesine sunduğu esas hakkındaki savunmasında partinin laikliğe aykırı eylemlerin odağı olmadığı, iddiaların hukuk dayanağından tamamen yoksun olduğu ifade edildi.

AKP savunmasında şöyle denildi:"Partimiz hakkında açılan davada 'AK Parti'nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı' haline geldiği iddia edilmektedir.

Partilerin yasaklanmasına ilişkin kurallar karşısında bu iddia tamamen hukuki dayanaktan yoksundur. Partilerin yasaklanmasına ilişkin kurallar Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Türkiye'nin taraf olduğu insan hakları sözleşmeleri ve Siyasi Partiler Kanunu ile düzenlenmiş bulunmaktadır. Anayasaya göre, bir siyasi partinin eylemlerinden dolayı kapatılabilmesi ya da devlet yardımından yoksun bırakılabilmesi için o partinin "Anayasaya aykırı eylemlerin odağı" haline gelmiş olması gerekir."

-LAİKLİĞE SAVUNMA: "ANAYASA'NIN 68 VE 69'UNCU MADDELERİ"-
AKP, partinin laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline gelmediğini 2001 yılında Anayasa'nın 69'uncu maddesinde yapılan değişikliği de hatırlatarak, şöyle dile getirdi:

"Partilere daha güvenceli bir statü kazandırmak için 2001 yılında yapılan düzenlemeyle Anayasanın 69'uncu maddesi siyasi partilerin odak haline gelmesinin şartlarını belirlemiştir. Buna göre, bir siyasi parti, Anayasanın 68'inci maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemler ‘o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır."

-ODAK HALİNE GELME ŞARTLARI-
AKP savunma metninde "odak olma" şartlarını Siyasi Partiler Kanunu'nun ilgili maddelerini örnek göstererek açıkladı:

"Odak haline gelmenin şartları Anayasada bu şekilde sayılmakla birlikte, 'odaklaşma' için şart koşulan eylemlerin ‘niteliği' belirtilmemiştir. Anayasanın bu hükmü Siyasi Partiler Kanunu ile de aynen tekrarlanmış, ancak Kanunda da odak haline gelmede esas alınacak fiillerin niteliğine dair bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Siyasi Partiler Kanununa 1986 yılında eklenen, fakat Anayasa Mahkemesi tarafından 1998 yılında iptal edilen hüküm odaklaşmada dikkate alınacak fiillerin mahkeme kararıyla ‘sübuta ermesi'ni şart koşmaktaydı."

-SPY'NİN 103. MADDESİNİN ÖNEMİ
Bu arada AKP, iddianamede yer alan gerekçeleri SPY'nin 103'üncü maddesinin önemine dikkat çekerek yanıtladı:

"Siyasi Partiler Kanunu'nun 103'üncü maddesinde yer alan ve odak olma için partilerin 'aykırı fiillerin işlendiği bir mihrak haline geldiğinin sübuta ermesi' şartını arayan hükmün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olması, 'fiillerin varlığı' zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Odak olma koşulu için yine ceza hukuku anlamında fiillerin varlığı gereklidir, ancak bunların 'mahkeme kararıyla sübuta ermiş olması' şart değildir. Başka bir ifadeyle, Anayasa Mahkemesi, parti kapatma davalarında odaklaşmanın gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırırken henüz bir mahkeme kararıyla sübut bulmamış olan fiilleri de dikkate alabilecektir. Ancak bu fillerin ceza hukuku anlamında 'aykırı fiil' niteliğine sahip olması gerekmektedir."

-ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ HATIRLATMASI-
AKP, savunma metninde "odak olma" ile ilgili Anayasa ve Siyasi Partilerin ilgili maddelerini dayanak göstererek yanıt vermeyi tercih etti:

"Çünkü, odaklaşmanın şartları 2001 değişikliğiyle Anayasaya konulduktan sonra, fiillerin niteliğine ilişkin somutlaştırıcı bir düzenleme her ne kadar Anayasa hükmünü tekrarlayan Siyasi Partiler Kanununun 101'inci maddesine konulmamışsa da, aynı Kanunun 102 nci maddesine 12.8.1999 tarih ve 4445 sayılı kanunla eklenen ikinci fıkra hükmünden, Anayasanın 68'inci maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan hükümlere aykırı fiillerin ceza hukuku anlamındaki fiiller olduğu anlaşılmaktadır."

-SPY'NİN İLGİLİ MADDELERİYLE SAVUNMA-
"Bu hükme göre, 'Parti büyük kongresi, merkez karar ve yönetim kurulu veya bu kurulun iki ayrı kurul olarak oluşturulduğu haller, Türkiye Büyük Millet Meclisi grup yönetim kurulu, Türkiye Büyük Millet Meclisi grup genel kurulu, parti genel başkanı dışında kalan parti organı, mercii veya kurulu tarafından Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan hükümlere aykırı fiilin işlenmesi halinde, fiilin işlendiği tarihten başlayarak iki yıl geçmemiş ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı söz konusu organ, mercii veya kurulun işten el çektirilmesini yazı ile o partiden ister. Parti üyeleri 68'inci maddenin dördüncü fıkra hükümlerine aykırı fiil ve konuşmalarından dolayı hüküm giyerler ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bu üyelerin partiden kesin olarak çıkarılmasını o partiden ister."

"Bu düzenlemede geçen 'hüküm giyerler ise' ibaresi, Anayasanın 68'inci maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan hükümlere aykırı fiillerin, ceza hukuku anlamındaki filler olması gerektiğinin kanıtıdır."

-PARTİ KAPATMAYI GEREKTİRECEK EYLEM DEVAMI YOK-
AKP, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Anayasa Mahkemesi'ne sunulan iddianamede partinin laikliğe aykırı eylemlerde bulunmadığını tekrar ederek, iddia edilen eylem ve fillerin ise devam etmediği konusuna dikkat çekti.

AKP, bu görüşlerini ise SPY'nin 102. maddesini dayanak gösterdi:"Siyasi Partiler Kanununun 102 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan düzenleme ile, bir siyasi partinin devlet yardımından yoksun bırakılmasına dayanak oluşturacak fiillerin ceza hukuku anlamında fiiller olması şart koşulmuştur. Devlet yardımından yoksun bırakma gibi daha hafif bir yaptırımın uygulanabilmesinde bile ceza hukuku anlamında fiillerin varlığı şart koşulduğuna göre, bir siyasi partinin kapatılmasına yol açabilecek olan odak haline gelmede dikkate alınacak fiillerin evleviyetle ceza hukuku anlamında filler olacağı açıktır."

-"ODAK HALİ" AĞIR BİR YAPTIRIM-
AKP'nin kapatılmasına gerekçe olarak gösterilen "odak olma" suçlaması, "ağır bir yaptırım" olarak yanıtlandı.
AKP, savunmasında şöyle dedi:

"Odak haline gelme nedeniyle partilerin kapatılması daha ağır bir yaptırım olduğu için, Anayasa odak haline gelme için sadece Anayasaya aykırı eylemlerin varlığını da yeterli görmeyerek, bu eylemlerin yoğunluk ve kararlılık içinde işlenmesini de şart koşmuştur. Bu düzenlemeye göre, Anayasaya aykırı eylemlerin siyasi parti üyelerince yoğun bir şekilde işlenmesi ve bunların yetkili organlarca benimsenmesi şartlarının gerçekleştiği somut ve açık kanıtlarla belirlenmelidir. Parti üyeleri bir takım eylemler icra ediyor, fakat parti organları bunları benimsemiyorsa, parti odak haline gelmez. Yine parti yetkililerinin 'kararlılık içinde' işlenmeyen eylemleri de partiyi odak haline getirmez. Başka bir ifadeyle, Anayasaya aykırı eylemleri işleyenlerin bu eylemleri süreklilik içinde sıklıkla ve yoğunlukla tekrarlamaları zorunludur."

AKP, savunma metninde, bir siyasi partinin eylemleri nedeniyle kapatılabilmesi için o partinin organ ve kurulları ile üyelerince işlenen eylemlerin Anayasa'nın 68'inci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırılık teşkil etmesi gerektiğini vurguladı. Savunmada, "parti eylemlerinin, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olması, sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlaması veya suç işlenmesini teşvik etmesi halinde aykırılık gerçekleşmiş olur. Bu nitelikte olmayan eylemler ise parti kapatma sebebi oluşturmaz" denildi.

-İDDİALARA YANITLAR-
Savunmada "laikliğe aykırılık" iddialarına şu şekilde yanıtlar verildi:"İddianamede, partinin eylem ve söylemlerinin 'laikliğe aykırı olduğu' iddiasına yer verilmiştir. İddianamede 'laikliğe aykırı eylemler' olarak ileri sürülen hususlar, laikliğe aykırı bir nitelik taşımamaktadır...

Laikliğe aykırı eylemden söz edebilmek için, laik devlet düzeninin dinsel kurallara dayalı bir düzenle değiştirilmesi faaliyetinin bulunması şarttır. AK Parti'nin, laikliğe ve Anayasanın 68'inci maddesinde sayılan başka değerlere aykırı hiçbir eylemi ya da açıklaması bulunmamaktadır. Bu durum karşısında kapatma davası ile kurgulanan tez bütünüyle çökmektedir."

-İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VURGUSU-
Düşünce özgürlüğü çerçevesinde kabul edilen ifadelerin, parti kapatmaya gerekçe olmadığı görüşleri dile getirilen savunma metninde şöyle denildi:

"Genel olarak bireyler bakımından düşünce özgürlüğü kapsamında kabul edilen ifadeler, siyasi parti mensuplarınca kullanıldığında bunların kapatma nedeni olarak görülmesi ifade özgürlüğüyle ve onun özel bir kullanım biçimi olan siyasi parti özgürlüğüyle bağdaşmamaktadır. Herhangi bir kişinin serbestçe söyleyebileceği bir sözü bir siyasinin evleviyetle söyleyebilmesi gerekir. Özgürlükçü ve çoğulcu demokrasilerde bundan daha doğal bir şey olamaz. Aksi halde, farklı toplumsal görüş ve talepleri siyasi alana taşımak için kurulan siyasi partiler işlevsiz kalacaktır."

-İBRET VESİKASI-
Savunmada, "Düşünce açıklamalarına dayanarak bir siyasi partinin kapatılmasının talep edilmesi özgürlükçü demokratik rejimin ne derece ciddi bir tehlike ile karşı karşıya bulunduğunu gözler önüne sermektedir. Oluşturduğu mantık kurgusu ile iddianame, demokratik bir ülkede siyasi parti özgürlüğünün özünü ortadan kaldırması ve siyasi partileri gerçek işlevinin dışına çıkardığını göstermesi bakımından da bir ibret vesikasıdır" ifadeleri kullanıldı. Savunmada, iddianamede partililerin Anayasaya aykırı eylemleri olarak nitelendirilen beyan ve faaliyetlerinin neredeyse tamamının, aykırılık oluşturmak bir yana, insan haklarına bağlı demokrat bir partinin savunması gereken düşünce ve politikalardan oluştuğu kaydedildi.

Savunmada, şöyle devam edildi:"Anayasaya 'aykırı eylem' olarak iddianameye konulan ifadelerde insan haklarına, demokrasiye ve hukuk devletine vurgu yapılmaktadır. Kaldı ki, bu nitelikte olmayan, başkalarının katılmayacağı ya da hoş görmeyeceği düşünce açıklamaları dahi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan 'ifade özgürlüğü' kapsamında değerlendirilmelidir. Bir partinin 'Anayasaya aykırı fiillerin odağı' haline gelebilmesi için, bu fillerin sadece ceza hukuku anlamında aykırı fiil olması da yeterli olmayıp 'yıkıcı bir amaca yönelik olması', yani Anayasanın 68'inci maddesinin dördüncü fıkrasındaki değerleri kökten reddetme ve ortadan kaldırma amacını taşıması da gerekir. Bu bağlamda bir siyasi partinin laikliğe aykırı eylemlerin odağı olabilmesi için sunulan delillerde laiklik ilkesini zayıflatmaya veya ortadan kaldırmaya yönelik aktif, saldırgan ve somut bir tutumun bulunması gerekmektedir. İddianamede yer verilen beyanlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde, AK Parti'nin, laiklik ilkesini reddetmek bir yana, demokratik bir ilke olarak pekiştirme konusunda ne kadar kararlı bir tutum içerisinde olduğu görülecektir.

Partimizin, Anayasanın 68'inci maddesindeki değerleri ortadan kaldırmaya matuf en küçük bir eylemi veya söylemi bulunmamaktadır. Aksine Partimiz bu değerleri geliştirmeye yönelik bir misyona sahiptir. Bu misyon, Parti Tüzüğü ve Programı ile altı yıllık iktidarımız dönemindeki icraatla açıkça ortaya konulmuş bulunmaktadır."

-ODAK OLMA ŞARTLARI GERÇEKLEŞMEMİŞTİR-
Savunmada bir siyasi partinin Anayasa'nın 68. maddesine göre aykırı eylemler nedenleriyle kapatılabilmesinin o partinin bu nitelikteki eylemlerin işlendiği bir "odak" haline geldiğinin Anayasa Mahkemesi tarafından belirlenmesine bağlı olduğu, farklı vurgularla tekrar edildi.

Savunmada şöyle denildi:"Anayasada, 'odak olma' durumunun oluşması bakımından parti üyelerinin eylemleri ile parti organ ve kurullarının eylemleri farklı kurallara bağlanmıştır. Anayasa Mahkemesi bir kararında bu konuda şu görüşe yer vermiştir: Siyasi Partiler Yasası'nın 103 ve buna dayanak oluşturan Anayasa'nın 69. maddesi uyarınca bir siyasî partinin, yasak fiillerin işlendiği odak haline geldiğinin saptanması, yalnız tüzelkişiliğin faaliyetlerinin değil, üyeler tarafından yürütülen faaliyetlerin de incelenmesi ile olanaklıdır. Çünkü, ‘odak olma' durumunun oluşması için gerekli olan yasak eylemlerdeki nitelik ve nicelik ile bunların tekrarındaki kararlılık ve süreklilik gibi öğelerin varlığı konusunda, milletvekillerinin Meclis içindeki ve dışındaki söz ve eylemlerinin tümü değerlendirilmedikçe sağlıklı bir sonuca ulaşılamaz."

-AKP LAİKLİĞE AYKIRI BİR EYLEM BENİMSEMEMİŞTİR-
Savunmada, AKP'nin yetkili organları tarafından laikliğe aykırı herhangi bir eylemin benimsenmesinin söz konusu olmadığına dikkat çekilirken, "Partimiz hakkında açılan davada parti üyelerine ait olduğu belirtilen ‘eylemler'in parti yetkili organlarınca benimsendiğine dair deliller sunulamamıştır. Aksine, parti yetkililerinin genelgeler yayınlamak suretiyle açıkça yasakladıkları belediye faaliyetleri, disiplin soruşturması açtıkları beyanlar ya da desteklemediklerini belirttikleri açıklamalar bile partimiz aleyhine 'delil' olarak sunulmuştur. Bu tür eylemlerin partimize isnat edilmesi mümkün değildir" ifadeler yer aldı.

AKP'nin esas savunmasında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadına göre AKP'nin kapatılamayacağı görüşü dile getirildi.

AKP'nin Anayasa Mahkemesi'ne sunduğu esas savunmasında, Türk hukuku bakımından partilerin hukuki denetiminde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin içtihadının uygulanmasının zorunlu olduğu belirtildi. Anayasa Mahkemesi'nin parti kapatma konusundaki kararları ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin içtihadı arasında önemli farklılıklar olduğuna dikkat çekilen savunmada şunlar belirtildi:

"İddianamede siyasi partilerin yasaklanması konusunda AİHM kararları ile ortaya konulan ölçütlere yer verilmekle birlikte, bu ölçütlere göre neden AK Parti'nin kapatılması gerektiği hiçbir şekilde ortaya konulamamıştır. Aksine, iddianamede yer verilen AİHM ölçütlerinin dikkate alınması halinde bu kapatma davasının hiç açılmaması gerekirdi. Bu çerçevede partimiz hakkında düzenlenen iddianame paralelinde kapatma kararı verilmesi durumunda bunun Sözleşme'nin bu üç maddesinin de ihlali olacağı açıktır."

-"KAPATMA DAVASI İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İHLALİ"
AKP hakkında açılan davanın daha önce belirtildiği gibi bir ifade özgürlüğü davası olduğu dile getirilen savunmada, "Partimiz mensuplarının kapatma davasına konu olan sözlerinin hiçbirisi, kin, nefret veya şiddet söylemi içermemektedir. Tersine, bu sözlerin neredeyse tamamında demokrasi, özgürlük, çoğulculuk, hoşgörü, birlik ve beraberlik gibi barışçıl bir şekilde bir arada yaşamayı teşvik eden kavramlar egemendir. Zorlama ve ilgisiz yorumlarla bazı sözlerin ‘şiddet' çağrısı niteliğinde olduğunu söylemek ise kabul edilemez." görüşü dile getirildi.

-"AKP'NİN KAPATILMASI ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İHLALİ"
Savunmada, AKP'nin kapatılmasının, örgütlenme özgürlüğünün ihlali olacağı da ifade edildi. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11'inci maddesine göre toplantı ve örgütlenme özgürlüğünün milli güvenlik, kamu emniyeti ve başkalarının haklarını koruma gibi nedenlerle sınırlanabileceğine dikkat çekilen savunmada şöyle denildi:

"Bir siyasi partiye müdahalenin ‘zorlayıcı toplumsal gereksinim' kriterine uygun olabilmesi, dolayısıyla örgütlenme özgürlüğünün sınırları dışında sayılabilmesi için aşağıdaki üç şartın birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır:

(a) Siyasi partiden kaynaklanan demokrasiye yönelik riskin yeteri kadar yakın/kaçınılmaz olduğunu gösteren ikna edici geçerli delillerin bulunup bulunmadığı;
(b) Siyasi parti mensuplarının dava konusu eylem ve söylemlerinin ilgili partiye isnat edilebilir nitelikte olup olmadığı;
(c) Siyasi partiye isnat edilebilir nitelikteki eylem ve söylemlerin, söz konusu partinin 'demokratik toplum' kavramıyla bağdaşır olmayan bir toplum modelini tasavvur ettiği ve savunduğunu açıkça gösterecek şekilde bir bütün oluşturup oluşturmadığı. AK Parti hakkında açılan davada, bu üç şartın bırakın birlikte gerçekleşmesini, ayrı ayrı dahi gerçekleşmesi söz konusu değildir."

-AB VURGUSU-
İddianamede AKP'nin demokrasiye uzak ya da yakın bir risk oluşturduğuna dair hiçbir delil sunulamadığı, delil sunulmasının da mümkün olmadığı kaydedilen savunmada, AB vurgusu da yapıldı. Savunmada şu ifadelere yer verildi:

"Kopenhag siyasi kriterleri arasında yer alan demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel haklar konusunda çok önemli ilerlemeler sağlayan ve bu yolla ülkeyi AB'ye bir adım daha yaklaştıran bir iktidar partisinin demokrasiyle bağdaşmayan bir projeye sahip olduğu iddiasının hiçbir dayanağı yoktur. Bu tür bir iddia, ancak bir hayal ürünü olabilir. Bu hayali iddiayı inandırıcı kılmak amacıyla sunulan deliller, AİHM'in içtihatları ışığında ortaya çıkan delil hukuku bakımından hiçbir değere sahip değildir. Sonuç olarak, partimizin amaçlarının ‘demokrasiyle bağdaşmadığı' şeklindeki asılsız ve mesnetsiz iddiaların gerekçesi olarak sunulan sözde ‘deliller'in Avrupa İnsan Hakları Hukuku bağlamında da delil vasfı bulunmamaktadır."

Savunmada, AKP'nin tasavvur ettiği ve savunduğu toplum modelinin ‘demokratik toplum' olduğu belirtilerek "Partimizin şeri hükümlerin uygulanması ve bu amaçla şiddete başvurulabileceği yönünde bırakın eylemi, en ufak bir söylemi hatta iması bile bulunmamaktadır. Dolayısıyla, Başsavcılığın AK Partinin siyasi programının demokrasiyle bağdaşmadığına dair iddiası boşlukta kalmaktadır." denildi.

-"BAŞÖRTÜSÜ İLE İLGİLİ AÇIKLAMALAR LAİK REJİM İÇİN TEHDİT OLUŞTURMUYOR"
AKP hakkında açılan davada delillerin büyük bir kısmının parti yetkililerinin türbanla ilgili açıklamalarından oluştuğuna dikkat çekilen savunmada, "Halbuki AİHM'e göre başörtüsüne ilişkin açıklamalar, Türkiye'deki laik rejime yönelik bir tehdit oluşturmamaktadır. Başsavcının AİHM Refah Kararı ile Ak Parti hakkındaki dava arasında kurmaya çalıştığı irtibatın mevcut olmadığını ortaya koymaktadır" denildi.

Savunmada, AKP'nin kapatılmasına yönelik davanın serbest seçim hakkının ihlali olduğu da belirtilerek, "Sonuç olarak, AK Partinin kapatılması sonucu bu tür yaptırımların uygulanması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1 Nolu Ek Protokolünün 3 üncü maddesine ve AİHM'in bu maddeyle ilgili yerleşik içtihadına aykırılık teşkil edecektir" görüşü savunuldu. (ANKA/SÜRECEK)

AKP'nin esas savunmasında, kapatma davasındaki bütün verilerin Başsavcılık tarafından ‘özgürlük aleyhine' yorumlandığı belirtilerek, "Başsavcılık özgürlük lehine yorum yapmak bir yana, adeta ‘niyet okuyuculuğu' yaparak olmayan şeyleri varmış, olmayacak şeyleri de olacakmış gibi gösterme çabası içine girmiştir" denildi. Savunmanın sonuç ve talep bölümünde AKP hakkındaki kapatma davasının reddine karar verilmesi istendi.

AKP'nin esas savunmasında, parti mensuplarına yönelik ithamların mesnetsiz olduğu vurgulanarak, "İddianamede yer alan, başörtüsü, katsayı, Kur'an kursları gibi konularda, çoğu zaman basının soruları üzerine gündeme getirilen anlık açıklamalar şeklinde gelişen konuşma ve demeçler, bazı çevreler tarafından beğenilmese de ifade özgürlüğü kapsamındadır" görüşüne yer verildi.

-VENEDİK KRİTERLERİ SAVUNMADA-
Savunmada Venedik kriterlerine de yer verildi. 7 Venedik kriterinin belirtildiği savunmada şöyle denildi:

"İddia makamı, esas hakkındaki görüşünde, Venedik Komisyonu raporunda siyasi partilere yönelik yasaklama nedenlerinin şiddetle sınırlı olmadığını ileri sürmektedir. Buna göre, ‘Venedik Komisyonu raporunda yer alan yasaklama ilkeleri, yalnızca ‘şiddet' ile sınırlı değildir. Yasaklama ilkeleri arasında; ‘ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve hoşgörüsüzlük' de bulunmaktadır. Başsavcılık, ‘Laikliğin dinsel hoşgörüyü sağlayan, güvence altına alan bir ilke olduğu gerçektir' sözüyle dolaylı olarak laikliğin Venedik Kriterleri arasında yer aldığını ima etmektedir. Bu kriterlerden anlaşılacağı üzere, siyasi partiler ancak şiddet kullanımını savundukları veya demokratik anayasal düzeni yıkmak için şiddeti siyasal bir araç olarak kullandıkları takdirde, yargılama güvencelerine sahip bir prosedür izlenmek koşuluyla ve son çare olarak kapatılabilmektedir. Dolayısıyla yasaklama ilkeleri ‘şiddet'le sınırlıdır. İddia makamının ‘şiddet' dışında saydığı 'ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve hoşgörüsüzlük' müstakil yasaklama ilkeleri değildir."

Başsavcı'nın hem iddianamede hem de esas hakkındaki görüşünde akıl ve mantık kurallarını alt üst edecek şekilde AKP ile şiddet arasında zoraki bir bağlantı kurmaya çalıştığı kaydedilen savunmada, şöyle denildi:

"Aslında AK Parti mensuplarının ısrarlı bir şekilde şiddeti reddeden açıklama ve tutumları iddianamenin bu konuda ne derece gerçeklikten uzak ve önyargılı biçimde hazırlandığını gözler önüne sermektedir. AK Parti, terör ve şiddeti kesin biçimde reddeden, bunu da eylem ve söylemleriyle açık biçimde ortaya koyan bir partidir. Buna karşın Başsavcı, parti üyesi olmayan kişilerin televizyonlarda yaptığı konuşmaları bile partiye isnat etmeye çalışmaktadır. Parti üyesi olmayan kişilerin eylem ve söylemleri ile parti arasında bağ kurmaya çalışmak hukuka aykırıdır. Tıpkı ‘Ilımlı İslam projesi' gibi öteden beri belli odaklarca AK Parti'ye isnat edilmeye çalışılan yakıştırmanın da, Başsavcının iddialarına esas teşkil etmesi gibi, bu konu da Başsavcının siyasi yaklaşımını da ortaya koymaktadır."

-"DANIŞTAY SALDIRISI İLE PARTİMİZ ARASINDA BAĞ KURMAK İFTİRA"-
Danıştay saldırısına da değinilen savunmada, "Türkiye'yi kaosa sürüklemek isteyen odakların tezgahladığı iğrenç Danıştay saldırısıyla, partimiz arasında bir ilişki kurmaya yönelik ifadeler, en hafif tabirle, iftiradır. Başsavcılık, iddianamede olduğu gibi, esas hakkındaki görüşünde de, ‘bir iktidar partisinin tehdit ve hakarete varan açıklamalarının bu tür saldırıları cesaretlendireceği açıktır' demek suretiyle adeta bu iftira kampanyasına iştirak etmektedir" denildi.

İddianamenin olgulardan tamamen uzak bir şekilde ve ideolojik kaygılara dayalı ve bir iddiaya delil üretme çabası içinde olduğu öne sürülen savunmada, AKP ile şiddet arasında bağ kurmaya yönelik ifadelerin tamamen hayal dünyasında üretilen spekülasyon ve vehimlerden ibaret olduğu görüşü dile getirildi.

-CUMHURİYET MİTİNGLERİ SAVUNMADA-
AKP'ye karşı pek de sessiz oldukları söylenemeyecek hatırı sayılır miktarda sesli bir muhalefet olduğu dile getirilen savunmada, cumhuriyet mitingleri ise buna örnek gösterildi. Savunmada, "Cumhuriyet mitingleri olarak adlandırılan protesto girişimlerinde partimizin politikalarına yönelik olarak oldukça sesli ve hiç de 'çekingen' sayılamayacak bir muhalefet yürütülmüştür. Bu tür muhalefet girişimlerinin ardından yapılan 22 Temmuz 2007 seçimlerinde partimiz, büyük bir çoğunluğu ‘sessiz kitleler'den olmak üzere, kullanılan oyların yaklaşık yarısını alarak ikinci kez tek başına iktidara gelmiştir. Bu sonuç bile, tek başına toplumun iktidarımızdan tedirgin olmak bir yana, memnuniyetinin artarak devam ettiğinin 'demokratik ölçüm aletleri'yle kesin olarak teyit edilmiş bir delilidir" denildi.

-"BAŞSAVCININ UZMANLIK ALANININ DIŞINDA" Savunmada, AKP'yi hoşgörüsüzlükle itham etmenin gülünç olduğu da kaydedildi. Başsavcının kendi uzmanlık alanı dışındaki konularda hüküm vermesinin doğru olmadığı belirtilen savunmada, iddianamede yer alan ve AKP'nin kapatılan RP ve Fazilet Partisi'nin devamı niteliğinde olduğuna ilişkin iddiaya da "partimiz hiçbir partinin devamı değildir" karşılığı verildi.

AKP hükümetlerine yönelik suçlamaların mesnetsiz olduğu ifade edilen savunmada, iddianamede yer alan suçlamalara, "yasama faaliyetlerinden dolayı partimiz sorumlu tutulamaz, AKP hükümetlerinin dış politikası ile laiklik arasında bir ilişki kurulması yanlıştır, Dışişleri Bakanlığı genelgeleri laikliğe ve hukuka aykırı değildir, AKP hükümetine yönelik kadrolaşma ithamının hiçbir dayanağı yoktur, hastalar için ibadet mekanı düzenlemesi on yıldır yürürlüktedir, çocukların din eğitimi özgürlüğünü savunmak bizatihi laikliğin gereğidir, meslek liselerine yönelik katsayı farklılığının kaldırılmasını savunmak eğitimde fırsat eşitliğinin gereğidir, fakir ve başarılı öğrencilerin devletçe özel okullarda okutulması girişimi sosyal devletin bir gereğidir, dini bayramların ulusal bayramlardan daha coşkulu kutlandığı iddiası doğru değildir, içki yasağının yaygınlaştırılması ile ilgili iddialar asılsızdır" yanıtları verildi.

Savunmanın, kapatılma davasının reddine karar verilmesinin istendiği sonuç ve talep bölümünde ise şöyle denildi:

"Hakkımızda açılan bu davadaki bütün verilerin Başsavcılık tarafından ‘özgürlük aleyhine' yorumlandığı görülmektedir. Oysa evrensel insan hakları hukukunun temel ilkesi ‘özgürlük lehine yorum'dur. Başsavcılık özgürlük lehine yorum yapmak bir yana, adeta ‘niyet okuyuculuğu' yaparak olmayan şeyleri varmış, olmayacak şeyleri de olacakmış gibi gösterme çabası içine girmiştir. Bu davada partimize yaptırım uygulanmasını gerektirecek haklı hiçbir sebep bulunmamaktadır. Esasen, AK Parti hukuka aykırı eylemlerin değil, millete hizmetin, insan haklarının, demokrasinin, barış ve kardeşliğin, hoşgörünün ve Türkiye sevdasının odağı olmuştur. AK Partinin altı yıllık iktidarı dönemindeki icraatları, onun; demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin teminatı olduğunu açıkça ortaya koymuştur."

ANKA

En Çok Aranan Haberler