HABER

İşte AKP savunmasının tam metni (3)

II. DEMOKRASİLERDE SİYASİ PARTİ ÖZGÜRLÜĞÜ VE SINIRLARI
1. Demokrasi ve Siyasi Partiler
Demokrasi, siyasi yönetimin meşruiyetini yönetilenlerin rızasına ve temsiline dayandıran bir yönetim biçimidir. "Halkın iktidarı" anlamına gelen demokrasi, eşitlik, özgürlük ve çoğulculuk gibi değerleri öne çıkaran toplumların yegâne siyasi tercihidir. Çağdaş demokrasilerin temel ilke ve kurumları serbest ve düzenli seçimler, çoğulculuk ve siyasi yarışma, insan hakları, hukuk devleti ve temel politikaları belirleme yetkisine seçilmişlerin sahip olmasıdır. Demokrasiyi diğer yönetim biçimlerinden ayıran temel özellik, yönetilenlerin kendileriyle ilgili karar ve kuralların oluşturulması sürecine katılmalarıdır. Başka bir ifadeyle, demokrasilerde halk hem yönetilen hem de yönetendir. Demokratik ülkelerde hukuk kurallarına riayet edenler, son tahlilde başkalarının iradesine değil, kendi iradelerine itaat etmiş sayılmaktadır. Kısacası, yönetime ve onun aldığı kararlara meşruiyet sağlayan husus, halkın temsilcileri yoluyla siyasi sürece katılmasıdır. Dolayısıyla, siyasi katılım demokrasinin temel unsurudur.
Bu nedenle, halkın yönetime katılımının başlıca aracı olan siyasi partiler, demokrasilerde merkezi bir role ve öneme sahiptirler. Siyasi partiler, toplumdaki farklı düşünce ve görüşleri siyasi alana taşıyarak, halkın temsili, siyasi iktidarın kullanılması ve muhalefet işlevlerini yerine getirirler. Bu nedenle demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olarak kabul edilmektedirler. Modern demokrasiler, aynı zamanda "partiler demokrasisi" olarak da anılmaktadır. Demokrasiyi geliştiren partilerdir ve demokrasi partiler dışında düşünülemez. Siyasi partiler, toplumsal alanda oluşan farklı görüş ve taleplerin siyasi sisteme taşınmasını sağlayan kurumlardır. Bu yönüyle, partiler sivil toplumla siyasal toplum arasındaki bağlantıyı kurarlar. Siyasi partiler, bir yandan toplumsal talepleri siyasi karar alma mekanizmasına taşıyarak aşağıdan yukarıya bir hareketlilik sağlarken, diğer yandan makro düzeyde politikaların uygulanması yoluyla da bu taleplerin hayata geçirilmesini sağlarlar. Bu fonksiyon onları siyasi katılımın temel araçları konumuna getirmektedir. Bu nedenledir ki, siyasi partiler uluslararası sözleşmeler ve demokratik anayasalar tarafından güvence altına alınmıştır.
Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre, siyasi partiler demokrasinin layıkıyla işleyebilmesi için hayati bir rol oynayan örgütlerdir. Bu nedenle, partilere yönelik her müdahale, kaçınılmaz olarak hem örgütlenme özgürlüğünü hem de sonuçta demokrasiyi etkileyecektir. (TBKP/Türkiye, par.25, 31). Dolayısıyla, bir siyasi partinin kapatılması, ancak fevkalade ciddi durumlarda başvurulabilecek son derece ağır bir yaptırımdır. (Sosyalist Parti/Türkiye, par.51; ÖZDEP/Türkiye, par.45).
Siyasi parti özgürlüğü, çoğulcu demokrasilerin olmazsa olmazı olan düşünce ve ifade özgürlüğünün özel bir kullanım biçimidir. Siyasi partiler toplumsal ve siyasi sorunların çözümüne yönelik farklı programlara sahiptirler. Partileri birbirinden ayıran ve siyasi parti özgürlüğünü anlamlı kılan temel özellik de budur. Tüm siyasi partilerin aynı görüşleri benimsemesi ve adeta ortak programa sahip olmasının istenmesi çoğulcu demokrasiyle bağdaşmaz. Siyasi partilerin savunduğu görüşlerin değeri, onların doğru, tutarlı veya isabetli olmasından değil, demokratik ve barışçıl bir yöntemle ifade edilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Farklı görüşlerin yasaklanması, siyasi rejimi özgürlükçü, çoğulcu ve demokratik olmaktan çıkarıp, tek sesli ve baskıcı bir yapıya dönüştürme tehlikesi doğurabilir.
Demokrasilerde, siyasi partiler kendi görüşleri doğrultusunda oluşturdukları programları ile halkın karşısına çıkarlar ve iktidarı yarışmacı seçimler sonucunda elde etmeyi amaçlarlar. Serbest seçimler sonucunda iktidara gelen bir parti, ülke sorunlarının çözümü için demokrasi ve hukukun üstünlüğü çerçevesinde programını uygulama yetkisine sahiptir. Demokrasilerde iktidarların el değiştirmesi ancak seçim yoluyla mümkündür.
Siyasi partiler sahip oldukları vazgeçilmez konumları nedeniyle, demokrasilerde hukuki güvenceye kavuşturulmuştur. Bu çerçevede partilerin yasaklanması konusunda çok önemli koruyucu hükümler getirilmiş ve kapatılmaları oldukça zor koşullara bağlanmıştır. Kapatma biçimindeki yaptırım, siyasi parti özgürlüğünün özünü ortadan kaldırabileceği içindir ki, ancak zorunlu durumlarda istisnai ve en son çare olarak düşünülmektedir. Siyasi partilerin keyfi ve ölçüsüz olarak yasaklanmasının çoğulcu demokratik rejimin özünü zedeleyeceği kabul edilmektedir.
Batılı demokrasilerdeki siyasi partilerin yasaklanması konusundaki uygulamada da bu evrensel standartlara uygun hareket edilmiştir. Nitekim Avrupa'da 1950'lerden bugüne kadarki süreçte sadece üç siyasi parti kapatılmıştır. Bunlardan ikisi, Avrupa'nın yaşadığı totaliter diktatörlüklerin etkisiyle Federal Almanya'da verilmiş kapatma kararlarıdır. Bu partilerden Nazi partisi olan Sosyalist Reich Partisi 1952 yılında, Alman Komünist Partisi ise 1956 yılında kapatılmıştır. Türkiye'de siyasi parti kapatma yaptırımına sürekli örnek gösterilen Almanya'da, Anayasa Mahkemesi, 1951 yılında Federal Hükümet tarafından açılan Komünist Partisi davasında, bir siyasi partinin siyasi yarışma sonucu tasfiye olmasının onun bir yargı kararıyla yasaklanmasına nazaran daha doğru olacağı düşüncesiyle, yıllarca kapatma kararı vermekten imtina etmiş, ancak Hükümetin başvurusunu geri çekmeyeceğine kanaat getirince kapatma kararı vermiştir. (Donald P. Kommers, The Constitutional Jurisprudence of the Federal Republic of Germany, Durham&London: Duke University Pres, 1989, s.227-228). Ayrıca, bu ülkede kapatılan partilerin devamı niteliğindeki partilerin halen siyasi alanda faaliyetlerini sürdürdükleri de bilinmektedir. Avrupa'da daha sonraki dönemde kapatılan yegane parti ise İspanya'daki Herri Batasuna Partisidir. Bu parti 2003 yılında ayrılıkçı terör örgütü ETA ile organik bağının bulunduğu gerekçesiyle kapatılmıştır.
Siyasi partilerin kapatılması konusundaki evrensel standartların, insan haklarına saygılı ve demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye açısından da geçerli olması gerektiğinde kuşku yoktur. Nitekim 1961 ve 1982 Anayasalarında siyasi partilerin demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları olduğu açıkça belirtilmiştir. Anayasalarımızda bu evrensel ilke yer almasına rağmen, uygulamada çok sayıda parti demokratik sistemlerde ve uluslararası sözleşmelerde öngörülen kriterlere aykırı bir şekilde kapatılmıştır. Böylece siyasi partilerin demokrasiler açısından "vazgeçilemezliği" ilkesi adeta tersine çevrilmiştir. Bu durum, siyasi partileri uygulamada kolaylıkla "vazgeçilebilir" hale getirmiştir.
1961 Anayasasının yürürlüğe girdiği tarihten bu yana Anayasa Mahkemesi tarafından yirmidört siyasi parti kapatılmıştır. Bu sayıya askeri müdahaleler döneminde kapatılan siyasi partiler dâhil değildir. Kapatılan parti sayısı itibariyle Türkiye, çağdaş demokrasilerde kırılması imkansız bir rekorun sahibidir. Sadece 1961 Anayasası döneminde kapatılan parti sayısı bile tek başına demokratik ülkelerde kapatılan partilerin toplamından daha fazladır. 1982 Anayasası döneminde daha yoğun biçimde parti kapatma kararları verilerek siyasi alan iyice daraltılmıştır. Öte yandan, yoğun biçimde siyasi parti kapatma kararı vermekle, ülkedeki sorunlara demokrasi ve hukuk sınırları içerisinde çözümler üretme ve sorunları böylece çözme imkanı da ortadan kaldırılmaktadır. Yasaklama biçimindeki yaptırım nedeniyle düşünce ve siyasi parti özgürlüklerinin içi boşaltılmaktadır.
Türkiye uygulamasının evrensel standartlara uymadığının en açık göstergesi, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen siyasi parti kapatma kararlarının biri hariç tamamının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından Sözleşmenin ihlali olarak kabul edilmiş olmasıdır.
2. Siyasi Partilerin Yasaklanmasında Evrensel Standartlar
İddianamede siyasi parti kapatma nedenlerinden bahsedilirken AİHS hükümleri ve Venedik Komisyonu ilkelerine de atıf yapılmakla birlikte, Venedik Komisyonu ilkelerinin siyasi partiler için son derece güvenceli bir koruma sistemi getirdiği, sadece şiddeti benimseyen siyasi partilerin kapatılabileceğine cevaz verdiği gerçeği görmezlikten gelinmektedir.
Avrupa Konseyi bünyesinde ortak bir demokrasi standardını oluşturmak amacıyla kurulan Venedik Komisyonu, siyasi partilerin yasaklanması ve kapatılmaları konusundaki 2000 tarihli raporunda şu ilkeleri belirlemiştir:
• Siyasi partinin anayasada barışçıl yöntemlerle bir değişiklik yapmayı savunması tek başına onun yasaklanması ya da kapatılması için yeterli bir delil olarak görülemez.
• Siyasi partiler, ancak şiddet kullanmayı savunmaları ya da demokratik anayasal düzeni ortadan kaldırmak suretiyle hak ve özgürlükleri yok etmek amacıyla şiddeti siyasi bir araç olarak kullanmaları durumunda yasaklanabilir.
• Partilerin yasaklanması veya kapatılması biçimindeki yaptırım istisnai bir tedbir olarak en son çare biçiminde kullanılmalıdır.
• Siyasi parti hakkında dava açılmadan önce, davayı açacak hükümet ya da diğer devlet organlarınca, siyasi partinin özgür ve demokratik siyasi düzen veya hak ve özgürlükler için gerçek bir tehlike oluşturup oluşturmadığına ve kapatma ya da yasaklama yaptırımı dışında daha hafif tedbirlerle bu tehlikenin önlenmesinin mümkün olup olmadığına bakılmalıdır.
• Siyasi parti kapatma davaları, hukuki usulün tüm güvencelerine yer veren, aleni ve adil bir yargılama sonucunda karara bağlanmalıdır.
Bu ilkelerden de anlaşılacağı üzere, Venedik Komisyonu siyasi partilerin ancak şiddeti savunma veya şiddeti politik bir araç olarak kullanma durumunda kapatılabileceğini belirtmektedir.
Diğer yandan, siyasi partilerin kapatılması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin birçok maddesiyle ilgilidir. Partilerin tüzel kişilik olarak kurulması ve faaliyette bulunması, temel olarak 11 inci maddenin koruması altındadır. AİHM, siyasi parti özgürlüğünü örgütlenme özgürlüğünün bir unsuru olarak görmektedir.
Siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin davalar Sözleşmenin 10 uncu maddesiyle korunan ifade özgürlüğüyle de yakından ilgilidir. Kapatma davasında sunulan "delillerin" neredeyse tamamı ilgili parti üyelerince değişik tarihlerde yapılan açıklamalardan ibaret olduğundan, dava açısından ifade özgürlüğünün önemi daha da artmaktadır.
Yargılama sırasında ortaya çıkabilecek ihlaller Sözleşmenin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6 ncı maddesini de devreye sokabilecektir. Kapatma kararının sonuçları dikkate alındığında, mülkiyet hakkı ihlali de gündeme gelebilecektir.
Ayrıca, bir siyasi partinin kapatılmasına neden olduğu gerekçesiyle partili milletvekillerinin parlamento üyeliğinin düşürülmesi ve beş yıl süreyle herhangi bir partide yer alamaması yaptırımı, AİHS'in 1 nolu Protokolünün 3 üncü maddesine aykırılık sonucunu doğurabilecektir. Sadak/Türkiye (2002) kararında AİHM, başvurucuların partilerinin kapatılması sonucu otomatik olarak milletvekilliklerinin düşmesinin orantılı bir yaptırım olmadığına karar vermiştir. Mahkemeye göre, bu yaptırım Sözleşmenin 1 Nolu Protokolünün 3 üncü maddesinde korunan seçilme ve parlamento üyesi olma hakkının özüyle bağdaşmadığı gibi, başvurucuları parlamentoya üye olarak gönderen seçmenin egemen iradesini de ihlal etmiştir. (par.40).
Aynı şekilde, partilerinin kapatılması sonucu haklarında beş yıl parti yasağı getirilen Nazlı Ilıcak, Merve Kavakçı ve Mehmet Sılay'ın başvuruları üzerine, 2007 yılında AİHM, Sözleşme'nin seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM'in bu kararlarına göre, Anayasanın milletvekilliğinin düşmesi ve beş yıllık parti yasağı sonuçlarını doğuran hükümleri siyasi parti mensupları bakımından oldukça ağır bir yaptırım öngörmektedir. Başvuru sahipleri hakkında uygulanan bu ciddi yaptırımlar, sınırlama sebebi olan meşru amaçlarla orantısız bulunmuştur.
Siyasi parti özgürlüğünün sınırları konusundaki AİHM içtihadı Türkiye'de kapatılan partilerin yaptığı başvurular üzerine oluşturulmuştur. AİHM bu kararlarında siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin ilke ve ölçütleri açık bir biçimde ortaya koymuştur. Bu ilke ve ölçütleri şu şekilde özetlemek mümkündür:
• Siyasi parti kararlarında AİHS'in 11 inci maddesi, ifade özgürlüğünü koruyan 10 uncu maddeyle birlikte değerlendirilmelidir.
• Siyasi partilerin program ve projelerinin devletin anayasal yapısı ve ilkeleriyle uyuşmaması, bunların demokrasiyle de bağdaşmadığı anlamına gelmez. Buna göre, demokrasinin kendisine zarar vermediği müddetçe, siyasi partiler mevcut anayasal düzeni sorgulayabilirler, farklı siyasi görüşleri savunabilirler.
• Siyasi parti özgürlüğüyle ilgili Sözleşmenin 11 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki sınırlama sebepleri oldukça dar ve katı yorumlanmalıdır.
• Siyasi partiler, inandırıcı ve zorunlu sebeplerle ve ancak istisnai olarak kapatılabilir.
• Bir siyasi partinin gerçekleştirdiği faaliyetlerde kullandığı tüm yöntemler hukuki ve demokratik nitelikte olmalıdır.
• Siyasi partinin önerdiği değişikliklerin kendisi de bizzat temel demokratik ilkelere uygun olması gerekmektedir.
• Siyasi partinin tüzük veya programındaki ifadelerden hareketle kapatılması söz konusu olamaz, partinin somut öneri ve faaliyetleri olmalıdır.
• Siyasi partilere yönelik sınırlamalar, demokratik bir toplumda zorunlu ve meşru amaçla orantılı olmalıdır. Kapatma yaptırımının "zorlayıcı toplumsal ihtiyaca" cevap vermeye yönelik olması gerekir.
İddianamede siyasi partilerin yasaklanması konusunda AİHM kararları ile ortaya konulan ölçütlere yer verilmekle birlikte, bu ölçütlere göre neden AK Partinin kapatılması gerektiği hiçbir şekilde ortaya konulamamıştır. Aksine, iddianamede yer verilen AİHM ölçütlerinin dikkate alınması halinde bu kapatma davasının hiç açılmaması gerekirdi.
Nitekim, AİHM'e göre parti kapatma yaptırımının "zorlayıcı toplumsal gereksinim" şartını sağlayıp sağlamadığını belirlemek için şu üç temel şartın gerçekleşmesi gerekmektedir (RP/Türkiye, Büyük Daire, par.104):
(1) Bir siyasi partiden kaynaklanan demokrasiyi ortadan kaldırmaya yönelik riskin yeteri kadar yakın/kaçınılmaz olduğunu gösterecek, varlığı ispat edilmiş sağlam, inandırıcı deliller bulunmalıdır.
(2) İlgili siyasi parti yöneticilerinin ve üyelerinin eylem ve beyanları partiye isnat edilebilir nitelikte olmalıdır.
(3) Siyasi partiye isnat edilebilir nitelikteki eylem ve beyanlar, partinin "demokratik toplum" kavramıyla bağdaşmayan bir toplum modelini tasavvur ettiğini ve savunduğunu açıkça ortaya koyacak şekilde bir bütün teşkil etmelidir.
Bu şartların hiçbiri bu davada söz konusu değildir, olamaz da. Çünkü AK Parti, demokrasiye yönelik yakın ya da uzak bir risk teşkil etmek bir yana, bu ülkenin demokratlarının yöneldiği neredeyse yegane adres haline gelmiştir. Bu gerçeğe tersinden bakmak ve aksini göstermeye çalışmak için kullanılan sözler, hiçbir şekilde AİHM'in kastettiği anlamda hukuki ve inandırıcı delil olarak vasıflandırılamaz. Doğrulukları bile araştırılmadan dosyaya konan gazete haberleri, bağlamlarından koparılan sözler, tekzip edilen beyanlar, yanlış çevrilen röportajlar ve tüm bunlardan çıkarılmaya çalışılan kurgusal ve sanal sonuçlar eğer gerçekten "delil" kabul edilecekse, bu "deliller" karşısında yeryüzünde demokrasi için risk teşkil etmeyecek bir siyasi parti bulmak imkansız hale gelecektir.
Öte yandan iddianame, partimizi geçmiş bazı partilerin devamı olarak gösterme gayreti içindedir. Burada amaç bellidir. AİHM'in bir siyasi partiyle ilgili olarak verdiği karardan hareketle, partimizin de kapatılmasının Sözleşme'ye uygun olacağı izlenimi oluşturulmak istenmektedir. Ancak, bu gayret beyhudedir. AK Parti 2001 yılında tamamen yeni bir parti olarak kurulmuş ve bunu sadece söylemleriyle değil, eylemleriyle de göstermiştir.
AK Parti, programını henüz gerçekleştirme imkanı bulamamış bir muhalefet partisi de değildir. Şimdiye kadar, ülkenin daha ileri gitmesi için önerdiği ve yaptığı tüm reformlar, AİHM'in öngördüğü kriterler çerçevesinde her bakımdan yasal ve demokratik araçlarla gerçekleşmiştir. AK Partinin şu ana kadar gerçekleştirdiği ve gerçekleştirmeyi taahhüt ettiği önerilerin tamamı da demokrasinin temel ilkeleriyle uyumludur. Hatta, 2002 yılından beri yapılanlar Türkiye'de insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün tarihte hiç olmadığı kadar pekiştirilmesine imkan sağlamıştır. Bu açık ve yalın gerçeğe rağmen partimizle ilgili doğrudan veya dolaylı olarak "antidemokratiklik" suçlamasının yapılması, bilinen tüm akıl ve mantık kurallarını alt üst etmek olacaktır. Bu durum, şayet kavram karışıklığından kaynaklanmıyorsa, kesinlikle bir önyargı ve kötü niyetin ürünüdür.
3. Türkiye'de Siyasi Partilerin Yasaklanması
Türkiye'de siyasi parti özgürlüğü ve sınırları Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu tarafından düzenlenmiştir. 1995 ve 2001 yıllarında yapılan Anayasa değişiklikleri ile evrensel standartlara uyum amacıyla siyasi partileri korumaya yönelik daha güvenceli hükümler getirilmiş ve kapatma zorlaştırılmıştır. 1995 yılında Anayasanın 69 uncu maddesinin altıncı fıkrasında yapılan değişiklikle, siyasi partilerin 68 inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü kapatılmasında "odak olma" koşuluna yer verilmiştir. 2001 yılında ise odak olmanın şartları 69 uncu maddenin altıncı fıkrasına eklenerek, siyasi partilerin eylemleri nedeniyle kapatılmaları önceki duruma göre daha da zorlaştırılmıştır. 2001 yılında ayrıca, Anayasa Mahkemesinin siyasi parti kapatma davalarında kapatma için en az beşte üç oy çokluğuyla karar alma şartı getirilmiş (m.149/1) ve kapatma yaptırımı yerine, dava konusu fiillerin ağırlığına göre ilgili siyasi partinin Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına da karar verilebileceği öngörülmüştür (m. 69/7).
2001 Anayasa değişikliğiyle, bir siyasi partinin "Anayasaya aykırı eylemlerin odağı olması"nın şartları Anayasada açıkça düzenlenmiştir. Buna göre, bir siyasî parti, Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemler "o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğru¬dan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır". (m.69/6).
Bu düzenlemeye göre, Anayasaya aykırı eylemlerin siyasi parti üyelerince yo¬ğun bir şekilde işlenmesi ve bunların yetkili organlarca benim¬senmesi şartlarının gerçekleştiği somut ve açık kanıtlarla belirlenmelidir. Örneğin, üyeler bir takım eylemler icra ediyor, fakat parti organları bunları benimsemiyorsa, parti odak haline gel¬mez. Yine parti yetkililerinin "kararlılık içinde" işlenmeyen eylemleri de partiyi odak haline getirmez. Başka bir ifadeyle, Anayasaya aykırı eylemleri işleyenlerin bu eylemleri süreklilik içinde ve sıklıkla tekrarlamaları zorunludur.
Ayrıca, 2001 Anayasa değişikliklerinden sonra siyasi partilerin sadece beyanlardan dolayı "odak" haline gelmesi mümkün değildir. Zira, Anayasanın 69 uncu maddesinin altıncı fıkrasında "eylemler"den dolayı bir siyasi partinin odak olabileceği öngörülmektedir. Bu değişiklik, ifade özgürlüğünün alanını genişletmek amacıyla Anayasanın Başlangıç kısmının beşinci paragrafında yapılan değişiklikle de paralellik arz etmektedir. Bu bağlamda, "beyan" değil de "faaliyet"i sınırlandıran bir değişiklik yapılmıştır. Başlangıç kısmında yapılan bu değişiklikle "düşünce ve mülahaza" ibaresi "faaliyet" sözcüğüyle değiştirilmiştir. Anayasa değişikliği teklif gerekçesinde "düşünce ve mülahaza" ibaresinin "doğrudan düşünceye bir sınır teşkil etmesi nedeniyle" değiştirildiği açıkça belirtilmiştir.
Diğer yandan, Anayasanın 90 ıncı maddesinde 2004 yılında yapılan değişiklik de siyasi partilerin kapatılması bakımından önemli sonuçlar doğuracak niteliktedir. Anayasa Mahkemesi, siyasi partilerin kapatılması davalarını görürken Anayasa ve Siyasi Partiler Kanununda yer alan hükümlerin yanı sıra, Anayasa'nın 90 ıncı maddesi uyarınca, uluslararası insan hakları sözleşmelerini de dikkate almak durumun¬dadır. Zira Anayasa Mahkemesi parti denetimi yaparken "bir davaya bakan mahkeme" konumundadır. Nitekim, iddianameye göre de, "SPY'nın öncelikle İHAS gözetilerek ve Anayasa hükümleri de İHAS'a göre yorumlanarak, siyasi partiler hakkındaki kapatma yaptırımın irdelenmesi gerekmektedir" (s.9).
Türk hukuku bakımından uluslararası sözleşmeler 2004 tarihli Anayasa değişikliğine kadar iç hukukta kanunlarla eşdeğerde iken, 2004 yılında Anayasanın 90 ıncı maddesine eklenen bir hükümle insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeler ile kanunların çatışması halinde sözleşme hükmünün uygulanması esası benimsenmiştir. Bu yeni hükme göre, "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." Özellikle parti özgür¬lüğünü güvence altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ifade ve örgütlenme özgürlüklerine ilişkin hükümleri ile bu hükümlerin uygulanmasına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının göz önünde tutulması ve bunlar ile iç hukuk kuralları arasında bir çatışma görülmesi halinde, Sözleşme hükümleri ile Mahkeme içtihatlarının öncelikle uygulanması zorunludur.
Anayasa Mahkemesinin parti kapatma konusundaki kararları ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihadı arasında önemli farklılıklar vardır. Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesinin 2004 Anayasa değişikliğinden sonra bakacağı parti kapatma davalarında AİHM içtihadını dikkate alarak 2004'ten önce ortaya koyduğu ve parti özgürlüğünü büyük ölçüde daraltan içtihadını değiştirmesi gerekmektedir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi, 2.3.2007 tarihli kararıyla, AİHM'in siyasi parti davalarında verdiği ihlal kararlarını yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul etmiştir. Bu kararında Anayasa Mahkemesi, "Kapatılan Türkiye Birleşik Komünist Partisi hakkındaki davanın 4.12.2004 günlü, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 311. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi uyarınca yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülmesi isteminin, aynı Yasa'nın 318. maddesi uyarınca KABULE DEĞER OLDUĞUNA" karar vermiştir.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Türkiye'de siyasi partiler hukuku alanında yapılan anayasal ve yasal değişiklikler, siyasi partileri daha güvenceli bir konuma getirme amacını taşımaktadır. Bu değişikliklerden sonra, Türk hukuku bakımından da bir siyasi parti ancak istisnai durumlarda ve en son çare olarak kapatılabilecektir. Siyasi parti kapatma davalarında yetkili yargısal makamların anayasa koyucunun bu açık iradesini dikkate alması, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin bir gereğidir.

YORUMLARI GÖR ( 0 )

En Çok Aranan Haberler