Bir sektör haline gelen kaçak etler ise herhangi bir kontrolden geçmeden birinci elden vatandaşa satıldığı için sağlık açısından büyük risk taşıyor. Bugün Ankara ve İstanbul'da tüketilen etlerin yüzde 50'sinin kaçak olması ise tehlikenin ne kadar büyük olduğunu ortaya çıkarıyor. Etlerde en büyük tehlikeyi herhangi bir kontrolden geçmeyen kaçak etler oluşturuyor. Bu etlerin içlerinde ne tür hastalıklar taşıdığı bilinmezken özellikle bilinçsiz üreticilerin kullaktan duyma bilgiler ile kanserojen madde içeren katkı maddelerini gelişi güzel sucuk, salam gibi işlenmiş ürünlerin içine atmaları halk sağlığını tehdit ediyor.
Sağlıklı beslenmek için, protein bakımından zengin olan etler büyükşehirde yaşayan insanların korkulu rüyası haline geldi. Büyükşehirlerde tüketilen etlerin yüzde 50'si kaçak yollarla tüketiciye sunuluyor. Ankara'da belediyeler dışında canlı hayvan kesim izni bulunan Ticaret Borsası mezbahası sadece haftanın iki günü kesim yapıyor. Bu ise Ankara'daki et tüketiminin aylık ancak yüzde 25'ini karşılıyor. Ruhsat sahibi belediyeler ise gerekli hijyen koşulları yerine getirmezken, halkın tüketime sunulan etler resmi veteriner hekim kontrolünden geçmiyor.
Gıda ile ilgili konulara Avrupa Birliği mevzuatını getiren Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, mezbahalara aynı kriterleri henüz getirmedi. AB normlarına göre mezbahalarda gerekli hijyen koşulların yanısıra devletin görevlendirdiği resmi bir veteriner hekim kontrolü zorunluluğu varken Türkiye'de ruhsatlı mezbahalarda bile resmi veteriner hekim görev almıyor. Sorunun diğer bir kısmını ise mezbahalara uğramadan, kaçak kesilen hayvanlar oluşturuyor. Bu hayvanların ne tür hastalık taşıdığı bilinmediği için riskin büyüklüğü de bilinemiyor.
"KAÇAK ETLER SERSERİ MAYIN GİBİ NE ZAMAN PATLAYACAĞI BELLİ OLMAZ" Türkiye'de yaşanan 'kaçak et' çıkmazını Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. İrfan Erol gözler önüne seriyor. İnsanların sağlıklı beslenmesinin ve yedikleri ürünlere güvenmelerinin önemine değinerek, Türkiye'de kesilen hayvanların önemli bir kısmının kontrol dışı kesildiğini söyledi. Erol, "Türkiye'de tüketilen etlerin yarısı kaçak. Örneğin, Ankara'daki günlük et tüketimi miktarı ile mezbahardaki kesim miktarına bakıldığında, etlerin yarı yarıya kaçak olduğu ortaya çıkıyor. Ruhsatlı mezbahaların büyük bir kısmında yönetmelik değişikliğine rağmen minimum hijyen kurallarına uyulmuyor" dedi. Türkiye'de kaçak hayvan girişinin 1996 yılından bu yana artarak devam ettiğini anlatan Erol, özellikle halk sağlığı ile ilgili olarak 1996 yılından bu yana kesilen hayvanların önemli bir kısının kontrol dışı kesildiğine dikkat çekti. Mezbahaların büyük bir kısmının yönetmelik değişikliğine rağmen minimum hijyen kurallarına uymadığının altını çizen Erol, AB mevzuatında mezbahalarda devletin resmi veterineri görev alırken, Türkiye'de hala böyle bir uygulamanın oldağını söyledi. Belediyelerdeki mezbahalarda da aynı sorunun yaşandığını vurgulayan Erol, mezbahaların bir çok teknolojik imkandan yoksun olduğu için, hijyen koşullarına uygun olup olmadığı ile ilgili kararın ancak devletin görevlendirdiği veteriner hekimin karar verebileceğini kaydetti.
Mezbahalarda kesilen hayvanların belirli bir kontrolden geçtiği için ne tür risk taşıdığının bilindiğini ve buna göre önlemlerin alınabileceğini anlatan Erol, kaçak et ile ilgili tehlikenin bile ne olduğunun bilinmediği söyledi. Kaçak etleri 'Serseri mayına' benzeten Erol, "Ne zaman, nerede patlayacağı bilinmeyen serseri mayınlar gibi kaçat etlerin de insan sağlını ne zaman riske atacağı bilinmiyor" ifadesini kullandı. Kaçak etler ile ilgili sadece Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın değil toplumun tüm birimlerinin duyarlı olması gerektiğini dile getiren Erol, "Kaçak etin ne olduğunu bilemezsin, belki ölmüş, belki ölmek üzere olan bir hayvanı kesiyorlar. Belki hayvan iki gün önce çok hastaydı fazla miktarda antibiyotik almış olabilir. Bunu bilemeyiz. Etin 10 milyon olduğu bir ülkede 1.5 milyona sucuk satılırsa içinde, domuz eti de olur at eti de olur" diye konuştu.
"İZMİR'DE ÇİĞKÖFTE OLAYI YAŞANMASA DOMUZ ÇİFTLİKLERİ İLE İLGİLİ BİR ÖNLEM ALINMAYACAKTI" İzmir'de domuz etinden yapılan çiğköfte olayını hatırlatan Erol, dünyada, müslüman ülke olmasına rağmen domuz etinden geçen trişenol hastalığının en çok Türkiye'de görülmesine dikkat çekti. "İzmir'de böyle bir olay yaşanmasada yine domuz çiftlikleri ile ilgili gerekli önlemler alınmayacaktı. İzmir'de görülen hastalık iki çeşittir. Yaban domuzu olduğu için o gün 512 kişi ölmedi" dedi.
ANkara Üniversitesi Veteriner Fakültesi içinde analiz labaratuvarlarının olduğunu belirten Erol, sucukların içinden tavuk kemiği parçaları, sakadatlar, kan pıhtılarının çıktığını söyledi. Erol, bunların Türkiye'nin gerçekleri olduğunu ancak bunlara inanmayan Bakanlık yetkilileri, Ankara halinin arkasındaki semtlerde kilosu 1.5 milyona satılan sucuk ve salamları analiz etmelerini istedi.
Bu yaşananların Türk ekonomisi ile ilişkisinin olmadığının altını çizen Erol, vatandaşın aldığı sucuğu, domuz eti ya da kan pıhtısı olduğunu bilmesi durumunda 1.5 milyon lira bile vermeyeceğini söyledi. Erol, "Çünkü kıkırdak paçalarına, kan pıhtıskenmelerinin önemine değinerek, ına kimse 1.5 milyon vermez. Ayrıca kimse parası ile çocuğunu zehirlemek istemez. Devlete görevde burada düşüyor. Bu sucukları kontrol etmek ve halka duyurmak zorunda. Bu halk sağlığı, bugün yemek yemeyelim demekle olmuyor. Devlet bunlara göz yumarsa, domuz eti de, at eti de yeriz" dedi.
KATKI MADDELERİ ETLER İÇİN DE TEHLİKE OLUŞTURUYOR Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erol, etlerin içine katılan katkı maddeleri konusunda da vatandaşları uyarıyor. Normalde kuşbaşı, kıyma ve kaba ete herhangi bir katkı maddesinin kullanılmasının yasak olduğunun altını çizen Erol, ancak işlenmiş sucuk, salam, sosis gibi ürünlere, yasada belirtildiği oranlarda belirli katkı maddelerinin katılabileceğini söyledi. Erol, 'görünmeyen zehir' ismini verdiği katkı maddelerinin, bilinçsiz ellerde insan sağlığı için büyük tehlikeler oluşturuduğunu açıkladı. Erol, özellikle sucuk, salam gibi ürünlerin pişerken daha kırmızı gözükmesi için kullanılan Nitrit ve Nitrazan maddelerinin, belirtilen miktarın üzerinde kullanılması halinde kanser yaptığını ancak ruhsatsız üretim yapan birçok işletmenin bu katkı maddelerini sucukların içine kürekle attığına şahit olduğunu kaydetti. Bu maddelerin laboratuvarlarda, veteriner hekim ve gıda mühendislerince mutlaka belirtilen miktarlarda kullanılması gereken maddeler olduğunu vurgulayan Erol, aksi takdirde kansere yol açtıklarının bilim adamlarınca kanıtlandığını söyledi. Bu ürünleri herkesin, her zaman yiyebileceğine dikkat çeken Erol, açıklamasına şöyle devam etti:
"Uzun kullanılması için bazı katkı maddeler katılıyor. Daha uzun ömürlü olması, mikropların öldürülmesi için kullanılıyor. Ayrıca renginin formunu sağlaması olabilir. Ancak bunlar fazla miktarda katıldığında insan sağlığında büyük zarar veriyor. Fazla miktarda katıldığında bunlar kanser yapıcı etkileri olabilir. Asıl sorun ruhsatsız, kaçak kullanımlardan kaynaklanıyor. Binlerce küçük işletme var, hijyen koşulları zaten yok, ayrıca içine ne katıldığını bilmiyoruz. Özellikle bu katkı maddeleri bu insanların elinde her an patlayacak bir bomba gibi. Alıyor katkı maddesini bir kürek ondan, bir kürek ondan atıyor. Ne attını da bilmiyor. Ben bunlara bizzat şahit oldum. Sucuğun rengini daha kırmızı yapmak için küreklerce nitrat atılıyor. Bu madde ise kansarojen bir maddedir".
Öte yandan, uzmanlar, hayvanlardan insanlara geçebilen yaklaşık 240 çeşit hastalıktan 35'i, sağlık kontrolünden geçirilmeyen et ve süt ürünlerinin tüketilmesiyle insanların sağlığını tehdit ediyor. Kaçak kesilen hayvanda hiçbir hastalık yoksa bile, taşınma koşullarının hijyenik olmaması yüzünden mikroplar üreyebiliyor. Kaçak etlerde en çok görülen ve vücutta yıkıcı etkileri olan mikrop türleri ise şunlar:
"Ecoli: Genellikle baş ağrısı, ishal ve ateşe neden oluyor. Stafilokok Aoreus: Çıban, irin birikmesine neden oluyor. Klostridium Terfringbes: En tehlikeli mikrop türlerinden birisi. Ani ölümlere neden olabiliyor".
Ayrıca, hayvanların, hastalıklara karşı korunması için antibiyotiğin, kesimden 12 gün önce verilmesi gerekirken, bazı işletmeler bu kurala dikkat etmemesi sonucu vücuttan atılmayan antibiyotikli etler tüketime sunuluyor. Hayvanların daha sağlıklı ve kilolu görünmesi için yapkenmelerinin önemine değinerek, ılan başka bir yaygın uygulama da hayvanlara hormon vermek. Hormonlu gıdaların insan sağlığı üzerinde kansorejen etkisi bulunuyor.
ANKARA (İHA)