Laparoskopi’yi; karın boşluğundan bir kamera ve ışık yardımı ile girerek buradaki organların durumunun tespit edilebildiği ve rahatsızlıkların da tedavi edilebildiği bir yöntem olarak tanımlayan Op. Dr. Kulaksız, “5 milimetre ile 1 santim arasındaki büyüklükteki deliklerden çok küçük kesilerle karın içine girerek buradaki rahatsızlıkları görebiliyoruz, sadece tanısal amaçlı olabildiği gibi tedavi amacıyla da bu yöntem uygulanabiliyor” diye konuştu.
Laparoskopi’ye kapalı yöntem de denebileceğini ifade eden Kulaksız, bu yöntemin hangi durumlarda kullanıldığını ise şöyle özetledi:
“Tanı amaçlı genellikle tüplerin durumuna bakmak, rahim ve yumurtalıkları kontrol etmek ve buradaki enfeksiyonları görebilmek, bazı karın ağrılarında nedeni tespit edemediğimiz durumlarda kesin tanı için bu yöntemi kullanabiliyoruz. Tedavi için ise; karın içine girdikten sonra 1-3 kesi yaparak, çeşitli aletlerle mekanik yöntemlerle, ses dalgaları ile tedavi edebiliyoruz. Açık ameliyatla yapılan neredeyse tüm ameliyatlar kapalı yöntemle de yapılabiliyor. Tüp bağlama, dış gebelik tedavisi, yumurtalık alma, miyom alma, tümör tedavisinde, rahim sarkması tedavisinde ve artık kanser cerrahisinde de kapalı yöntem kullanılıyor.”
Laparoskopi’de kullanılan kameralar ile 6 kata kadar büyütme olanağına kavuştuklarını dile getiren Dr. Anıl Kulaksız, “Açık ameliyatla gözden kaçırabildiğimiz ayrıntıları kapalı yöntemde kullandığımız kameralar ile çok rahatlıkla görmek mümkün ya da çok küçük dokulara ulaşmak açık ameliyat ile daha zorken, kapalı yöntemde bu daha kolay oluyor çünkü bu kameralar bize girdiğimiz alanı 6 kat büyütme şansı veriyor” dedi.
Laparoskopik işlemlerin açık ameliyatlara oranla daha kısa sürdüğünü anlatan Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Kulaksız, “Basit ameliyatlarda hasta hastanede yatmayabilir, aynı gün taburcu olabilir, büyük ve zorlu işlemlerde 1,2 gün hastanede yatırabiliyoruz hastaları, ancak açık ameliyata oranla 3 kat daha hızlı iyileşme olmaktadır” şeklinde konuştu.
Kapalı yöntemin hasta açısından çok konforlu bir yöntem olduğuna dikkat çeken Op. Dr. Kulaksız, “Bu, yaklaşık yüz senedir yapılan ancak günümüzde çok ilerlemiş ve çok yaygınlaşmış bir yöntem. Hasta için öncelikle yara yeri enfeksiyonu riskini belirgin şekilde azaltan bir yöntem, daha önce karın ameliyatı geçirmiş kişilerde ağrılar vardır, laparoskopide bu yapışıkların oluşma olasılığı çok azdır, yalnızca ameliyat sonrası ağrı azlığı değil hastaya yaşantısının geri kalanında da daha az ağrılı ve konforlu bir yaşam sunuyor, yapılan araştırmalar iyileşmenin de 3 kat daha hızlı olduğunu gösteriyor, genelde 1 hafta gibi bir zamandan sonra hasta günlük yaşantısına dönebiliyor. En önemli avantajlarından biri de kozmetik olarak yara izinin kalmamasıdır” ifadelerini kullandı.
Op. Dr. Anıl Kulaksız, bu yöntemin kimlerde uygulanamayacağını ise şöyle anlattı: “Vücudunda belli bölgelerde basınç artışı olan kişilerde kapalı yöntemi kullanamıyoruz, bunun dışında hemen hemen her hastada bu yöntemi kullanabiliyoruz, risk faktörleri, göğüs boşluğunda yetmezlik olan hastalarda; akciğer ve kalp yetmezliği gibi durumlarda ve kilolu hastalarda da laparoskopi yaparken daha dikkatli olunması gerekiyor.”
İyileşme süreci hakkında da bilgi veren Kulaksız, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Laparoskopik ameliyatlarda yapılan küçük kesilere küçük dikişler atılıyor, bu yerlerde bir miktar ağrı olacaktır, dikişler kendiliğinden kısa sürede iyileşir, iyileşme sürecinde çok ağır egzersizler önermiyoruz, ilk zamanlar spor yapılmamasını ancak bolca yürüyüş yapılmasını öneriyoruz. Ameliyattan 2 gün sonra hasta duşunu alabilir, 1 hafta sonra da işine dönebilir. Bu yöntem hastalar açısından büyük bir konfor sağlıyor; çok daha az ağrı, daha az risk ve daha çabuk iyileşme sağlıyor”