HABER

Kalın'dan ABD'ye çok sert mesaj: İlişkiyi bitirme zamanı geldi

İçerik devam ediyor
İçerik devam ediyor

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, YPG'ye, PYD'ye verilen desteğin gerekçesi olarak DEAŞ'la mücadelenin gösterildiğini, bu tehdidin ortadan kalkması nedeniyle de, artık PYD ve YPG ile ilişkileri sonlandırmanın zamanının geldiğini söyledi. Kalın açıklamasında, "Gerçek şu ki, bugüne kadar bize anlatılan DEAŞ'a karşı en etkili mücadeleyi veren grup PYD, YPG'dir iddiasının da bir efsaneden ibaret olduğunu biz defalarca gördük" ifadesini kullandı.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ve Genel Sekreter Yardımcısı İbrahim Kalın, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı himayesinde, Uluslararası İş Birliği Platformu'nun (UİP) düzenlediği ve bu yıl, "Geleceğin Tasarımı: Küreselleşmenin Yeni Sınavı" temasıyla düzenlenen, 8. Boğaziçi Zirvesi'nde yaptığı konuşmada, Türkiye'nin bu tür etkinliklere ev sahipliği yapmasının, dünya açısından da önem arz ettiğini dile getirdi.

Avrupa merkezcilik sonrası bir dünya tasavvuruna doğru hızla ilerlendiğini ifade eden Kalın, bunun kazanımlarının ne olduğunun, ilerleyen dönemde görüleceğine dikkati çekti. Dünyanın 19 ya da 20. yüzyılda olduğu gibi tek bir merkezden yönetildiği, tasavvur edildiği, dizayn edildiği bir dönemde olmadığının altını çizen Kalın, şöyle konuştu:

"Avrupa coğrafyası dışında, Avrupa merkezci perspektifin dışında görüşlerin, yaklaşımların, ülkelerin, bölgelerin dünya siyasetinde giderek etkin olmaya başladığı bir dönemden geçiyoruz. Örnek vermek gerekirse Asya'da çok ciddi bir ekonomik hareketlilik var. Uzun bir süredir dünya ekonomisinin merkezinin ağırlık sıkletinin batıdan doğuya, Asya'ya, Çin merkezli ekonomiye, Rusya'ya, Asya ekonomilerine doğru kaydığına dair bildiğiniz gibi ciddi analizler var. Bu sadece ekonomik alanda yaşanan bir gelişme değil. Bugün Afrika'da, Latin Amerika'da çok önemli gelimeler var. Bu güç dengelerinin ötesinde eğer dünya gerçekten büyük bir köyse ve dünya sistemi adalet üretecekse, eşitlik üretecekse bunu sadece dünyanın bir noktasındaki, bir bölgesindeki görüşlerle topluluklarla yaklaşımlarla inşa etmek elbette mümkün değildir. Dünyanın diğer bölgelerindeki insanların görüşlerinin, dünyanın gidişatında söz sahibi olması da aynı zamanda büyük önem arz ediyor. Bunu yapabilmek için de bunun altını doldurmak için de şüphesiz Asyalıların, Afrikalıların, Latin Amerikalıların, Orta Doğuluların, Kuzey Afrika'nın ve dünyanın diğer coğrafyalarının dünyanın geleceğine dair yeni vizyonlar ortaya koyması, yeni perspektifler ortaya koyması gerekiyor."

"DÜNYA SİYASETİNİ BİRÇOK AKTÖR ŞEKİLLENDİRİYOR"

İbrahim Kalın, küreselleşme çağının, aynı zamanda karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin giderek güçlendiği bir çağ olduğuna işaret etti. Aynı anda birçok etkinin, birçok etkenin, aktörün dünya siyasetini şekillendirmeye başladığı bir dönemden geçildiğini belirten Kalın, "17. yüzyılda ortaya atılan Vestfalya'nın, ulus devlet sisteminin artık sorgulanmaya başladığı, ulus devlet dışı aktörlerin dünya siyasetinde etkin olmaya başladığı bir dönemden geçiyoruz. Küreselleşme bunun en somut kavramsallaştırmalarından bir tanesiydi." dedi.

Bugün sadece ulus devletlerin değil, aynı zamanda uluslararası şirketler, medya, insan hakları kuruluşları, sosyal medya, sivil toplum girişimleri ve kuruluşlarının da artık dünya siyasetini şekillendirmeye başladığını ve dünya kamuoyunu belirlemeye başlayan güçlü aktörler haline geldiğini kaydeden Kalın, bunun ister istemez tüm ülkelerin çok boyutlu ve katmanlı bir dış politika izlemesini de gerekli kıldığını vurguladı.

Sadece tek bir "unsurlar paketi" üzerine yoğunlaşarak dünyayı anlamanın mümkün olmadığını ifade eden Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Aynı anda birden fazla unsurun birbirini nasıl etkilediğini, tahlil süreçlerimize dahil etmemiz gerekiyor. Bunun için de kartopu etkisi döneminden, aslında biz kelebek etkisi dönemine geçiyoruz. Kartopu etkisi döneminde dağın bir yerinde başlayan kartopu yavaş yavaş aşağı inerken ivme kazanır, büyür ve bunun az çok yönünü, ivmesini, ağırlığını ve muhtemel sonuçlarını tahmin edebilirsiniz. Yüzde 100 kesinlikle olmamakla beraber, bu kartopunun şuraya gideceğini, şöyle bir kütleye ulaşacağını, şöyle bir etki yapabileceğini takriben tahmin edebilirsiniz. Ama bugün kelebek etkisi denen çağda, artık hangi unsurun dünyanın neresinde ne tür gelişmeleri tetikleyeceğini kestirmek o kadar kolay değil. Çok mekanik bir ilişki ağından, son derece dinamik, çok boyutlu, karmaşık bir ilişkiler ağına geçmiş bulunuyoruz. Bu kelebek etkisi çağında, Endonezya'da yaşanan bir hadise, Afrika'daki gelişmeleri tetikleyebilir, New York'ta yaşanan bir hadise Tokyo'daki gelişmeleri etkileyebilir, İstanbul'da yaşanan bir hadise, bir gelişme Washington'da, Berlin'de, Paris'teki gelişmeleri doğrudan etkileyebilir. Bu kadar iç içe geçmiş bir dünyada ilişkilerin bu kadar karmaşık hale geldiği bir noktada da bizim yeni analiz enstrümanlarına, yeni bakış açılarına ihtiyacımız var."

"ÇOK BOYUTLU DIŞ POLİTİKA KAÇINILMAZ"

Türkiye'nin izlediği dış politikayla ilgili zaman zaman, "Batı ekseninden uzaklaşıyor, Batı ittifakının dışına çıkıyor, yeni arayışlar içine giriyor." gibi eleştiriler yapıldığını hatırlatan Kalın, "Bu eleştiriler yapıldığı zaman, bu noktayı tekrar hatırlamakta fayda vardır diye düşünüyorum. Çünkü soğuk savaş döneminin empoze ettiği çift kutuplu dünyadan bugün çok kutuplu, tam istikametini, mahiyetini, dinamizmini kavrayamadığımız, anlamaya çalıştığımız bir dünyada, ülkelerin çok boyutlu, çok yönlü dış politika izlemesi doğal olarak kaçınılmazdır." ifadelerini kullandı.

Türkiye açısından bu konunun daha da büyük önem taşıdığını vurgulayan Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Çünkü Türkiye'nin coğrafi konumu, jeopolitik konumu, onun tek bir bölgeye yoğunlaşmasına hiçbir zaman imkan vermemiştir. Türkiye gerek büyük hinterlandıyla gerek bugünkü ulusal güvenlik kaygıları ve mülahazalarıyla değerlendirildiğinde, ister istemez bir taraftan Balkanlar ve Avrupa'ya, Batı ittifakı içine uzanan bir ilişkiler ağı içinde olmak durumunda, ama aynı zamanda Orta Doğu'ya, Kuzey Afrika'ya, Asya'ya, Uzak Doğu Asya'ya, Afrika'ya, Latin Amerika'ya da bir açılım içinde olması gerekir. Bunun somut sonuçlarını son 10-15 yıl içinde pek çok örnekte gördük. Örneğin Türkiye'nin izlediği Afrika açılımı, yaklaşık 10 yıldır devam ediyor, hatta 12 yıl oldu. Bunun neticesinde bizim 2002'de, 2003'te 12 olan Afrika'daki büyükelçi sayımızı bugün itibarıyla 41'e çıkardık. Neden Afrika önemli? Çünkü aslında dünyanın bütün büyük ekonomileri, bütün büyük güçleri Afrika'ya ilgi duymaktadır. Çünkü Afrika, önümüzdeki 40-50 yıl içinde çok ciddi bir potansiyelle tekrar dünya sahnesinde görünmeye başlayacak, önemli roller oynamaya başlayacaktır. Bunu sadece bir ekonomik ilişki olarak algılamayalım, anlamayalım. Bunu siyasi, sosyolojik, kültürel, jeopolitik boyutlarıyla değerlendirdiğimizde Afrika'ya bizim ilgisiz kalmamız elbette sözkonusu olamaz."

"ASYA İLE HEP DERİNLİKLİ VE KAPSAMLI İLİŞKİLERİMİZ OLDU"

Afrika gibi, Asya ülkeleri ve siyasetine de ilgisiz kalamayacaklarının altını çizen İbrahim Kalın, Türkiye'nin burada bir adım daha ileri gittiğini dile getirdi. Türkiye ile Asya'nın tarihi bağları olduğuna dikkati çeken Kalın, Hindistan, Pakistan, Endonezya, Malezya, Japonya ile çok iyi ilişkilerin bulunduğunu vurguladı.

Asya ile Türkiye'nin hep derinlikli ve kapsamlı ilişkileri olduğunun altını çizen Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Coğrafi uzaklık bu ilişkilerin güçlendirilmesine hiçbir zaman bir engel teşkil etmedi. Aynı şekilde son dönemde Türkiye ile Rusya ve Çin arasında yaşanan yakınlaşma, zaman zaman eleştiri konusu yapılmakta. 'Neden Türkiye, Rusya ile bu kadar yakın ilişki içine giriyor? S400'leri neden Rusya'dan alıyor? Bir NATO müttefikinin, ittifak dışındaki bir ülkenin savunma sistemini alması nasıl izah edilebilir?' gibi eleştirilerin zaman zaman dile getirildiğini görüyoruz. Bu küresel ve çok boyutlu dış politika bağlamında, bu zaviyeden baktığımız zaman, aslında bizim için bu sorunun cevabı çok açık ve net. Nasıl diğer bütün büyük ülkeler, büyük aktörler dünyanın farklı coğrafyalarında rol almak için bir mücadele içerisindeler ise Türkiye'nin de kendi ihtiyaçları çerçevesinde bu politikayı geliştirmesinden daha doğal bir şey olamaz. Çok açık bir şekilde ifade edeyim. Avrupa ülkeleri, Orta Doğu siyasetine ağırlık koydukları zaman, kimse bunu Batı ittifakından uzaklaşma olarak değerlendirmiyor."

Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron'un da son günlerde Afrika'da olduğunu ve bazı ziyaretlerde bulunduğunu hatırlatan Kalın, şöyle konuştu:

"Sayın Macron bugünlerde Afrika'da, bir dizi konuşmalar yapıyor Fransa Cumhurbaşkanı olarak. Fransa'nın Afrika ile sorunlu geçmişe yönelik, emperyalist ilişkilerine rağmen, kolonyal dönemdeki sıkıntılı ilişkilerine rağmen bugün yeni bir Fransa-Afrika ilişkileri modelitesi geliştirilmeye çalışılıyor. Ya da Amerika Birleşik Devletleri'ni ele alalım. Orta Doğu siyasetinde, Asya siyasetinde, Uzak Doğu Asya siyasetinde aktif bir rol oynamak için yeni politikalar geliştirdiklerinde, kimse bunu batı ittifakının ana parametrelerine aykırı bir politika olarak değerlendirmiyor. Ama nedense Türkiye, bu açılımları yaptığında ve bunu hem kendi ulusal çıkarları açısından hem de bölgesinin içinde bulunduğu jeopolitik konumun kendine dayattığı şartların bir sonucu olarak yaptığında, derhal eleştiri konusu yapılabiliyor. Ben bunları büyük oranda Avrupa merkezci, Batı merkezci bakış açısının birer kalıntısı olarak görüyorum. Ama önümüzdeki 10-20 yıl içinde bu bakış açısının da büyük oranda geride bırakılacağına inanıyorum."

"DÜNYA SİSTEMİ ADALET ÜRETEMİYOR"

Dünya siyasetinde gündem olan 10 konudan en az 6-7'sinin Türkiye'nin de içinde bulunduğu bu coğrafyada yaşandığına işaret eden Kalın, Suriye, Irak, Filistin, Filistin-İsrail meselesi, Lübnan, Körfez bölgesinde yaşanan hadiseler, Arakan krizi, enerji güvenliği, terörle mücadele ve mülteci krizini örnek gösterdi.

Dünyanın en önemli küresel gündem meselelerinin önemli bir kısmının bu coğrafyada yaşandığına değinen Kalın, "Türkiye gibi bir ülkenin tabii ki bu yaşananlara ilgisiz kalması, düşünülemez." dedi.

Dünya sisteminin bir kaos ortamı içinde olduğunu ve adalet üretemediğini vurgulayan Kalın, şöyle konuştu:

"Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi yapısında, uluslararası kurum ve kuruluşların işleyişine kadar hemen her alanda çok ciddi krizler, uzayan dondurulmuş krizler ve bunların ürettiği bir umutsuzluk, belirsizlik ortamıyla karşı karşıyayız. İnsanlığın çok önemli bir kısmı, 'Dünya bu kadar zenginleşirken, ekonomik olarak bu kadar zenginleşirken, ilişkiler bu kadar karmaşık hale gelirken, neden biz bu zenginlikten pay alamıyoruz?' sorusunu haklı olarak soruyorlar. Bunu Afrikalılar soruyor, Asyalılar soruyor, Latin Amerikalılar soruyor. Bunu Balkan ülkeleri de soruyor. Bu gayet meşru bir sorudur ve önemli olan, yapılması gereken bu soruyu duymazlıktan gelmek değil, tam tersine bu sorunun cevabını samimi bir şekilde, şeffaf bir şekilde, adil bir şekilde cevaplamaya çalışmaktır."

Kalın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın her platformda, "Dünya beşten büyüktür" sloganıyla bu küresel adaletsizliği anlatmaya çalıştığını kaydetti.

Formüle edildiği şekliyle "Dünya beşten büyüktür" demenin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin reforme edilmesi demek olduğuna işaret eden Kalın, sözlerini şöyle südürdü:

"Çok daha fazlasını da ifade ediyor. Eğer dünyada bir adaletten bahsedeceksek, dünya sistemi adalet üreten bir sistem haline gelecekse bunun için yeni parametrelere, yeni dengelere, yeni ilişki biçimlerine ihtiyacımız var. Arapça'da adalet kelimesi, her şeyi yerli yerine koymak demektir, etimolojik manası. Bir şeyi hak ettiği yere koymak demektir. Eğer siz bir şeyin hakkını vermezseniz, o kişinin, o konunun hak ettiği yere ulaşmasına imkan sağlamazsanız, oradan ancak zulüm çıkar, haksızlık çıkar, adaletsizlik çıkar. Dünya sistemine baktığınız zaman da bu kadar insanın yaşadığı bir dünyada, giderek zenginleşen bir dünyada, zengin ile fakir arasındaki, güçlü ile güçsüz arasındaki uçurumun bu kadar büyüdüğü bir dünyada insanların bu sistemi sorgulaması da kaçınılmaz hale gelmektedir."

"MEZHEBİ GERGİNLİKLERİN TIRMANDIRILDIĞINI GÖRÜYORUZ"

"Geçen yıl Avrupa'da yaptığımız bir toplantıda çok önemli Avrupalı bir yetkili, Suriye mülteci meselesini konuşurken Cumhurbaşkanı'mıza hitaben bize demişti ki, 'Sayın başkan tabi siz haklısınız, bu kadar mülteciye ev sahipliği yapıyorsunuz, doğru diyorsunuz ama bakın hala mültecilerin hala en fazla gelmek istediği yer Avrupa başkentleri.' Ben müsaade isteyip müdahale etme ihtiyacı hissettim." diyen Kalın, Avrupalı yetkiliye, Suriyeliler'in ne Londra'ya, ne Paris'e, ne Berlin'e, ne İstanbul'a, ne de Gaziantep'e gelmek istediğini, Suriyelilerin kendi vatanlarına dönmek istediğini söylediğini belirtti.

Suriyelilerin keyif olsun diye ya da piknik yapmak amacıyla ülkelerini terk etmediğine vurgu yapan Kalın, "Bu insanlar savaştan, ölümden, yıkımdan, varil bombalarından, kimyasal silahlardan kaçarak bu kadere mahkum edildiler. Eğer bizim yaklaşımımız bu insanların acılarını dindirmek, bu insanlara bir ev-yurt, bir mekan sağlamak değil de kendi ülkelerimizle ilgili birtakım hesaplar yapmak olursa biz insanlık adına büyük bir kaybın içinde oluruz demektir. Burada asıl acıyı çeken Suriye halkını hiçbir zaman unutmadan bu Suriye sürecini de yürütmemiz gerekiyor. Dolayısıyla burada Suriye'de, Lübnan'da, Irak'ta ve başka yerlerde yaşanan vekalet savaşlarına karşı hepimizin büyük bir dikkat içerisinde olması gerekiyor ve maalesef bu vekalet savaşlarını sürekli hale getirmek için zaman zaman etnik gerginliklerin, zaman zaman mezhebi gerginliklerin kaşındığını, tırmandırıldığını da görüyoruz. Buna karşı hepimizin de büyük bir teyakkuz hali içerisinde, büyük bir farkındalık bilinci içerisinde olması gerekiyor." dedi.

SÜNNİ-Şİİ İLİŞKİLERİ

Bazı bölgelerde yaşanan Sünni-Şii gerginliğine değinen Kalın, şöyle konuştu:

"Bunun tarihine burada girecek değilim ama özellikle yakın dönemde yaşanan gerginliklerin çok önemli bir kısmı Sünniler Sünni, Şiiler Şii olduğu için değil, bunların bir şekilde ulus devlet çıkarlarının aracı haline getirildiği için bu gerginliklerin yaşandığını görüyoruz. Yani aslında Sünnileri kendi haline bıraksak, Şiileri kendi haline bıraksak bu insanlar yüzlerce yıldır nasıl barış içerisinde yaşadılarsa, farklılıkları zenginlik olarak görüp İbn Arabi'nin güzel tabiriyle 'kesrette vahdet' perspektifi ile yani 'çoklukta birlik' perspektifi ile nasıl bir arada yaşayabildilerse bundan sonra da yine barış içerisinde, adalet, maslahat, barış-kardeşlik ilkeleri çerçevesinde yaşayabilirler. Ama araya vekalet savaşları girdiğinde başka çıkarlar; bunlar şirket çıkarları olabilir, ulus devletlerin çıkarları olabilir, başka şeyler olabilir. Bu ilişkilerin de giderek bir çatışma alanı haline getirildiği görüyoruz."

BÖLGEDE YAŞANAN ÇATIŞMALAR

Kalın, yaklaşık bin yıl boyunca Mezopotamya coğrafyasının bilimin, kültürün, sanatın, düşüncenin, mimarinin, estetiğin merkezi olduğunu vurgulayarak, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"O coğrafyada yaşayan insanlarımızın Araptır-Türkmendir, Farisidir-Kürttür fark etmez, Sünnidir-Şiidir, Müslümandır-Hristiyandır fark etmez tekrar bilimin, düşüncenin, sanatın, estetiğin taşıyıcılar olmalarının önünde hiçbir engel yok. Oryantalistlerin zaman zaman dile getirdiği birtakım kültürcü-özcü argümanların tersine bizim coğrafyamız her zaman savaş, her zaman yıkım, her zaman çatışma üretmek zorunda değildir. Bilelim ki bunun devam için uğraşan birtakım güçler var. Bizim bunlara karşı birlikte mücadele etmemiz gerekiyor. Ben bunu derken kaba saba bir üçüncü dünyacılıktan bahsetmiyorum. Yani İslam dünyasındaki insanlar olarak, Türkiye'deki, Irak'taki, Suriye'deki, Libya'daki, Tunus'taki insanlar olarak kendimizi dünyaya kapatalım demiyorum ama ayaklarımızın nereye bastığını bilelim. Kendi kimliğimizin farkında olarak, kendi tarihimizin ve hafızamızın farkında olarak bugünü ve geleceği doğru tahlil edelim.

Dünyadaki gelişmeleri kendi zaviyemizden anlayacak imkan ve kabiliyetlere sahip olduğumuzu bilelim. Bu akli melekelere sahip olduğumuzu bilelim ve bunları çalıştıralım. Biz bunu yapabilirsek inanın hem kendimizle hem de dünyayla daha barışık bir ilişki modalitesi geliştirmemiz mümkün hale gelir. Çünkü kendinize ve tarihinize yabancılaşarak, kendi hafızanızı unutarak, kendi hafızalarınızı sıfırlayarak ne bugünü ne yarını inşa etmeniz mümkün olmaz. Dolayısıyla biz kendi ayaklarımız üzerinde kendi tarihimizi, geleneğimizi, değerlerimizi hatırlarken aynı zamanda dünyayla da yapıcı bir ilişki içerisine girebileceğimizi bilmemiz lazım. Her şeyden önce bizim de dünyaya söyleyecek bir sözümüzün olduğunu, anlatacak bir hikayemizin olduğunu tekrar hatırlatmamız gerekiyor. Bölgedeki siyasi ve diğer çatışmaları ele alırken bu tarihi perspektifi akılda tutmakta fayda var."

"BİZ DIŞ POLİTİKAYI SIFIR TOPLAMLI BİR OYUN OLARAK GÖRMEDİK"

Türkiye'nin içinde bulunduğu Batı ittifakı ile ilişkileri yorumlayan Kalın, şunları kaydetti:

"Türkiye'nin Avrupa Birliği süreci, Türkiye'nin NATO'da önemli bir müttefik olması ve Transatlantik İttifakı'nın önemli bir üyesi olması Türkiye'nin modern dönemdeki tarihinin en önemli ayırt edici vasıflarından bir tanesidir. Türkiye bu ittifak içerisinde son derece önemli roller oynamaya da devam etmektedir. Fakat biz dış politikayı hiçbir zaman sıfır toplamlı bir oyun olarak görmedik. Yani Batı ittifakı içerisinde yer alıyoruz diye Batılı olmayan dünyaya sırtımızı dönmek zorunda değiliz. Tam tersine 360 derece bir bakış açısına sahip dış politika geliştirmek elbette mümkündür ve çağın gerçekleriyle daha uyumludur. Küreselleşme ve karşılıklı bağımlılık ilişkileri çerçevesinde 360 derece bakabilen bir dış politika bizim için, bölgemiz ve dünya için daha doğru, daha yapıcı, daha barışçıl bir dış politika perspektifi demektir."

"DÜNYA BARIŞINA ÖNEMLİ KATKILAR SAĞLAYACAK"

Filistin meselesinin her ne kadar "Arap Baharı"yla bir miktar gölgelenmiş gibi görünse de Orta Doğu ve İslam dünyası siyasetinin en önemli konularından biri olmaya devam ettiğini dile getiren Kalın, bunun bir toprak, milliyet ve din meselesi olmadığını vurguladı.

İbrahim Kalın, Filistin meselesinin bir adalet meselesi olduğunu belirterek, şöyle devam etti:

"Modern siyaset tarihine baktığınız zaman bu kadar adaletsizlik üretmiş bir başka kriz yoktur. Bir milletin yüz yıldır devam eden işgali, daha sonra devam eden güçsüzleştirme, malından mülkünden edinme, yerleşimci politikaları adı altında Filistinlilerinin yaşam haklarının, tanınma haklarının ellerinden alınması başlı başına büyük bir adalet krizidir aslında. Dünya sisteminin adalet üretemediğinin en somut göstergelerinden birisidir. Son dönemde özellikle Filistin uzlaşı sürecinde yaşanan gelişmeler bizim için memnuniyet verici. Farklı Filistinli grupların Hamas'ın, Fetih'in ve diğer grupların bir araya gelerek bir ulusal uzlaşı yoluyla seçimlere gidecek olması ve daha güçlü ve birleşik bir Filistin olarak müzakere masasına oturacak olması elbette bizim için sevindirici bir konudur. "

Kalın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da bu konuda çok yoğun bir diplomasi trafiğinin olduğunu, hem Hamas hem de Fetih tarafıyla çok yoğun görüşmeler yapıldığını, bu konunun takip edildiğini vurguladı.

İbrahim Kalın, "Bizim buradan beklentimiz İsrail de dahil olmak üzere bütün tarafların bu sürece yardımcı olmaları, sabote edici her tür eylemlerden, yaklaşımdan uzak durmalarıdır. Çünkü Filistin barışı Orta Doğu barışının merkezinde yer alır. Orta Doğu barışı da dünya barışına çok önemli katkılar sağlayacaktır." diye konuştu.

"CENEVRE SÜRECİ TEK BAŞINA BU KRİZİ ÇÖZMEYE YETERLİ DEĞİL"

Suriye'de devam eden savaşı durdurmak için BM çatısı altında başlatılan Cenevre ile Türkiye, İran ve Rusya Federasyonu'nun garantörlüğünde de Astana sürecinin başlatıldığını ifade ederek, ikisinin de amacının aynı olduğunu, çatışmaları durdurmak, Suriye'de bir siyasi geçiş sürecini hayata geçirmek olduğunu kaydetti.

Bunun insani yardımların ulaştırılması, tutukluların, esirlerin mübadelesi ve mayınların temizlenmesi gibi birçok alt başlığının bulunduğunu dile getiren Kalın, "Biz hem Cenevre sürecine bugüne kadar destek verdik, hem de Astana sürecinin bizzat içinde yer aldık. Cenevre toplantılarının sekizincisi de dün itibariyle tekrar başladı. Oradan da iyi haberler almayı ümit ediyoruz. Tek başına Cenevre sürecinin bu krizi çözmeye yeterli olmayacağı anlaşılıyor. Bütün uluslararası aktörlerin, kurumların buna daha fazla destek vermesi gerekiyor." ifadelerini kullandı.

Kalın, Astana süreci kapsamında da geçtiğimiz 10 gün içerisinde bir dizi toplantıların yapıldığını, Soçi'de 22 Kasım'da önemli bir üçlü zirve gerçekleştirildiğini anımsatarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı ve İran Cumhurbaşkanının katılımıyla "Astana sürecini bundan sonra nereye, nasıl evirebiliriz, siyasi geçiş sürecinin nasıl hayata geçirebileceğiz" konusunda önemli kararlar alındığını kaydetti.

SURİYE ULUSAL DİYALOG KONGRESİ

İbrahim Kalın, yakın dönemde yapılacak önemli işlerden birinin Suriye Ulusal Diyalog Kongresi'nin hayata geçirilmesi olacağını, çalışmaların devam ettiğini, henüz bir tarihin kesinleşmediğini, önümüzdeki günlerde Suriyeli tarafların katılacağı, gerçek muhalefeti temsil eden Suriyeli grupların yer alacağı bir ulusal diyalog kongresinin yapılacağını anımsattı.

Bu konuda baştan beri temel kriterin, Suriye'nin toprak bütünlüğüne bağlı olan teröre bulaşmamış grupların kongreye davet edilmesi olduğunu dile getiren Kalın, şöyle konuştu:

"Bununla kastettiğimiz de açık. Yine daha açık bir şekilde ifade edeyim, bu kongreye PYD, YPG gibi yapıların dahil edilmemesidir. Neden? Çünkü PYD, YPG herkesin bildiği gibi PKK'nın Suriye koludur. Hem Amerika'da hem Avrupa'da terör örgütü olarak tanımlanmış, Türkiye'nin de terör örgütü olarak tanımladığı bir yapının, organizasyonun Suriye koludur. Bunun SDF, SDG, Arap bilmem neyi, falan gibi birtakım yeni isimlendirmelerle kamufle etmeye çalışmanın beyhude bir çaba olduğu da açıkça ortadadır. Daha 1, 1,5 yıl öncesine kadar ABD'nin resmi belgelerinde, web sitelerinde PYD ve YPG'nin PKK'nın Suriye kolu olduğu açık bir şekilde yazılmaktaydı. Ne zaman ki PYD YPG politikası Amerika'nın Suriye'ye ilişkin ana politikası haline geldi. Bu raporların açıklamaların da web sitelerinden indirildiğini, geriye doğru düzeltilmeye çalışıldığını gördük maalesef. Gerçek şu ki, bugüne kadar bize anlatılan DEAŞ'a karşı en etkili mücadeleyi veren grup PYD, YPG'dir iddiasının da bir efsaneden ibaret olduğunu biz defalarca gördük. Neden? Çünkü ABD'nin verdiği bu destek bir başka gruba verilseydi, yani bu kadar büyük askeri destek, siyasi destek, finansal destek ve medya desteği bir başta gruba verilseydi, örneğin Hür Suriye Ordusu'na verilseydi, başka Arap gruplara verilseydi, Türkmenlere verilseydi, PYD'li olmayan Kürtlere verilseydi, onlar DEAŞ'a karşı mücadele eden grup olarak bugün öne çıkarlardı."

Kalın, bugüne kadar aslında DEAŞ'a karşı zaten etkili mücadele eden birçok başka grubun da olduğunu ifade ederek, Türkiye'nin desteğiyle Fırat Kalkanı Harekatı'yla 2 bin 200 kilometrekarelik alanın DEAŞ'tan temizlendiğini, bunun tamamen milli imkan ve kabiliyetlerle yapıldığını vurguladı.

"Dolayısıyla burada kime, hangi gruba desteği verirseniz, Suriye sahasında onun daha etkili olması DEAŞ'a karşı kaçınılmazdır. Dolayısıyla bu iddiayı biz bir kez daha reddediyoruz." diyen Kalın, YPG'ye, PYD'ye verilen desteğin gerekçesi olarak DEAŞ'la mücadelenin gösterildiğini, bu tehdidin ortadan kalkması nedeniyle de, artık PYD ve YPG ile ilişkileri sonlandırmanın zamanının geldiğini söyledi.

"AMERİKAN SİSTEMİ İÇERİSİNDE ÇELİŞKİLİ BİR DURUM"

İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, ABD Başkanı Donald Trump'la yaptığı görüşmede, Trump'ın bundan sonra PYD ve YPG'ye silah yardımı gönderilmeyeceğini ifade ettiğini anımsatarak, şunları kaydetti:

"Amerikan sistemini, mevcut yapısını az çok bilenler, herhalde bir gün sonra Pentagon'un yaptığı açıklamayı şaşkınlıkla karşılamadılar. Maalesef Pentagon çıkıp tekrar, içinde PYD ve YPG'nin de olduğu Suriye Demokratik Güçlerine destek vermeye devam edeceklerini açıkladı. Bu tabi bizim açımızdan kabul edilebilir bir durum değil. Çünkü PYD ve YPG'ye verilen her silah, her mermi PKK üzerinden Türkiye'ye yöneltilmiş bir tehdit demektir. Suriye sahasında veya bir başka yerde hangi gerekçeyle olursa olsun PYD ve YPG'ye verilen her destek PKK'nın ömrünü uzatmak anlamına gelir. Dolayısıyla bizim bunu kabul etmemiz, hangi şart ve gerekçeyle, hangi izahla olursa olsun hiçbir şekilde mümkün değildir. Bu Amerikan sistemi içerisindeki çelişkili durum, başkan bir şey söylüyor, ona bağlı birim başka bir şey söylüyor, sahada başka bir şey yapılıyor, Amerikan sistemi açısından çok çelişkili bir durumu işaret etmektedir."

Beklentilerinin ve amaçlarının Suriye'de çatışmaların bir an önce sonlanması, çatışmasızlık bölgeleri mekanizmasının sorunsuz bir şekilde hayata geçirilmesi olduğunu belirten Kalın, bu konuda, Türk Silahlı Kuvvetlerinin İdlib bölgesinde 12 noktasının sorumluluğunu üstlendiğini, 3 noktaya askeri mevcudiyetin iletildiğini, diğer noktalarla ilgili çalışmaların da devam ettiğini anlattı.

Kalın, eş zamanlı olarak önümüzdeki dönemde yapılacak kongre, sonrasında da anayasa reformu ve seçimlerin Suriye sahasındaki önemli beklentileri olduğunu, artık bugün DEAŞ'ın Suriye sahasında yenilmesinden, Irak'ta bertaraf edilmesinden sonra yeni bir güçler dengesi ve güç oyununun ortaya çıktığını bildirdi.

"SURİYE SAHASINDA KÜRESEL BİR OYUN KURULMAK İSTENİYOR"

Artık meselenin ne DEAŞ, ne Rakka'yı kimin alacağı, ne de PYD olduğunu, Suriye sahasında yeni bölgesel ve küresel bir oyun kurulmak istendiğine işaret eden Kalın, şunları söyledi:

"Burada ülkelerin, aktörlerin genel yaklaşımı, kimin ne tür bir jeopolitik konum elde edeceği meselesine dönüşmüş durumda. Biz bu konuda genel bir uyarıda bulunmak istiyoruz. Öncelik hiç kimsenin 'Ben şurada, şu pozisyonu elde edeyim, şu gruba, şu ülkeye karşı, şöyle bir alternatif güç oluşturayım.' meselesi olmamalıdır. Herkesin önceliği Suriye halkı olmalıdır. Modern siyasi tarihte Suriye savaşı kadar kanlı bir savaş bildiğimiz kadarıyla yaşanmadı, en azından son 40-50 yıl içerisinde. Bunun en büyük acısını çeken, yükünü taşıyan Suriye halkı olmuştur. Biz Türkiye'de 3,5 milyona yakın Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan bir ülke olarak onların acılarının ne olduğunu gayet iyi biliyoruz. Onların acılarını hafifletmek için bir nebze de olsa çaba sar ediyoruz. Ama onların yaşadığı dramı bütün dünya görüyor."

"ADİL BİR DÜNYANIN KURULMASI İÇİN NE YAPABİLİRİZ?"

Avrupa'da aklı başında eleştiri geliştiren, kötü gidişata direnmeye çalışan çok önemli alternatif seslerin olduğunu da bildiklerini ve bunları takdirle karşıladıklarını aktaran Kalın, "Dolayısıyla burada monolitik bir analiz yapmak yerine onun da nüanslarını mutlaka görmemiz ve bu farklılıkları takdir etmemiz gerekiyor. Eğer hepimiz eşitsek ve adil bir dünyada yaşayacaksak, herkesin eşit söz hakkına sahip olması gerektiğini de bir veri olarak ortaya koymamız gerekiyor. Ben sadece Türkiyeli olduğum için birtakım avantajlara sahip olmamalıyım, birisi sadece İngiliz, Fransız, Alman vesaire olduğu için birtakım imtiyazlara sahip olmamalı. Burada herkes aklını, beynini, emeğini bir araya getirerek 'Adil bir dünyanın kurulması için ne yapabiliriz?' sorusunu insanlık nazarı noktasından sormamız gerekiyor."

Avrupa içerisinde yaşanan daralmadan, Türkiye'nin Avrupa, AB ve ABD ile ilişkilerinin hiçbir şekilde etkilenmemesinin mümkün olmadığını aktaran Kalın, "Geçtiğimiz son 3-4 ay içerisinde Avrupa'da yaşanan hadiseler, özellikle Türkiye'de yaşanan 16 Nisan referandumu sürecinde belli başlı Avrupa ülkelerinin sergilediği tavır, açık bir şekilde bir siyasi tutum alma olarak karşımıza çıktı ve bu saldırıları kendilerince farklı şekillerde, bazen medya kampanyaları, bazen finansal operasyonlar, bazen doğrudan siyasi müdahalelerle devam ettirdiklerini görüyoruz. Dolayısıyla Avrupa içerisindeki bu daralmayı aşacak, aşmasını sağlayacak adımların da atılması gerekiyor. Türkiye-AB ilişkileri ve genel olarak Batı ilişkileri de bu gelişmelerden bağımsız olarak ele alınamaz." diye konuştu.

TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ

Türkiye'nin AB üyeliğine stratejik değer atfettiğini bu nedenle de yıllardır bu süreci yürütmeye çalıştığını vurgulayan Kalın, ancak neredeyse 60 yıldır Türkiye'nin adeta "kapıda" bekletildiğini ifade etti.

İbrahim Kalın, 2004 yılında müzakerelerle ilgili adımlar atıldığında ve 2005 yılında resmi müzakere tarihi alınıp müzakereler başladığında, çok olumlu bir havanın olduğunu hatırlatarak, şunları söyledi:

"Herkesin beklentisi, önümüzdeki 4-5-6 yıl içerisinde 32-33 fasıldan en azından yarısının açılıp kapatılması ve Türkiye'nin AB müzakere sürecinin hızlı bir şekilde ilerlemesi yönündeydi. Bakın 12 yıl geçti sadece 1 fasıl açılıp kapatıldı. 12-13 tane fasıl açıldı ama hiçbir zaman kapatılmadı, bloke edilen fasıllar halen bloke edilmiş bir şekilde orada duruyor. Elbette bu süreçte Türkiye, üzerine düşeni yapmaya çalıştı, yeterli olmadığı yerler olmuş olabilir ama bütün suçu Türkiye'ye yıkmak AB üyelik sürecinin sadece Türkiye'nin tavrından dolayı ilerlemediğini iddia etmek de Avrupa merkezli bakış açısının bir yaklaşımıdır. Dolayısıyla bundan sonra da Türkiye-AB ilişkilerinde bir ilerleme olacaksa Türkiye bu konuda üzerine düşeni yapmaya hazırdır ama bunun için Avrupa tarafının da artık ciddi adımlar atması, Türkiye ile ilişkilerini yeni bir gözle tekrar ele alması gerekiyor ki bu müzakere sürecini ilerletme imkanımız olsun."

Türkiye'nin özellikle meşru güvenlik kaygılarının Avrupa devletleri ve kamuoyu tarafından daha ciddiye alınmasını beklediklerini kaydeden Kalın, "Türkiye'nin PKK ve özellikle FETÖ konusundaki hassasiyetlerini sadece bir siyasi argüman olarak bir kenara koymak ilişkilerin ilerlemesine katkı sağlamaz. Bugün PKK terörü, Türkiye'nin ulusal güvenliğine tehdit oluşturan en önemli tehditlerin başında geliyor ama baktığımız zaman PKK yapılanmalarının, Avrupa'daki örgütlenmelerinin milyonlarca dolar avro para topladığını, yüzlerce kişiyi devşirdiğini, bunları eğittiğini, propaganda faaliyetleri yaptıklarını ve bütün bunları Türkiye'nin üzerine saldıklarını görüyoruz. Aynı şekilde son dönemde özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ'den kaçan militanların, teröristlerin Avrupa'nın belli ülkelerinde, başkentlerinde kendilerine yer yurt edindiğini görüyoruz." dedi.

"Şimdi düşünün Türkiye, Avrupa ülkelerinden herhangi birisine yönelik doğrudan böyle bir güvenlik tehdidi oluşturan iki örgüte, kendi toprakları üzerinde bu şekilde faaliyet gösterme imkanı sağlasaydı, PKK, FETÖ benzeri yapıların, Avrupa'ya karşı mücadele eden terör örgütlerinin Türkiye'de faaliyet yapmalarına izin verseydik, para toplamalarına, örgütlenmelerine, eylem yapmalarına, gösteri yapmalarına izin verseydik, Avrupa'nın tepkisi ne olurdu?" diye soran Kalın, doğal olarak onların da bu terör yapılarının faaliyetlerinin bir an önce sonlandırılması konusunda Türkiye'den taleplerde bulunacaklarını vurguladı.

"TERÖRLE, KÜRESEL BİR İŞBİRLİĞİ VE BAKIŞ AÇISIYLA MÜCADELE EDEBİLİRİZ"

Kendilerinin de talebinin bundan farklı olmadığını dile getiren Kalın, "Bizim de söylediğimiz, Avrupalıların kendi resmi raporlarında, PKK'nın Avrupa'da nasıl örgütlendiğini, FETÖ'nün giderek nasıl derinleşmeye başladığını kendileri ifade ediyorlar. Bunlar bizim ulusal güvenliğimize tehdit teşkil eden yapılardır. Bunlara karşı ortak mücadele ancak el birliğiyle, iş birliğiyle daha da önemlisi bir zihniyet birliğiyle olabilir. Maalesef yine burada terör konusunda bir çifte standardın olduğunu görüyoruz. Küresel terör konusunda yaşanan çifte standardı artık sona erdirmek zorundayız. Yani terör Batılı hedefleri vurduğu zaman acil ve küresel bir sorun haline gelmekte ama Türkiye'yi vurduğunda Türkiye'nin meselesi olmakta, Suriye'yi vurduğunda Suriye'nin meselesi olmakta, Libya'yı vurduğunda Libya'nın meselesi olmaktadır. Eğer terör küresel bir sorunsa bununla ancak küresel bir iş birliği ve bakış açısıyla mücadele edebiliriz. Batılı hedefleri vurmuyor diye PKK terörüne ilgisiz kalmak demek aslında küresel teröre dolaylı olarak göz yummak demektir." ifadelerini kullandı.

Kalın, sözlerini şöyle tamamladı:

"Önümüzdeki dönemde elbette bir dizi yeni meydan okumalarla, sınamalarla karşı karşıya bulunuyoruz. Suriye'de yaşanacak gelişmeler, Irak'ta özellikle referandum sonrasında yaşanacak gelişmeler bizim yakından takip ettiğimiz konuların başında geliyor ama bölgesel ve küresel barışa tek bir ülkenin girişimleriyle ya da sadece birkaç ülkenin gayretiyle ulaşmak mümkün olmayacaktır. Nasıl küresel terörle mücadele küresel iş birliğini gerektiriyorsa küresel barışı inşa edebilmek için de küresel bir iş birliğine ihtiyacımız var. Bunun için de herkesin aklını, zihnini, emeğini, bileğini bir araya getirerek bir ortak mücadele azmiyle bu tehditlere karşı mücadele etmesi gerekiyor. Çünkü gerçek şu ki hepimiz tek tek güven içinde olmadan hiçbirimiz güven içinde olamayacağız. Küreselleşme çağında ancak biz bütün, herkesin mahallemizdeki, köyümüzdeki, kasabamızdaki, şehrimizdeki, ülkemizdeki ve dünyadaki herkesin güvenliğini dikkate alarak bir politika geliştirmeden kendimizi de güven içinde hissetmemiz hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Umarız önümüzdeki yıllarda bu mücadele devam ederken, küresel adaleti, barışı tesis edecek adımları atma imkanımız olur. Dünya sistemi bir kaostan bir kosmosa, bir kargaşadan bir düzene doğru evrilir. Biz de artık her seferinde 'Dünya 5'ten büyüktür' demek zorunda kalmayız."

AA

En Çok Aranan Haberler