Bu yılın ilk altı aylık dönemin memurların maaşı enflasyon oranıyla paralel olarak yüzde 7,36, emeklilerin maaşı ise yüzde 8,36 artacak. Kamu çalışanları bu oranın Türkiye'deki 'gerçek enflasyonu' yansıtmadığını söyleyerek, maaşlarına asgari ücretteki gibi yüzde 21 zam uygulanmasını talep ediyor. BBC Türkçe'ye konuşan sendika temsilcileri, kamu çalışanları için grev hakkı talep ediyor.
2019 yılında hükümet, o yılki mevcut enflasyon beklentisine göre kamu çalışanlarının 2021 yılındaki maaş artış oranını yılın ilk altı ayında yüzde 3 ve sonraki altı ayında yüzde 3 olarak belirledi.
Ancak 2020 yıllık enflasyonunun beklentilerin üzerinde gerçekleşmesiyle yüzde 3+3 zam oranının üzerine enflasyon farkı eklendi ve nihai artış memur maaşlarında yüzde 7,36, emekli maaşlarında ise yüzde 8,36 oldu.
Kamu sendikaları ve meslek örgütleri ise memur ve emekli maaşlarına yapılan bu zam oranlarının gerçek enflasyonun çok altında kaldığını savunuyor.
TÜRK-İŞ, dört kişilik bir aile için açlık sınırının 2 bin 590 lira, yoksulluk sınırının da 8 bin 436 lira olduğunu duyurdu.
Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) ise 2020 yılı enflasyon oranını %36,72 olarak hesapladı.
BBC Türkçe'ye konuşan ENAG Yöneticisi Prof. Veysel Ulusoy, Türkiye'de 2003 yılından beri bu seviyede bir enflasyonun görülmediğini ifade ediyor.
Peki, Türkiye'deki 3 milyon memur ve 16 milyon emekli, resmi enflasyon oranı üzerinden hesaplanan zam ile geçinebilecek mi?
Sorularımızı yanıtlayan Memur Sendikaları Konfederasyonu (Memur-Sen) Genel Başkan Yardımcısı Hacı Bayram Tonbul'a göre, bu yıl kamu çalışanlarına ayrılan paya 'zam' demek yanlış.
Tonbul, ancak enflasyon oranının üzerine çıkıldığında 'zamdan' söz edilebileceğini ifade ediyor:
"Enflasyon oranında belirlenen artış, maaş değerinin korunması demektir. Ancak şu anda paranın değeri bile korunmuyor çünkü hissedilen enflasyon yüzde 22 civarındayken, memura yüzde 14 küsur zam veriliyor. Bu gerçek enflasyonun sekiz puan altında demektir."
"Resmi enflasyonumuz her ne kadar 14,60 olsa da bir de hissedilen enflasyon var. TÜİK, düşük gelirlilerin hissettiği enflasyonun en düşük yüzde 22 olduğunu söyledi ve hükümet de bunu kabul ederek asgari ücrete yüzde 21 zam yaptı. Memurların beklentisi de budur."
Sağlık Çalışanları Hak ve Mücadele Derneği Eğitim Sekreteri Ayten Çiçek, 27 yıllık hemşire olmasına rağmen maaşıyla geçinemediğini anlatıyor:
"Resmi enflasyona inanmıyorum. Çocuğuma aldığım bir çikolata bile o kadar pahalı ki. Markete girip çıktığımda elimde bir poşet olmasına rağmen en az 100-150 lira ödemiş oluyorum. Bugün sadece bir ayçiçek yağına 68 lira ödedim. Her ay eksiye giriyoruz."
"Bugün haberlerde 5 bin 886 lira hemşire maaşından bahsediliyor, ancak bunlar haber kanallarına servis edilen bürüt maaşlardır. Kesintiler olduktan sonra ortalama bir hemşirenin aldığı maaş 2.500- 2.800 TL civarında değişiyor. 27 yıldır çalışıyorum, kirada oturuyorum, arabam yok, iki çocuğumun ihtiyaçlarını doğru düzgün karşılayamıyorum."
Çiçek, pandemi sürecinde aile sağlık merkezinde çalışırken ihtiyaç duyduğu koruyucu malzemeleri bile kendi parasıyla almak zorunda olduğunu anlatıyor:
"Ölümden, hastalanmaktan, çocuklarımızın yalnız kalmasından korkuyoruz ve bir taraftan ekonomik sıkıntılarla boğuşuyoruz. Koruyucu ekipmanlarımı kendi cebimden alıyorum. Bakanlık birkaç haftada bir maske gönderiyor ama çok kalitesiz ve yeterli sayıda değil."
"Aynı anda çok fazla şey yaşıyoruz ama asla dikkate alınmıyoruz. Birileri de çıkıp, 'Siz bunları istiyorsunuz ama bizim ülke ekonomimiz sizin taleplerinizi kaldırmaz' desin. Merhametli insanlarız, bunu da anlarız. Ama kimse bizi muhatap almıyor."
Yoğun Bakım Hemşireleri Derneği Başkanı Ebru Kıraner ise, "Sağlık çalışanları bu şartlarda hem canlarını ortaya koyup çalışıyor hem de bir taraftan aklının bir köşesinde sürekli geçim sıkıntısını düşünmek zorunda. Aldığımız ücretler, yoksulluk sınırının altında kalıyor" diyor.
Türkiye'de 3 milyon kamu çalışanının yaklaşık yüzde 65'i sendikalı.
Bir milyon üyesi bulunan Memur-Sen, hükümet ile gerçekleştirilen iki yıllık toplu iş sözleşmelerinde yetkili konfederasyon görevini üstleniyor.
Sendika başkan yardımcısı Tonbul, hükümetle yapılan toplu sözleşme toplantısında 2021 yılı için yüzde 6+6 zam istediklerini, ancak bu teklifin kabul edilmediğini anlatıyor.
Uzlaşma sağlanamadığı için toplu sözleşmenin Kamu Personeli Hakem Kurulu'na gittiğini ve orada hükümetin yüzde 3+3'lük teklifinin aynen kabul edildiğini söylüyor.
Kamu Görevlileri Hakem Kurulu heyetinde çoğunluğu hükümet tarafından seçilen üyeler yer alıyor.
BBC Türkçe'ye konuşan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Merkez Yönetimi Kurulu Üyesi Elif Çuhadar ise hakem kurulu kararlarının hukuka kapalı olduğunu hatırlatarak, kamu çalışanları için sendikal anlamda gerçek bir toplu sözleşme yapılabilmesi için 'grevli toplu sözleşme' hakkı talep ettiklerini söylüyor.
Zira Türkiye'de kamu çalışanlarının grev hakkı bulunmuyor.
Tonbul da ilgili yasanın kamu çalışanlarına grev hakkını da kapsayacak şekilde değiştirilmesi için hükümetle yapılan görüşmelerin sürdüğünü aktarıyor.
Türkiye İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği (İGİAD) ve İslam İktisadı Araştırma Merkezi (İKAM) bünyesinde çalışmalar sürdüren öğretim üyesi Taha Eğri ise kamu çalışanlarına yüzde 21 oranında zammın, kamu bütçesi açısından 'karşılanabilir' olmadığını söylüyor.
Eğri, hükümetin bütçe dengesini gözetmek zorunda olduğunu ve hali hazırda bütçe açığı giderek artarken, enflasyonun da kontrol altına alınması gerektiğini ifade ediyor:
"Hükümet, mevcut bütçede kamu çalışanlarına yüzde 3 zam verebiliyor ama çalışanları enflasyona ezdirmemek için geliştirdiği yöntemle, enflasyonun beklenenden yüksek çıkması halinde aradaki farkı da vereceğini söylüyor. Bugün ekonomik kriz içerisinde zaten kamunun bütçe açığının büyüdüğü düşünüldüğünde, kamu çalışanlarına da biraz sabretme dönemi düşüyor."
"İktisadi olarak kamu çalışanlarının maaşını artırmanız parasal genişleme demektir. Bu ortamda parasal genişleme enflasyonu daha da ateşleyecektir. Kamu çalışanları bugün yüzde 7 değil de yüzde 20 zam alsalar, son kertede alım güçleri altı ay sonra yine aynı olacak."
"Bu enflasyon zaten parasal genişleme dolayısıyla ortaya çıktı. Hükümet şimdi bu parasal genişlemeyi daraltmak zorunda ki enflasyonu kontrol altına alabilsin. Enflasyonu kontrol altına almak için parasal daralma önerirken memura yüzde 20 zam yaparsanız birbiriyle çelişen bir uygulama olur."
KESK MYK üyesi Çuhadar, en düşük kamu emekçisinin maaşının açlık sınırı seviyesinde olduğunu, pek çok emeklinin maaşının Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile 1.500 liraya çıkartıldığını ve asgari ücretin altında ücret alan emeklilerin oranının yüzde 40 civarında olduğunu belirtiyor
Alternatif enflasyon hesaplamalarına bakıldığında enflasyonun yüzde 35-40 civarında seyrettiğini söyleyen Çuhadar, kamu çalışanlarının giderek yoksullaştığını söylüyor:
"Bütçenin yüzde 70'ini, verdiğimiz dolaylı vergilerle bizler oluşturuyoruz. Maaşımız henüz elimize geçmeden kesilen gelir vergisi bütçeye akıyor. Ama diğer özel şirketlerin sermaye gruplarına baktığımızda ciddi bir vergi muafiyeti, afları, bütçeden ayrılan teşvikler görüyoruz. Bütçede emekçilerin oluşturduğu fonlar zaten emekçiler dışında herkes tarafından kullanılıyor."
Eğitim-Sen Genel Başkanı Nejla Kurul da "Bir kesim çok zenginleşirken, kamu emekçileri giderek yoksullaşıyor" diyor.
Kurul, özellikle pandemi sürecinde MEB tarafından karşılanması gereken uzaktan eğitim masraflarının da öğretmenlerin omzuna yük olduğunu anlatıyor:
"Uzaktan eğitim sürecinde iki çocuklu bir öğretmenin evinde hem çok güçlü bir internet erişimi olması hem de en azından iki bilgisayar ya da tablet bulunması gerekiyor. Ancak MEB bunları karşılamıyor. Öğretmenler internet ve teknolojik ürün masraflarını, sefalet sınırına ulaşan bütçelerinden ödeyerek uzaktan eğitim çalışmalarını sürdürüyor."
Kurul, giderek artan enflasyon ile Türkiye'de eğitim emekçilerinin, yoksulluk sınırının çok altında maaşlarla hayatlarını sürdürmeye çalıştığını ifade ediyor.
Kamu çalışanlarının maaşlarına yapılan zammı "gerçek enflasyon" tartışmalarından bağımsız ele alabilmek mümkün gözükmüyor.
Asgari ücrete yapılan yüzde 21 oranında zam ve bağımsız araştırmaların ortaya koyduğu rakamlar göz önüne alındığında, kamuoyunda TÜİK'in açıkladığı enflasyon oranına duyulan güvenin azaldığı değerlendiriliyor.
Öğretim Üyesi Dr. Taha Eğri ise hükümetin iktisat politikalarına eleştiri getirilirken, 'Türkiye'nin iktisadi kurumlarına zarar vermemek gerektiğini' belirtiyor:
"Sıkıntı şu, TÜİK 400 civarında bir ürün sepeti üzerinden enflasyon hesaplıyor ama çalışanların tükettiği mal sepeti belli. Biz gıdaya, temel malzemelere daha çok pay ayırıyoruz. Orada da enflasyon daha yüksek. Bundan ötürü hissettiğimiz enflasyon, TÜİK'in açıkladığı enflasyondan yüksek oluyor."
"Hükümet değişse de TÜİK burada kalacak. TÜİK'in çalışmalarına güvensizlik aşılamak uluslararası anlamda da elimizi zayıflatıyor. Çünkü OECD ve Dünya Bankası TÜİK verilerini kullanıyor. TÜİK de uluslararası sisteme göre kendisini güncelliyor. TÜİK benim nezdimde Türkiye'de şu an en güvenilir bilgi kaynağıdır."
Bağımsız araştırmacılar, akademisyenler ve eski kamu çalışanlarından oluşan Enflasyon Araştırma Grubu yöneticisi Prof. Ulusoy ise 2020 için hesapladıkları yüzde %36,72'lik enflasyon oranını şöyle açıklıyor:
"TÜİK, Merkez Bankası ve IMF'nin verileriyle 2001'den 2020'nin üçüncü çeyrek sonuna kadar enflasyon yapısını ve enflasyona etki eden faktörleri modelledik. Bunu yaparken de 2018 yılında yaşadığımız döviz şoku, 2020'de yaşadığımız Covid-19 sağlık şoku ve geçenlerde yine dövizde yaşanan döviz şokunu da modele kattık. 2003 yılından bu yana böyle bir enflasyon görmedik. Ancak 2019 yılında da enflasyonun o kadar düşük olmadığını belirtmek isterim."