HABER

Kanadoğlu'ndan hükümete ağır eleştiriler

BALIKESİR (İHA) - Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Balıkesir'in Edremit ilçesine bağlı Altınoluk beldesindeki 'Altınoluk Antandros Yaşama Saygı Kültür ve Sanat Festivali'ndeki panele katıldı. Panelde iktidara eleştiriler yönelten Kanadoğlu, iktidarı 'dikta' olmakla suçladı.

31 Temmuz Cuma günü başlayan festivalin onur konukları olan CHP Grup Başkanvekili ve İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, 22. dönem CHP İstanbul Milletvekili, CHP parti Meclisi Üyesi ve oyuncu Berhan Şimşek ile Cumhuriyet Gazetesi İzmir Temsilcisi Serdar Kızık, 'Yaşama Saygı isimli panelde biraraya geldi. Oksijen bolluğu bakımından dünyanın ikinci şehri olma özelliğini taşıyan Kaz dağları eteklerindeki Altınoluk'un Cumhuriyet Meydanı'nda gerçekleşen halka açık panel, miting havasında geçti.

Berhan Şimşek'in sunumuyla gerçekleşen panelde konuşan eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, iktidarı eleştiren uzun bir konuşma yaptı. Zaman zaman sözleri, "Türkiye laiktir, laik kalacak" şeklinde sloganlarla kesilen Kanadoğlu, demokrasi ve laikliğe vurgu yaparak şunları kaydetti:

"Eğer Türkiye'de gerçek demokrasi istiyorsanız, her şeyden önce parti içi demokrasiyi sağlamak zorundasınız. Eğer parti içi demokrasiyi sağlayamazsanız, partinin lideri olarak o partiyi eline geçiren kişi, eğer kuvvetler ayrılığı da bir tarafa bırakılmış ise, hiç kuşkusunuz olmasın, orada diktasını mutlaka kuracaktır. Siyasi partiler demokratik ülkelerde alttan kurularak yukarı doğru çıkar. Demokratik ülkelerde her şeyi talin eden, üstte, zirvedeki kişi değildir. İnsana saygı, ilk önce insana saygılı bir
rejim gerektirir. İnsana onur kazandıran ve onun hak ve özgürlüklerini birinci sayan tek rejim hiç kuşkusuz ki, demokrasidir. Demokrasi insan aklının bulabildiği en iyi rejimdir. Bazıları da en az kötü rejim derler. Peki demokrasi, bugün Türkiye'de uygulanan ve onur duyduğumuz bir biçimde öne sürülen bir rejim ise, her şeyden önce onun bir tanımlamasını yapmamız gerekir. Türkiye'de demokrasi diye bir fetişizm halinde, sanki bizim bütün dünyaya nam salacak bir demokrasiye sahip olduğumuzu söylemek gerçeğe uygun bir ifade midir? Hayır değildir. Nedeni de, çünkü her şeyden önce olması istenenler Anayasamızın 2. maddesinde yazıyor. Biz bu vazgeçilmez iki konuşu zaten unuttuk. Laik, demokratik, sosyal hukuk devletinden bahsediyoruz. Ama bizim Anayasamızın 2. maddesinde Atatürk milliyetçiliğine dayalı sözünü hep unutuyoruz. Eğer Türkiye Cumhuriyeti'nin Atatürk milliyetçiliği ilkesinden uzaklaştığını söylemek ve bunun Türkiye'de mutlaka uyulması gereken bir ilke olduğunu söylemek bize eğer dokunmaya başladıysa burası demokratik bir ülke değildir. Artık Atatürk milliyetçiliğini söylemek korkulan bir hale gelmiştir. Elbette ki, biz korkmuyoruz ama yapılmak istenen budur. İşte buna karşı durabildiğimiz sürece, biz sadece Atatürk'ün izindeyiz demekle kalmayacağız ve Atatürk milliyetçiliğini Türkiye'de uygulanan bir ilke halinde muhafaza edeceğiz. İşte bunu söylemek istiyoruz. Peki insan haklarına saygılı bir demokratik ülke miyiz? İnsan haklarına saygılı bir ülke de değiliz. Hem laik devletiz diyoruz, hem de bu ülkeyi yönetmeyi, laik cumhuriyet aleyhine eylemlerin odağı olduğu tespit ve tescil edilmiş bir iktidara teslim ediyoruz. Eğer siz doğrudan doğruya kuvvetler ayrılığı ilkesini bir ataraa bırakır ve her şeyi yürütmenin eline bırakır hale getirirseniz, o ülkede yürütülen rejimin adı yine demokrasi değildir. Sosyal hukuk devleti diyorlar. Türkiye bir sadaka ülkesi haline gelmiştir. Sosyal hukuk, yerini bir sadaka hukukuna bırakmıştır. Peki ne zamandan beri Türkiye bir hukuk devletidir? Türkiye uzun süredir bir hukuk devleti değildir. Hukukun üstünlüğü, mutlaka hukuk devleti ilkesini hayata koymakla yürüyebilir ve hukuk devletinin temelinde yargı vardır. Eğer yargı bağımsız değil ise, sizin rejiminizin adı hiçbir zaman demokrasi olmayacaktır."

"YAŞADIĞINIZ ÜLKENİN ADI DEMOKRASİ DEĞİLDİR" Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) tüzüğündeki, merkez yürütme kurulunun yüzde 25'inin genel başkana bırakılması maddesine itiraz ettiğini ve itirazının kabul edilmediğini vurgulayan Sabih Kanadoğlu, şöyle konuştu:

"Bir parti başkanı düşünün ki, milletvekillerini kendisi seçer, yerini kendisi tayin eder, sırasını o belirler, başkanı hakkında parti guruplarının aday göstermesi anayasada yasaklanmış olmasına rağmen, onu meclis başkanı adayının, eğer parti başkanı tarafından tek başına seçildiği bir ülkeyseniz, sizin adınız demokratik bir ülke değildir. Eğer sizin ülkede Cumhurbaşkanı, o parti liderinin, başkanının, o benim arkadaşım olacaktır diyerek Cumhurbaşkanını tayin ettiği bir ülkede yaşıyorsanız, hiç
unutmayın, yaşadığınız ülkenin, rejimin adı demokrasi değildir. Bu sözüm bütün partiler için geçerlidir. Hangi parti olursa olsun, eğer bir siyasi parti, parti liderinin bütün üyeler içerisinde, yani eşitler içerisinde birinci olduğunu kabul etmiyorsa, onun sözü geçiyorsa, yaşadığınız ülkenin, rejimin adı asla demokrasi değildir. 14 Ağustos 2001'de AK Parti kuruldu. Başsavcılık olarak tüzüğünü incelediğimizde, merkez yürütme kurulunun yüzde 25'inin genel başkana bırakıldığını gördüm. O tarihte Anayasa
Mahkemesi'ne başvurarak, bunun değiştirilmesini talep ettim ve partiye bunun iptal edilmesini istedim. AK Parti, CHP'de de böyle diye cevap verdi. CHP'de de öyleydi, AK Parti, zaten ben düzeltirim demesine rağmen öyleydi ve ANAP ile birlikte 8 partide de tüzüklerinde bu hüküm vardı. O yüzde 25 nedeniyle yaptığım başvuru, Anayasa Mahkemesi tarafından, yüzde 25'ten bir şey çıkmaz gerekçesiyle reddedildi. İşte o zaman yüzde 25 gayet normal olarak görüldü, oradan yola çıkılarak artık bütün milletvekillerini genel başkanın seçmesi rejimine girildi. Şimdi öyle sanırım ki, eğer siyasi partiler bu genel başkan sultasını önleyemezse, bizim demokrasiye dönme şansınız kesinlikle olmayacaktır. Demokrasi ancak siyasi partilerle birlikte yaşatılabilir, sürdürülebilir ve yeşertilebilir. O zaman bütün vatandaşlara şunu tavsiye edebilirim; O genel başkan sultasını kırabilmek için her yurttaşın siyasetle uğraşması ve o siyasi partiye katılmasında yarar var. Eğer o siyasi partilerle güçler birleştirilirse, belki ileride bir demokratik rejime kavuşma şansımız olabilecektir. İşte siyasete almadıklarını bildiğim için bizim işimizin zor olduğunu söylüyorum. Taleplerin reddi karşısında yine yargıya başvurma şansı vardır. Bu anayasa, halkımızın yüzde 92'sinin oyuyla yürürlüğe girdi. Ve o geçici 15. maddede bir sorumsuzluk tanındı. O bir af niteliğindeydi. Hatta affı da geçen bir büyük affın müjdesiydi. Hiçbir hukuk devleti, 27 sene önce af ettiği kişileri 27 sene sonra, gel ben seni yargılayacağım diyemez. Böyle bir işin hukuken bir imkanı yoktur. Gerçekten darbelere karşı koymak, insan onurunun gereğidir. Atatürk milliyetçiliğine bağlı laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet yaşayacaktır."

En Çok Aranan Haberler