1-7 Nisan Ulusal Kanser Haftası’nda, var olan kanser tedavilerinin etkinliğini bir adım öteye taşıyan yeni bir çalışma müjdesi, Marmara Üniversitesi (MÜ) Genetik ve Metabolik Hastalıklar Araştırma ve Uygulama Merkezi’nden (GEMHAM) geldi. Merkezde başlatılan ve kanser alanında çalışan cerrahlar, onkologlar ve patologlarun işbirliğinde yürütülen çalışmada, meme, akciğer, kolon kanseri gibi “solid (katı) tümörlerin tedavisinde en yüksek etkiyi yaratacak ilaç ya da yöntemin seçilmesi amaçlanıyor. Buna göre hastanın tümör ve bağışıklık hücrelerini de içeren çevre dokusundan alınan örnek, hızla laboratuvara ulaştırılıyor; burada kişiye özel yapılan geniş kapsamlı genetik dizileme ile elde edilen veriler biyoinformatik yöntemler kullanılarak analiz ediliyor; kullanılabilecek tedavi yöntemleri, henüz hastaya verilmeden laboratuvar ortamında ‘hastanın kendi hücreleri üzerinde’ test ediliyor. Böylece tedaviye alınacak yanıt ya da yan etkiler, hücresel düzeyde belirleniyor ve hastanın fayda görmeyeceği tedaviler alarak vakit kaybetmesinin önüne de geçilebiliyor. Akıllı ilaç veya immünoterapi bile olsa, hasta o yöntemden fayda görmeyecekse, o tedavi protokolü tercih edilmiyor. Çalışmayı gerçekleştiren Marmara Üniverstesi ( MÜ) Biyomühendislik Bölümü’nden Prof. Dr. Kazım Yalçın Arga ile Marmara Üniversitesi (MÜ) Tıp Fakültesi Temel Tıp Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi ve GEMHAM Müdürü Prof. Dr. Betül Yılmaz, yeni kanser tedavisi yaklaşımının detaylarını Demirören Haber Ajansı’na anlattı.
Prof. Dr. Kazım Yalçın Arga, bu çalışmayla kişiselleştirmiş kanser tedavisine başka bir boyut kazandırdıklarını kaydederek, şu bilgileri verdi: “Bizim yaptığımız, öncelikle hastadan elde ettiğimiz kan ve tümör dokularını beraber dizileyerek hastaya özgü moleküler özelliklerini belirlemek. Böylelikle tedavide kullanacağımız ilaç hedeflerini hastaya özel belirlemiş oluyoruz. Hastanın kendi kan ve tümörünü beraber dizilemek bu noktada çok önemli. Doğru hedefleri belirlemek açısından bir üstünlük getiriyor. Bu çalışmanın en yenilikçi yönü, tedavi hedeflerine ‘hastanın kendi dokuları üzerinde (organoid modellerle) hücre kültürü aşamasında laboratuvarda çalışabilme imkanı vermesi. Bu da klinik aşamaya geçmeden, ama herhangi bir hayvan deneyine de ihtiyaç olmadan tedavinin başarısı ile ilgili büyük bir bilgi veriyor elimize."
Bugün kullanılan kişiselleştirilmiş kanser tedavilerinde, hastaya ait olmayan, laboratuvarlarda kullanılan kanser modellerinin kullanıldığını, bunun da hastaya o tedavi verildiğinde hastanın kendi bağışıklık ve genetik yanıtının da etkisiyle sonucu değiştirebildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Arga, “Biz, organoid ile beraber hastanın kendi tümör hücreleri, sağlıklı hücreleri ve immün sistem yani bağışıklık sistemi hücreleri üzerinde analiz yaptığımız için, bir ilaç denemesinde aldığımız tedavi yanıtı, hastanın vücudundaki tepkiye çok daha yakın olabiliyor. O nedenle de geleneksel yöntemlere göre oldukça başarılı sonuçlar elde ediyoruz. Hastanın genomik profillemesi, bize o hasta için en uygun ilaç hedeflerini veriyor. Burada kullanacağımız ilaç tedavisi stratejileri, kemoterapi, immünoterapi veya yeni nesil akıllı ilaçlar şeklinde olabilir. Bu sistemin avantajı, bu tedavi stratejilerinin hangisinin bu hasta için çok daha uygun olduğu konusunda daha iyi sonuç vermesi." diye konuştu.
Şimdilik solid (katı) tümörlerle ilgili kanserlerde bu çalışmayı yürüttüklerini ve bunu pek çok merkezden kanser alanında çalışan hekimlerle iş birliği içinde gerçekleştirdiklerini vurgulayan MÜ Tıp Fakültesi Temel Tıp Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi ve GEMHAM Müdürü Prof. Dr. Betül Yılmaz ise, lösemi, lenfoma gibi kanserler için de ileriki dönemlerde benzer bir çalışma gerçekleştireceklerini söyledi. Prof. Dr. Yılmaz, “Bütün süreç, mutlaka onkologların, cerrahi branşların ve patologların gözetimi ile gerçekleşiyor aslında. Çünkü onlardan gelen data, bizim için çok kritik. Patoloji kanserin ne aşamada olduğu, ne kanseri olduğu gibi detayları veriyor bize. Onkolog zaten hangi tedavi uygulanacak, bizimle birlikte paralel olarak kararını veriyor. Cerrahinin ise bizim için önemi şu: Mümkünse organoid kültürü yapabilmek için, organoid dediğimiz de hastanın kendi dokusu yani, bunun üzerindeki deneyleri gerçekleştirebilmemiz için, taze doku almamız gerekiyor. Burada tabii cerrahın dokuyu çıkarır çıkarmaz hemen bizim onu laboratuvara almamız ve buradan mümkün olduğunca fazla hücreyi çıkardıktan sonra, belirlenen ilaçları üzerinde denememiz gerekiyor" dedi.
Prof. Dr Yılmaz, şimdiye dek gelen örneklerde genellikle farklı tedavilerin denendiği ve başka seçeneği kalmamış son dönem kanser hastalarında olduğunu ama aslında hasta teşhis alır almaz bu sistemle ilerlenmesi gerektiğini kaydetti ve ekledi. “Aslında kanser teşhisi konur konmaz burada bir gen belirlenip onun üzerine doğru tedavi uygulandığında, ilaç direnci, ilaca yanıt vermeme ya da kanserin nüksetmesi gibi durumlar oldukça minimal düzeye düşüyor. Bu nedenle de kanser teşhis edilir edilmez yapılması lazım. Bize gelen olgular genellikle tedavi seçeneği tükenmiş, başka ne yapabiliriz durumundaki hastalar oldu. Bu yöntemi bizim mutlaka yeni teşhis aşamasından itibaren uygulamaya başlamamız gerekiyor. Böylece kanser tedavilerindeki gereksiz ilaç kullanımı (tedavide yanıt alınamayan ilaçlar olabiliyor), gereksiz radyasyon kullanımı, zaman kaybı, hastanın psikolojisinin olumsuz etkilenmesi gibi dezavantajlardan kurtulabiliriz "
Bazı hastalarda akıllı ilaçlara dahi iyi yanıt alınamadığını belirten Prof. Dr. Yılmaz, sözlerini şöyle noktaladı: “Bunun sebebi de arka planda bazı genlerin atlanmış olması. Bizim, organoid üzerinden elde ettiğimiz verilerle doğrulama çıkardığımızda, önceki sonuçtan çok farklı olarak yüzde 40 düzeyinde daha fazla etkinlik gözlemlediğimiz oldu. Bize göre daha en başında, bütün kanser hastaları için bu testin mutlaka yapılması gerekli. Tabii ki bugün kanser tedavilerinde gen testi yapılıyor. O da yanlış değil ama; yeterli değil. Birçok hastada görüyoruz ki bir iki tane gene bakılarak immünoterapiye gidilebiliyor. Ama bu yeterli olmuyor çünkü arka planda, (o hastaya özgü) tümör baskılayıcı, tümörü artırıcı genlerin hepsinin birlikte analiz edilmesi lazım ki, doğru tedaviye karar verilebilsin. Bugün çok fazla merkezde kişiselleştirilmiş kanser tedavileri uygulanıyor. Ama bizim çalışmamızla öne çıktığımız farklı nokta, mümkünse hastadan alınan ‘taze doku üzerinde’ bu analizi gerçekleştirip onun üstünden tedavi protokollerini belirleyebilmek. Kendi geliştirdiğimiz yazılımlar üzerinden de biyoinformatik verileri analiz edebiliyor olmamız zaten başlı başına bir yenilik."
2 yıldır süren bir çalışmaya şimdiye dek, 4 hastanın örnekleri dahil edildi ve tedavi protokolü buna göre düzenlendi. Beyin tümörü, akciğer, kolon ve mide kanseri olan 4 hastadan 3'ünün tedaviye iyi yanıt verdiği ve halen tedavi süreçlerinin izlendiği öğrenildi. İleri evre olan beyin tümörlü hasta hayatını kaybetti. Ancak daha erken dönemde protokole dahil edilen kolon kanserli bir hastada tam iyileşme sağlandı. Akciğer ve mide kanseri olan hastaların tedavilerinde ise yüzde 80 başarı elde edildi. Yıl sonuna kadar, yaklaşık 100 hastanın onkoloji tedavisinin bu protokolle düzenlenmesi hedefleniyor. GEMHAM araştırmacıları, var olan geleneksel veya yenilikçi tüm kanser tedavilerinin (kemoterapi, radyoterapi, akıllı ilaç veya immünoterapi) etkinliğini artıracak bu protokol sayesinde pek çok kanser hastasının tedavisinde çok daha iyi sonuçlar alınabileceğine inanıyor. (DHA)