Yazı: Mert Gökalp
Bir canlı düşünün ki kurutabilir, ateşe verebilir, alkolde çözebilir, oksijensiz bırakabilirsiniz, UV ışınlarıyla üzerine saldırabilir, yüz beş derece sıcaklıkta kaynatabilir ya da atomların bile artık hareket edemediği sıfırın altındaki dondurucu soğuğa maruz bırakabilirsiniz, ama ne kadar uğraşırsanız uğraşın tamamen öldüremezsiniz.
Yıl 1972, Apollo 16 ay seferinin sıradışı yolcularıydı artemyalar (tuzlu su karidesi) ve astronotların maruz kaldığı kozmik radyasyonun etkilerini test edebilmek için kobay canlı olarak seçilmişlerdi. Kobay artemyalar uzay mekiğinin alüminyum duvarlarından bile geçebilen yüksek enerjili partiküllere maruz bırakıldı. Uzun antenleri ve su içinde sürüklenen ayaklarıyla kırılgan görülseler bile bu deneyde kullanılan yüz on artemya embriyosundan birçoğu yumurtadan çıkmayı başardı.
Uzay maymunu olarak da bilinen 1,5 milimetre boyundaki bu canlılar okyanusta yaşamıyor; yaşam alanları yaklaşık yüz milyon yıldır Hazar Denizi, Utah’taki Büyük Tuz Gölü gibi ekstrem ortamlar. Ortam koşulları iyi olduğunda artemyalar ince kabuklu yumurtalar oluşturur. Ancak besin az olduğunda veya tuz oranı arttığında B planına geçiyorlar: Kapsül oluşturmak! Büyük Tuz Gölü’nde 1990’lı yıllarda petrol arayan ekipler artemya kapsüllerine rastladı ve yumurtadan çıkıp çıkmayacaklarını test etmek için üzerlerine su döktü. Mucizevi bir şekilde bazılarının yeniden canlandığı görüldü.
Radyokarbon tarihlendirmelerden çıkan sonuçlara göre bu kapsüllerden bazılarının on bin sene yaşadıkları belirlendi. Süngerler gibi en ilkel canlıların, zor şartlarda primmorph adı verilen kapsüller oluşturdukları biliniyor ancak evrim basamaklarında daha üstlerde yer alan artemyalar bunu nasıl başarıyor? İşin sırrı susuzluk durumunda molekül şekillerinin bozulmasını engelleyebilmekte. Artemya, kuraklık durumunda hücrelerini trehaloz denilen şeker moleküllerine dönüştürerek cam tabakası görünümlü koruyucu bir matris içine alıp sıvı kaybına karşı embriyolarını donduruyor.