CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile iki uzun söyleşi yaptık. Kılıçdaroğlu, bu söyleşilerde önce Kemal, sonra Kemal Bey, ardından da Kılıçdaroğlu olduğu günleri anlattı. Yazı dizisini de kendisinin bu anlatımlarını esas alarak hazırladım. Tabii burada hemen şunu vurgulamalıyım: Ona göre, “Kılıçdaroğlu ve Kemal Bey” tanımları, “Tayyip Bey ve Recep Bey”den farklı olarak tek bir dönemi ve tek bir kişiliği ifade ediyor.
Tapu memuru Kamer Bey, her akşam ocak başında kitap okurdu. ‘Kerem ile Aslı’, ‘Hazreti Ali’nin Cenkleri’, ‘Ebu Müslümi Horasani’ gibi kitapları heyecan içinde dinlerdi çocukları. Yatma vaktine kadar sürerdi okumaları.
Çocuklar, ertesi akşamı iple çekerdi. Yemekten hemen sonra ocak başındaki yerlerine geçer, babalarının kitabı alıp arkası aynalı 14 numaralı gaz lambasının önüne oturmasını beklerlerdi.
Misafir geldiği akşamlar kitap okumaya ara verilirdi. Lamba söndürülür, lüks lambası dolaptan çıkarılırdı. Lambanın zayıf ışığına alışan çocuklar için lüksün yanması evin şenlik yerine dönmesi demekti. Bir kenara oturur, bu kez babalarının misafirlerle sohbetini dinlerlerdi.
Kamer Kılıçdaroğlu, evdeki otoriteydi. Ailenin yaşamı da onun tayinleriyle birlikte alt üst olur, sürekli taşınıp dururlardı. O nedenle ailenin ikizleri Kemal ve Adil, ilkokula Van’ın Erciş ilçesinde başladı. İlk üç sınıfa orada gitti; fakat dördüncü sınıfı Tunceli’de, beşinci sınıfı ise Bingöl’ün Genç ilçesinde okudu.
UZUN ÖNLÜKLER TAHTA ÇANTALAR
İlkokuldan itibaren ikizlerin yolları birbirinden ayrıldı. Adil, sınıfta kaldı. Kemal ise sınıfı geçerek yoluna devam etti. Adil, okul hayatında hep Kemal’i geriden takip edecekti. Zaten Kemal’den küçüktü, dünyaya da Kemal’in peşinden gelmişti. Tunceli’nin Ballıca köyünde, 17 Aralık 1948 günü birkaç dakika sonra doğmuş olmasına rağmen hep “ağabey” diye seslenecekti ona.
Erciş’te ilkokula başladıkları gün Kemal için unutulmaz bir gündü. Belleğinde kalan o güne dair en önemli görüntü tahta çantası ve uzun önlükleri: “İlk gün çok uzun siyah önlükler giymiştik. Evde tembihlemişlerdi, sakın çantalarınızı kaybetmeyin diye. İlk teneffüse elimizde çantalarla çıktık. Baktık diğer öğrencilerin elinde yok, sınıfa gidip çantalarımızı bıraktık. Diğer çocukların önlükleri kısaydı. Akşam eve gittiğimizde anneme kızınca önlüklerimizi düzeltip kısalttılar.”
Kemal, ders çalışmayı seven, meraklı bir öğrenciydi. Dersler dışındaki aktivitelere de katıldı. İzcilik koluna girdi, bir yavru kurt oldu. Öğretmenler, özel günlerde, bayramlarda şiir okuma görevini de hep ona veriyorlardı. İlk ezberlediği şiirlerden biriydi İstiklal Marşı. Sadece ilk iki kıtasını değil, on kıtasını ezberledi, bir müsamere sırasında çıktı kürsüden okudu. İlerleyen yıllarda Kemal, şiir de yazdı.
İLK ŞİİRİ AÇLIK ÜZERİNE
İlk şiiri açlık üzerineydi: “Bir hafta vardı hiç unutmuyorum, fakat öğretmenler açlıkla ilgili şiir bulamamışlardı. Ortaokuldaydık. Ben açlıkla ilgili bir şiiri yazdım ve götürdüm. Öğretmen ‘Çok güzel olmuş’ dedi. Gençlik yıllarında şiirler devam etti. Elazığ’da Ticaret Lisesi’ndeyken Turan gazetesine şiirler yazdım. Şimdi çok net hatırlamıyorum yazdıklarımı. Saklamadım da.”
Kemal, Genç’te ortaokulu okurken yaz aylarında hiç evde oturmadı. Her öğleyin tren istasyonundaydı. Tren yolcularına salatalık ya da soğan kabuğuyla boyadığı yumurtaları satıp para kazandı. Tuğla ocaklarında da çalıştı. Ortaokul son sınıfta daha büyük bir işe girişti. Genç’in karpuzu meşhurdu, Murat nehri kıyısındaki tarlalarda harika karpuzlar yetişirdi. Kemal de, o yaz bir arkadaşıyla beraber bir karpuz tarlası kiraladı. Zevkli bir anı olarak anlatıyor o tarlada yaşadıkları:
“Tarlayı para verip kiralamadığımız için bize düşen görev gece karpuzları korumak için tarlaya gidip orada yatmaktı. Karpuzları şehrin içine götürüp satmıyorduk. Diyelim ki Bingöl’deki birlikten askerler karpuz almak için gelirlerdi, onlara satardık. Kilosu 5 kuruştu.”
YÜZME SEVDASI VE BABA DAYAĞI
Yaz aylarının en büyük eğlencesi Murat nehri kıyısında dolaşmak, nehirde yüzmekti. Halbuki babası, nehirde yüzmeyi yasaklamıştı. Hem boğulma tehlikesine, hem de babasını kızdırma pahasına Kemal, arkadaşlarıyla nehre gidip yüzmekten vazgeçmezdi.
Bu da akşamları babasından dayak yemek demekti. Kamer Bey, katı bir Anadolu erkeği görünümündeydi. Kararları kendi başına alırdı. Ailenin Karabulut olan soyadını değiştirme kararı da bunlardan biriydi. Bütün aile Karabulut soyadıyla devam ederken, Kamer Bey, 1950’de mahkemeye başvurarak Kılıçdaroğlu soyadını almıştı. Nedeni de köydeki hemen herkesin soyadının aynı olmasıydı, bu benzerlikten rahatsız olmuştu. O tarihte küçük bir çocuk olan Kemal, ailedeki bu soyadı değişikliğini sonradan öğrenmiş: “Bütün amcalarımın soyadı Karabulut. ‘Mehmet Karabulut’tan Mehmet Karabulut’a’ diye mektup yazdığımı hatırlıyorum. İkinci Mehmet Karabulut’a parantez içinde muhtar yazardık hangisi olduğu anlaşılsın. Hiçbir zaman gidip babamıza “soyadımızı niye değiştirdin” diye sormadık. Çünkü çocuktuk.”
DEDEMİZ KILIÇLI EŞKIYA
Kılıçdaroğlu soyadı ise dedelerinden geliyor: “Dedemiz Hüseyin Cebeli. O dönemin halk kahramanı tipi birisi. “Kılıçlı eşkıya” diye adlandırılıyor. Soyadı Kanunu olmadığı için aile Cebeligiller olarak tanınıyor. Rahmetli babam bundan esinlenerek de Kılıçdaroğlu koymuş olabilir.”
Her ne kadar Kürt olduğu iddiaları ortaya atılsa da Kemal Kılıçdaroğlu, ailesinin köklerinin Kureyşan aşiretinin Türkmen boyu olduğu bilgisine sahip: “Kureyşan, aynı zamanda, Aleviliğin en önemli ocaklarından biri. Ailemin Horasan’dan geldiği söyleniyor. Konya Akşehir’e yerleşiyorlar. Ailenin büyüğü Seyyid Mahmudi Hayrani’nin türbesi orada. Rivayete göre, Şah İsmail’le Yavuz Sultan Selim arasındaki savaştan sonra bunlar Adıyaman, Malatya ve bir kolu da Dersim’e, Tunceli’ye gidiyorlar. Türkmen boyu bunlar.”
Anne tarafı ise Areli aşiretinden. Annenin nüfustaki ismi Yemuş. Oysa herkes gibi oğlu Kemal de onu hep Nimet adıyla biliyordu: “Anneme Yemuş demezdik, rahmetli babam, bütün komşular, herkes Nimet diye bilirdi. Ben de anneme sordum. Yemiş koymak istemişler, nüfus memuru Yemuş yazmış. Herkes etnik kimliğiyle uğraştı, acaba nedir, ne değildir diye. Sonuçta o benim sevgili annem. Öyle bir şey olsa söylerim, yok.”
KARDEŞLERİNDEN BİR TEK O OKUDU
Nimet Hanım’ın ikisi kız, beşi erkek yedi çocuğu oldu. Bunların dışında iki çocuğunu da doğumdan sonra yitirdi. Yedi çocuktan sadece Kemal, üniversite okudu. O zaten diğer kardeşlerinden farklıydı. İlkokuldan liseye kadar hep birincilikle bitirdi okulları.
Kemal, Murat Nehri kıyısına oturur, babasının getirttiği Cumhuriyet gazetelerinden Malkoçoğlu çizgi romanlarını okurdu. Sonra gazetedeki Fikret Otyam’ın röportajları dikkatini çekti. Yıllar sonra Otyam’ın resimlerine ilgi duymasında o röportajların etkisi de olacaktı. Bir süre sonra da Çetin Altan’ın yazılarını keşfetti, bazı yazıları kesip saklıyor, sınıftaki arkadaşlarına okuyordu.
Kitap okumaya ise Teksas, Tommiks ve ardından Kerime Nadir’in romanlarından başladı. Lise 1’de de Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini sonra da klasikleri okudu. İnce Memed, hayatının unutulmazlarından biri oldu.
Genç’te lise yoktu. Kamer Bey, Tunceli’de lise müdürü olan bacanağına mektup yazdı, kayıt tarihlerini bildirmesini istedi. Ama beklediği cevap bir türlü gelmedi. Cevabın geciktiğini fark ettiklerinde lise kayıtları dolmak üzereydi. Kemal, Elazığ’da yeni bir ticaret lisesi açıldığını öğrendi o sırada. “Oraya kaydını yap, bir ay sonra naklen alırız buraya” dediler. Kemal, bu lise seçiminin hayat çizgisini değiştirdiğini ancak liseyi bitirdikten sonra anlayacaktı.
HAYALİ DOKTOR OLMAKTI
“Bir ay sonra öğretmenler, öğrencimizden çok memnunuz kaydını vermeyiz dediler ve ticaret lisesinde kaldım. Liseye gidip doktor olmak gibi bir idealim vardı. Fakat ticaret lisesini bitirince anladım ki, sadece iki yerde sınava girebiliyorum. Eskişehir İktisadi Ticari Bilimler Akademisi, bir de Ankara. Önce Eskişehir’i kazandım, 50 lira para verdim kayıt için. Ankara’yı kazandığım belli olunca gidip kaydımı aldım, parayı istedim ama vermediler” diye anlatıyor üniversiteye girişini.
Kemal Kılıçdaroğlu, Ticari İlimler Akademisi’nde okumak üzere Ankara’ya ayak bastığında yıl 1968’di. Gençlerin ayakta olduğu fırtınalı yıl.
EN BÜYÜK PİŞMANLIĞIM: Ablamın okumasına karşı çıktık
En büyüğümüz olan ablam (Feride Çakmak) hiç okula gitmemiş zaten. İkinci kız kardeşimiz (Fikriye) bizden küçüktü. O çevrenin koşullarında okuyan kız çocuklarına farklı bakılıyor, biz de kendimizi o kültürün bir parçası olarak görüyorduk. Biz erkek çocuklar, “ilkokulu bitirdikten sonra okumasına gerek yok” diye itiraz ettik. Bu hayatımın en büyük pişmanlıklarından birisidir. Keşke okuyabilseydi, farklı yerlere gelebilseydi. O yapıyı sonra kırdık tabii. Benim, diğer kardeşlerimin kız çocuklarının hepsi okudu. Benim kızlarım Aslı ve Zeynep üniversiteyi bitirdi. O çevreden çıkınca hayatı, gerçeği daha farklı görüyorsunuz. Kültürün bir parçası olarak kız çocuklarına miras da verilmezdi. Rahmetli babam hayattayken Tunceli’deki iki dükkanı sattı, kardeşlere dağıttı. Gayrimenkul da kaldı babamdan. Biz kardeşler oturduk, kız kardeşlerimize de verelim diye karar verdik, böyle bir adalet sağladık.
BABAM: Rakı içme adabını o öğretti
Belli bir yaşa geldikten sonra rahmetli babam bize içki içmenin adabını öğretti. İlk rakıyı babamla içtik. İşte rakıyı böyle doldurursunuz, suyu böyle koyarsınız, içkiyi böyle içersiniz diye. Daha sonraki yıllarda sosyal içici dediğimiz, yani bir yerde bir işte toplantı olur, bir kokteyl olur bir kadeh alırsınız öyle içtim.
27 MAYIS Menderes’in idamına üzüldük
Evimizde bir radyo vardı, Bingöl’ün Genç ilçesindeydik. 27 Mayıs’ı hatırlıyorum. Akşamları canlı olarak verilirdi duruşmalar. Hep “Sanıklar getirildi yerlerine oturdular” gibi klasik bir cümleyle başlardı. Her akşam tekrarlandığı için bu bölüm belleğimde kaldı. İdamlar olduğunda küçük bir kasabadaydık, çoğu kişi ertesi gün idamın olduğunun farkında bile değildi. Çoğu evde radyo yoktu. İdamdan herkes üzüntü duydu. Ailemiz CHP’liydi, amcam bir dönem CHP Tunceli İl Başkanlığı yapmış eskiden ama onlar da üzüldü.