Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, Mynet okurları için yazdı...
Nisan ayında Meksika’da başlayan domuz gribi salgınının dünya çapında bir salgına (pandemi) dönüşebileceği ve milyonlarca insanın ölümüne yol açabileceği endişesi hiç de haksız değildi...
BİR: Şimdiye kadar insanlarda hastalık yapmamış olan ‘yepyeni’ bir grip virüsü ile karşı karşıya idik. İnsan, domuz ve kuş gribi virüslerinin karışımından oluşan bu virüsün bulaşacağı her kişiyi hasta etmesi kaçınılmazdı, çünkü kimsenin buna karşı bağışıklığı yoktu.
İKİ: Domuz gribi virüslerinin domuzlarla çok sıkı temasları olan insanlara (mesela domuz çiftliklerinde çalışan işçilere) bulaşabileceği biliniyordu. Hatta 1988 senesinde Wisconsin’de görülen domuz gribi salgınında virüslerin insandan insana geçtiği de belirlenmişti ama bu çok az sayıda insanla sınırlı kalmıştı.
Oysa Meksika’ da başlayan salgının etkeni olan virüs nasıl becermişse becermiş ‘insandan insana kolayca bulaşma kabiliyeti’ de kazanmıştı.
Bu iki özellik, bir pandeminin kapımızda olduğunu gösteriyordu. Nitekim H1N1 olarak isimlendirilen virüs birkaç ay içinde tüm kıtalara ve 100’ den fazla ülkeye yayıldı ama zaman geçtikçe, ölen insan sayısının ilk başlarda tahmin edildiği kadar fazla olmayacağı da ortaya çıkmaya başladı.
PANDEMİ DEĞİL ÖLÜM ORANI ÖNEMLİ
Pandemi milyonlarca insanın hasta olması demek ama bir pandeminin esas tehlikesi salgına yol açan virüsün öldürücülüğü ile ilgili!
İlk aylarda bu yeni H1N1 virüsünün öldürücülüğünün de çok yüksek olacağı zannedildi. Bilerek, bilmeden veya belki de 40 yıl sonra bir pandemi ile karşılaşmanın heyecanı ile önemli bir hata yapıldı. Pandeminin öldürücülüğü, virüs bulaşan tüm insanlardaki orana göre hesaplanması gerekirken sadece hastaneye yatırılan insanlardaki ölüm oranlarına bakılmıştı ve tabii ki çıkan değerler çok yüksekti. Buna göre de milyonlarca insanın ölmesi de kaçınılmaz gözüküyordu!
NE YAPILMALIYDI?
Özetleyecek olursak; hiçbir insanın bağışık olmadığı, insandan insana kolayca bulaşan ve ölüm oranı da çok yüksek olan bir grip pandemisi ile karşı karşıyaydık.
Bulaşıcı salgın hastalıklara karşı tıbbın elindeki en önemli silah aşı idi. Bugüne kadar birçok salgın yapan hastalık aşılar sayesinde ortadan kalmıştı. Böyle bir pandemiyi en az hasta ve ölümle atlatabilmek için de ‘olabildiği kadar kısa zamanda, olabildiği kadar fazla insanın bu yeni virüse karşı aşılanması’ en iyi çare gibi görünüyordu. Ancak domuz gribine karşı kimsenin elinde hazır aşı yoktu.
İlgili firmalar aşka geldiler; derhal büyük bir gayretle ve hızla aşı üretme çalışmalarına başladılar. Bu, bilimsel olarak da makul ve mantıklı bir girişimdi ama ortada da kafaları kurcalayan ve cevabını kimsenin veremediği sorular da dolaşmaya başlamıştı:
Çok kısa bir zamanda milyonlarca dozda, etkili, güvenilir ve yan etkileri de olmayan bir aşı üretmek mümkün olabilecek miydi?
GERÇEKLER ORTAYA ÇIKIYOR
Tartışmalar süredursun; pandeminin içimizi ferahlatan özellikleri de ortaya çıkmaya başladı. Bunlar içinde en önemlileri sağlıklı insanların hastalığı tedaviye bile gerek kalmadan atlatabildiklerinin ve domuz gribinin öldürücülüğünün olağan gribe göre çok daha az olduğunun ortaya çıkmasıydı.
Kuzey yarı kürenin şansı yaza girmemizdi. H1N1’in ikinci dalgasını aralık veya ocak ayından sonra yapması bekleniyordu; o zamana kadar da aşılar hazırlanmış, milyonlarca insan aşılanmış olacaktı. İkinci dalganın beklenenden çok erken gelmesi ve aşı üretimindeki gecikmeler tüm hesapları alt üst etti.
GELELİM NETİCEYE
H1N1 daha şimdiden milyonlarca insana bulaşmış durumda. Üstelik zaten ‘peyderpey’ gelen ve tamamının söz verilen zamanda gelememesi ihtimali de olan aşılarla hedeflenen büyük kitlenin aşılanması ve bunun salgının hızını kesmesi pek mümkün görünmüyor.
Bu durumda ilk gelen ve gelecek olan aşıların herkese değil, ‘öncelikle 25 yaş altı risk gruplarına yapılması’ daha doğru bir uygulama olacak.
Başka mühim nokta da risk gruplarına pnömokok aşısı yapılması. Zira grip salgınlarından ölümlerin bir numaralı sebebi zatürree ve bu zatürreelerin de önemli bir kısmında etken pnömokok adı verilen mikroplar. Elimizde de buna karşı ‘etkinliği şüpheli’ de olsa bir aşı var.
Sağlık Bakanlığı bu konuda ne düşünüyor acaba?
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi