Kimsenin ahı kimsede kalmaz
Son yıllarda yargı sürecindeki davalar kadar yargının kendisi de tartışma konusu oluyor. Yargının siyasete, siyasetin yargıya kuşatması farklı cephelerden farklı yorumlarla ifade ediliyor.
Kanun yapıcılarla uygulayıcılar arasındaki bir meselenin sokaktaki insana yansımasıysa oldukça kaygı verici. Özellikle kamuoyu tarafından tanınmış isimlerin şaşırtıcı iddialarla gözaltına alınarak ve ya tutuklanarak gündeme gelmeleri adeta ezber bozuyor.
Yeni yeni ortaya çıkan suçlarla ilgili iddiaların yanında tarihin tozlu raflarından indirilen eskiler ise bir macera filimi gibi izleniyor. Son günlerin reyting şampiyonuysa hiç kuşkusuz 12 Eylül Darbesi davası.
Darbenin mimarı Kenan Evren’in mahkemede hesap veriyor olması, o günlerin acısını hala yüreğinde yaşatanlar için önemli bir hesaplaşma günü.
Aslında geriye dönüp o günler baktığımızda söz konusu darbenin daha çok siyaset müessesine karşı yapıldığını görürüz. Sağ sol çatışmasının gölgesinde tıkanan siyaseti ve buna bağlı olarak sarsılan devlet otoritesini tekrar inşa etmek adına yapılırken, halk arasında bir paniğe dahi yol açmamıştı. Siyasetle ilgili olmayan insanlar, darbeyi ülkenin bir kurtuluş reçetesi olarak değerlendiriyor, çatışmacı siyaset üslubuna da karşı olduklarını darbecilerin yanında yer alarak göstermişlerdi.
Benim gibi o günleri yaşayanlar çok iyi bilirler, 12 Eylül 1980’de Silahlı Kuvvetlerin ülke idaresine el koyduğu haberi anarşinin sindirdiği insanlar tarafından alkışlarla karşılanmıştı. Darbe sonrası yapılan insan hakları ihlallerini savunmanın hiçbir haklı yanı yoktur ama o günün koşullarını da göz ardı etmemek gerekiyor. Mahalle mahalle, sokak sokak sağcı solcu çatışmaların ekseninde bölünen ve kurtarılmış bölgelerle sınırlar çizilen, polis teşkilatından, işçi sendikalarına kadar keskin saflara ayrılan, ilkokullara kadar inen çatışma ortamı ve cumhurbaşkanını dahi seçemeyecek kadar kutuplaşan siyaset müessesi neresine baksan gelecek vadetmeyen bir ülke…
İşte 12 Eylül 1980 darbesi böylesi bir ortam içerisinde meydana gelince de herkes derin bir nefes almıştı. Bugün sanık sandalyesine oturtulan Evren ve darbeci generaller o gün için Türkiye’yi uçurumun eşiğinden kurtaran kahramanlar olarak görülüyordu. Yağmurdan kaçarken doluya tutulacağından habersiz, yeni düzene ayak uydurmaya çalışanlar bundan böyle sokak ortasında kim vurduya gitmeyeceklerini düşünerek içleri rahatlamıştı.
Fakat darbenin uygulamaları insanları rahatsız etmeye başlayınca, şapkalarını önüne koyup, tekrar düşünmek zorunda kalmışlardı. Çünkü kurunun yanında yaşlar da yanarken siyasi ayrım yapmaksızın bütün siyasi görüşlerin yasaklı, siyasetçilerin, gazetecilerin, yazarların, düşünürler sakıncalıydı. Tek teselli kaynağıysa yakın bir süreçte demokrasiye tekrar geçilecek olmasıydı.
Darbe mahsulü Anayasa içinde pek çok çelişkiler barındırmasına rağmen referandumda Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığına da seçmen yeşil ışık yaktı. Koltuklarını olduğu gibi kellelerini de sağlama alan darbeci kadro verdiği söz de durarak demokrasiye geçme sürecini başlatmıştı.
Bu arada darbe, terörle mücadele ederken mağdurlar da üretmişti. Malını mülkünü kaybedenlerin yanında idam sehpasında canını verenler adil yargılanmanın yapılmadığını yüksek sesle haykırmış, fakat seslerini duyuramamışlardı.
Ve bugün, “kimsenin ahı kimse de kalmaz” sözü bir kez daha gerçek oluyor. Belki darbenin mağdurları bundan sonra da kayıplarını karşılayamayacaklar ama hiç değilse, içlerindeki bu acıyla artık ölmeyeceklerdir.
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz