Canım çok sıkkındı.
Eve gecikmiştim. Aile fertleri tarafından telefon yağmuruna tutuluyordum. Normalde bile üç saatlik yolum varken, üstüne bir de boğaz köprüsü onarımdaydı. O yol, daha otobüs beklerken gözümde büyümüştü. Ayakkabım ayağımı fena halde vurmuştu, canım acıyordu, şarjım bitmek üzereydi... Her şey üst üste gelmişti, her zamanki gibi.
Sırtımı durağa yaslamış, sabırsızca otobüsün yolunu gözlüyordum.
Evet geliyordu.. Beklediğim şey olmasa da, daha hızlı, daha istekli geliyordu.
4 Bilemedin 5 yaşlarındaydı.
Annesinin elinden kaçıp yanıma koştu, sırtını benim gibi durağa yasladı, elleri arkasında öylece durdu. Ara sıra kafasını yukarı kaldırdı, göz göze geldik. Bakıştık kaçamak gözlerle, sonra utanarak tekrar kaçırdık bakışlarımızı birbirimizden.
Ve annesi geldi:
"Hadi oğlum gidiyoruz" dedi, umursamadı.
Bize bakıp gülümseyen annesi tekrar sordu:
"Sen burda mı kalıcaksın?"
"ıııhh" eşliğinde omuzlarını silkti.
"Hadi oğlum bak baba bekliyo, ablaya el salla da gidelim"
İsteksizce annesinin elini tuttu, el salladık birbirimize, bir adım attı ve geri dönüp:
"Gelcem ben!" dedi. (O an otobüs yerine özel araba gelse beni almaya gidemezdim, öylesine sevindim, öylesine içimde çiçekler açtı.)
- "Gelcek misin?"
"Gelcem"
- "Bekliyim mi seni?"
"Bekle beni gelcem!"
dedi, son defa el salladık birbirimize ve gitti.
Belki o "gelicem" derken, kendince ciddiydi, bense bekleyeceğim derken gerçekten!
O gitti de ben gidemedim. Beklediğim otobüsü unutup bir süre gerçekten küçük aşkımı bekler halde buldum kendimi. O mu çocuktu, ben mi bilemedim. Yüzümde en kocamanından bir gülümseme, içimde bir parça burukluk, bir süre bekleyiverdim küçük aşkımı.
O an anladım, büyük sorunların, küçük mutlulukların yanında önemsiz kaldığını. Ellerimizde telefon, aklımızda bize dünyanın en ciddi derdiymiş gibi gelen günlük sıkıntıları varken, kafamızı çevirip etrafa bakmadığımızı o an anladım.
Eminim siz de başınızı kaldırıp (ya da benim durumumdaki gibi, indirip) etrafa bakmayı denerseniz o anları görebilirseniz :)