...ve tabii ki Kürk Mantolu Madonna.
41 yıllık kısa hayatına bu üç harika romanı, öykü ve şiir kitaplarını, Kürk Mantolu Madonna'nın da içinde izler taşıdığı bir Almanya seyahatini, bir de cinayete kurban gidişini sığdırdı Sabahattin Ali. 1907'de Osmanlı İmparatorluğu toprağı olan Bulgaristan, Eğridere'de doğdu, 1948'de Kırklareli, Türkiye Cumhuriyeti'nde hayata gözlerini yumdu.
Tabii katili önce müebbetle yargılandı, 4 yıl gibi kısa bir süre sonra da serbest bırakıldı gerçi... Biz elbette Kürk Mantolu Madonna'dan sonra yarım asrı aşkın takvim eskitmeye rağmen kitabı başucunda tutan canım memleketimizden, canım memleketimizin güzel insanlarından bahsediyoruz.
Kürk Mantolu Madonna'dan kalbe değen pasajlarla, ölümünün 69. yılında Sabahattin Ali'yi anmak istedik biz de; ülkemizin en naif mirasını bir defa daha hatırlamak istedik.
"Bir teklif ve bir kabul. Kısa, münakaşasız ve hesapsız! Bundan daha güzel bir ayrılık olamazdı."
"Aşk öyle bir histir ki, nereden geldiğini bilemediğimiz gibi, günün birinde nereye kaçıp gittiğini de bilemeyiz."
"Bir kadının bize her şeyini verdiğini zannettiğimiz anda onun hakikatte bize hiçbir şey vermiş olmadığını görmek, bize en yakın olduğunu sandığımız sırada bizden, bütün mesafelerin ötesindeymiş kadar uzak bulunduğunu kabule mecbur olmak acı bir şey."
"Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, 'Bu öyle olmayabilirdi!' düşüncesi."
"Bir şey noksandı, fakat bu neydi? Evden çıktıktan sonra bir şey unuttuğunu fark ederek duraklayan, fakat unuttuğunun ne olduğunu bir türlü bulamayarak hafızasını ve ceplerini araştıran, nihayet, ümidini kesince, aklı geride, ileri gitmek istemeyen adımlarla yoluna devam eden bir insan gibi üzüntülüydüm."
"Hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak etmemiştim."
"İnsan tahammül edemeyeceğini zannettiği şeylere pek çabuk alışıyor ve katlanıyor."
"Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin."
"'Berlin'de yalnızsınız değil mi?' dedi.
'Ne gibi?'
'Yani… Yalnız işte… Kimsesiz… Ruhen yalnız… Nasıl söyleyeyim… Öyle bir haliniz var ki…'
'Anlıyorum, anlıyorum… Tamamen yalnızım… Ama Berlin'de değil… Bütün dünyada yalnızım… Küçükten beri…'
'Ben de yalnızım…' dedi. Bu sefer benim ellerimi kendi avuçlarının içine alarak: 'Boğulacak kadar yalnızım…' diye devam etti, 'Hasta bir köpek kadar yalnız…'"
"Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ancak birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gidecekti. Bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu."
"Bir kadın, tren penceresinden dışarı bakabilir, bu sırada gözüne bir kömür parçası kaçar, o ehemmiyet vermeden bunu ovuşturur ve bu minimini hadise dünyanın en güzel gözlerinden birini kör edebilirdi. Göz mü mühim, kömür parçası mı? Asıl hayat teferruattan ibarettir. Bizim mantığımızla hayatın mantığı asla birbirine uymuyor."
"'Şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum" dedi. 'Bu eksiklik sana değil, bana ait... Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanmadığım için sana aşık olmadığımı zannediyormuşum... Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar.... Ama şimdi inanıyorum... Sen beni inandırdın. Seni seviyorum. Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum... Seni istiyorum...İçimde müthiş bir arzu var...
Bir iyi olsam!'"