YURTHABER

Bize Ulaşın BİZE ULAŞIN

Kürt meselesine dair sözleri çarpıtılan Fethullah Gülen’den cevap

Fethullah Gülen, kendisi ve gönüllüler hareketinin Doğu ve Güneydoğu’da hüsn-ü kabul görmesinden rahatsızlık duyan bazı...

Fethullah Gülen, kendisi ve gönüllüler hareketinin Doğu ve Güneydoğu’da hüsn-ü kabul görmesinden rahatsızlık duyan bazı kesimlerin, Kürt meselesiyle alakalı sözlerini çarpıtarak başlattığı karalama kampanyasına cevap verdi. Haftalık Bamteli sohbetinde ‘Hak’ı ikame etmenin Mü’minlerin en önemli vazifesi olduğu vurgusunu yapan Gülen, “Hakkı tutup kaldırmak, Allah’a yakın olma yollarındandır.” dedi.
Hakkı ikame etmede kullanılan vasıta ve esasların da hak olması gereğini vurgulayan Fethullah Gülen Hocaefendi, bu yolun her santiminde Allah’a hesap verecek bir incelik içinde yürünmesi gerektiğine işaret etti. Hak ve adaleti karıncaya bile ayağını basmaktan çekinen insanların ikame edeceğini dile getiren Fethullah Gülen, “Canavarlıklara bağlı kalınmak suretiyle şimdiye kadar dünyanın hiçbir yerinde en küçük bir bölgede bile hak ikame edilememiştir.” diye konuştu.
İnsanları canavarlık duygusundan koparıp Hakka yönlendirmek gerektiğini, fakat bunun kolay olmadığını ifade eden Fethullah Gülen Hocaefendi, hak adına söylenen sözlerin bile çarptırılıp, sağa sola çekilerek farklı yorumlara tabi tutulmasından duyduğu rahatsızlığı ifade ederek şöyle dedi: “Fakat, bunlar karşısında yılmamak lazım. Madem önemli bir vazife; niyetimiz sevap, azmimiz sevap, o mevzuda kafa yorup stratejiler oluşturmamız sevap, o stratejileri realize etme adına şakak zonklatmamız sevap… Bunların hiçbirinden dûr olmamak lazım.”

Fethullah Gülen, herkul.org adlı sitede yayınlanan sohbetinde, Kürtçe meselesiyle ilgili daha önce dile getirdiği önemli sözlerin çarpıtılarak aleyhinde bir kampanyaya dönüştürülmesine dair bir soruyu şöyle cevapladı:
Hakkı ikâme etmek mü’minlerin en önemli vazifelerinden biridir. Çok geniş kullanım sahası olan “hak” kelimesi, aynı zamanda Esmâ-i Hüsnâ’dan bir isimdir ve bu yönüyle onun mânâsı; bizzat var olan, hiçbir şeye muhtaç olmayıp hiçbir şeye dayanmayan ve kendi kendine kâim olan en sağlam ve sabit hakikat demektir. Evet, bütün hakların biricik kaynağı Hak ism-i şerifidir ve maddî-mânevî, âfâkî-enfüsî bütün haklar onun değişik dalga boyundaki tecellîlerinden ibarettir. İşte bu sebeple gerçek bir mü’min, Hak isminin değişik tecellileri sayarak bütün haklara karşı saygılı davranır, hakkı tutup kaldırma cehdiyle oturup kalkar, ne zulmeder ne zulme boyun eğer; hak ve salâhiyetleri yerine getirmeye çalışır ve onları yaşatmak için çırpınır durur. Bu açıdan hakkın, inanan insanlar nezdinde apayrı bir kıymet ve ehemmiyeti vardır.

Merhum Mehmet Akif der ki:
“Hâlık’ın nâmütenâhî adı var, en başı Hak,
Ne büyük şey kul için hakkın elinden tutmak;
Hani Ashab-ı Kiram, ayrılalım derlerken,
Mutlaka Sure-i ve’l-Asr’ı okurmuş, bu neden?
Çünkü meknûn o büyük surede esrâr-ı felâh,
Başta iman-ı hakikî geliyor, sonra salâh,
Sonra hak, sonra sebat, işte kuzum insanlık,
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.”
Allah Teâla Asr Sûresi’nde “Yemin olsun zamana; insanlar hüsranda.. ancak şunlar müstesna: İman edip makbul ve güzel işler yapanlar.. bir de birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler.” buyurmuştur. Bu sûrede mü’minlerin birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmeleri kurtuluşlarına bir vesile olarak gösterilmekte; dolayısıyla sürekli kafa kafaya vererek kollektif şuuru harekete geçirmeleri, beyin fırtınaları yaparak ortak kararlar alıp onları uygulamaları, her zaman birbirlerine hayır ve sabır tavsiyesinde bulunmaları ve bu suretle her konuda hakkı ikâme etmeleri istenmektedir. Onun içindir ki, değişik vesilelerle bir araya gelen Ashâb-ı Kirâm efendilerimizin Asr sûresini okumadan ayrılmadıkları rivayet edilmektedir.
Hakkı tutup kaldırma Allah’a yakın olma yollarındandır ve üzerinde hassasiyetle durulması gereken çok önemli bir husustur; ancak bu mevzuda öncelikli olarak yapılması gereken hakkın sınırlarının tespiti ve çerçevesinin ortaya konulmasıdır. Yani hak duygusunun doğru olarak algılanıp doğru olarak yorumlanmasıdır. Çünkü şayet o, temel kaynaklara dayalı olarak doğru okunup doğru yorumlanmazsa herkes kendine göre bir hak telakkisiyle ortaya çıkar, kendine göre bir ikame-i hak talebinde bulunur; dolayısıyla, bir sürü kan döken, can yakan, insan öldüren canilerle karşılaşırsınız. Oysa, gasplarla, canavarlıklarla ve tahrip mülahazasıyla hak ikâme edilemez.
Hakkı ikame etmede kullanılan vasıta ve esasların da hak olması gerekir. Bu yolun, -her santiminde Allah’a hesap verecek şekilde- bir incelik içinde yürünmesi lazımdır. Karıncaya ayağını basmayan, onu ezmekten çekinen insanlar o hak ve adaleti ikame edeceklerdir. Canavarlıklara bağlı kalınmak suretiyle şimdiye kadar dünyanın hiçbir yerinde en küçük bir bölgede bile hak ikame edilememiştir.
İnsanları canavarlık duygusundan koparıp hakka yönlendirmek lazım; ne var ki, bu çok kolay olmayacağa benziyor. Çünkü siz hak adına bir şey söylerken bile alıp çarpıtıyor, sağa sola çekerek çok farklı yorumlara tabi tutuyorlar. Fakat, bunlar karşısında yılmamak lazım. Madem önemli bir vazife; niyetimiz sevap, azmimiz sevap, o mevzuda kafa yorup stratejiler oluşturmamız sevap, o stratejileri realize etme adına şakak zonklatmamız sevap… bunların hiçbirinden dûr olmamak lazım.
Bir mü’min günde birkaç defa -Âkifçe ifadesiyle- "Allah’a dayan, sa’ye sarıl, tevfike râm ol... / Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol." sözleriyle nefes alıp vermelidir. Sürekli gerilimde, her zaman azimli, daima şevk içinde, hep vazife şuuruyla oturup kalkmalı ve her zaman hareketlerini, hamlelerini kulluk gâyesine ve hikmet yörüngesine bağladığı için de düz yolda yürürken veya yokuş aşağı inerken nasıl bir heyecan ve rahatlık sergiliyor ise, en sarp yokuşlara tırmanırken de aynı azim ve aynı kararlılığı göstermelidir. Hiçbir zaman insanî değerleri kulak ardı etmemek lazım. En kritik yerlerde yürürken, “ayağımız kayar, düşeriz” endişeleriyle adım atarken bile tek bir karıncaya dahi basmamaya, tek bir talih böceğini dahi ezmemeye ve en küçük bir haşerenin hakk-ı hayatına dahi tecavüz etmemeye azami dikkat gereklidir. Evet, en kritik anlarda bile hep şefkatle hareket edilmelidir.
İnsanlığı yeniden hakiki insanlığa yönlendirme, hak duygusuyla ve adalet düşüncesiyle iritbatlarını sağlama çok çetin bir iştir. Bu yolda hakaret görme (…) söz konusudur. O Haziran fırtınasını bir düşünün: Bir kısım ses bantları başından sonundan kesilerek çok farklı kalıplara sokulmuştu. Bazıları değişik montajlarla elde ettikleri hilaf-ı vâki ve uydurma sözleri neşrederken sıkılmamışlardı. Maksatlı yorumlarla ve su-i te’villerle milleti aldatmaya çalışmışlardı. O hadise tamamen bir komplo ve bir yargısız infazdı. Yapmak istedikleri de teessüs etmiş diyalog köprülerini yıkmaktı. Şimdi de işleri tahrif, takıyye ve yalan olan bazı kimseler, aynı şeyleri yapıyorlar; konuşmaların başından sonundan keserek sizin söylediklerinizin ötesinde çok farklı bir kısım sözler ortaya çıkarıp yayıyor ve mide bulandırmaya çalışıyorlar. Fakat, siz doğru bildiğiniz yolda hiç yılmadan yürümeli ve konjonktürü değerlendirerek hakkın ikamesine hizmet etmelisiniz. Zira, bir an evvel bütün yeryüzünde insanlığın saygı duyacağı şekilde hak ve adalet ikame edilmezse, şu öldürücü silahlarla insanlığın geleceği çok kötü görünüyor.
Kinler kin, nefretler de nefret doğurur. Sertliğe sertlikle, şiddete şiddetle, hiddete hiddetle mukabele ederseniz, öyle fasit daireler oluşur ki, sonra sizi de boğar, altından kalkamazsınız.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “İşte onlar, gösterdikleri sabır ve sebattan dolayı çifte mükâfat alırlar. Onlar kötülüğe iyilikle mukabele eder ve kendilerine nasib ettiğimiz mallardan, Allah yolunda harcarlar.” (Kasas, 28/54) Bu ayet-i kerime, bir insan hiddet ve şiddet görse de, onun hilm ü silm ve âlicenaplıkla mukabele etmesi gerektiğini; bir kötülük yaptığı zaman da arkasından hemen bir iyilik yapmasının lüzumunu anlatmaktadır.
Bir başka ayet-i kerimede, “Gündüzün iki tarafında, gecenin gündüze yakın saatlerinde namaz kıl. Zira böyle güzel işler, insandan uzak olmayan günahları silip giderir. Bu, düşünen ve ibret alanlara bir nasihattır.” (Hud, 11/114)
Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, Hazreti Muaz’a nasihat ederken buyuruyor ki: “Bir kötülük yapmışsan hemen arkasından onu silip süpürecek bir iyilik yap ve insanlara her zaman güzel ahlak ile muamelede bulun.” Meseleye bu zaviyeden bakılınca; ister ferdî isterse de ictimâî her kötülüğün arkasından, olumsuzlukları insanların zihinlerinden silebilecek, onları unutturabilecek iyilikler yapmak lazımdır. Güzel niyetlerle yapılan bu iyilikler, o menfîliklerin ötelere aksetmesine de mani olur; Cenâb-ı Allah, âhirette onları açığa vurmak suretiyle insana bir mahcubiyet yaşatmaz.
Faziletli insan, kendisine kin duyanlara bile hilm ü silm ile mukabelede bulunur. Birisi size bir kötülük yapıyor, gayz ve nefretle muamelede bulunuyorsa, siz öfkenizi yutmak ve affedici olmakla mukabele etmelisiniz. Kur’an-ı Kerim, “O müttakîler ki, bollukta da darlıkta da Allah yolunda infakta bulunurlar, kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah, böyle iyi davranan ihsan ehlini sever.” (Âl-i İmrân, 3/134) mealindeki ayet-i kerimede öfkesine mağlup olmayanları, bilakis onu yenip akl-ı selimle hareket edenleri “ve’l-Kâzımîne’l-gayz” ifadesiyle nazara vermektedir. Bu sıfat, öfkesini yutan, hiddet ateşini sabırla içinde tutup boğarak söndüren, zarar gördüğü kimselerden öç almaya gücü ve kudreti bulunduğu halde intikama kalkışmayan ve kötülük edenlere karşı afv ile muamelede bulunan kimselerin unvanı olarak kullanılmıştır. Bu itibarla, kötülüklere iyilikle mukabelede bulunmak, münkere marufla karşılık vermek varken, ne diye mukabele-i bilmisil kaide-yi zalimânesine girerek “Onlar kötülük yaptı, şöyle dedi; ben de şöyle diyeyim!..” gibi güft u gû’ya düşelim! Hayır, biz çok hassas davranarak kendi karakterimizin gereklerini ortaya koyalım.
Mü’minlere, kötülükler karşısında bile iyilikten ayrılmama ve hasımları dahi candan dost yapabilecek tavırlar içinde bulunma hedefi gösterilmiş ve denmiştir ki,
“İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş!” (Fussilet, 41/34)
Halk arasında yaygın olan bir söz vardır: “Kendisine iyilikte bulunduğun kişinin şerrinden sakın!” Ben bu sözü değiştiriyor ve “Şerrinden korktuğun kimseye bile iyilikte bulun.”diyorum. Çünkü iyilik, insanda mürüvvet hissini, iyilik yapma duygularını ve güzel bir şekilde karşılık verme iştiyakını canlandırır. Nitekim, bu hakikati ifade eden bir sözde, “İnsan, ihsanın kölesidir.” denmiştir.
Yapılan bir iyiliğe daha fazlasıyla mukabelede bulunma bizim selam alış verişimize bile girmiş bir husustur. Cenâb-ı Hak, “Şayet size selam verilirse, siz de ondan daha güzel bir tarzda selamı alın, en azından selamın misli ile karşılık verin!” (Nisa, 4/86) buyurmaktadır. Faziletli insan, hem kötülükleri hasene ile savmalı, hem her zaman maruf dairesinde davranmalı, hem iyiliklere hep ziyadesiyle karşılık vermeli, hem de yaptığı iyiliklere karşı teşekkür bile beklememeli, dahası teşekkürleri kendi iyiliklerinden aziz bilmelidir.

Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz

En Çok Aranan Haberler