Birgün Gazetesi'nden Zahit Atam Maraş Katliamı tanıklarıyla konuştu.
Şimdi çıkmaz sokağa geldim gibi, bunca yıldan sonra ne görüyoruz? Hayatımızı şekillendiren en acı olaylar, büyük yıkımlar, biz onlardan kaçtıkça bizi ziyaret ediyorlar, korku filmlerinin tuhaf hayaletleri gibi...
Gülistan Berlin’de yaşıyor, Almanya vatandaşı, Maraş Katliamı’nda sekiz yaşında, ailesi son anda babasının kamyoneti ile katliamın tam da merkezinden çıkıp köylerine ulaşmayı başarıyor. Karnı deşilerek öldürülen hamile kadının birinci dereceden akrabası. On yıllardır Berlin’de yaşıyor, korkunç olan şu, Maraş Katliamı’ndan sonra ev arkadaşını Sivas Katliamında, Madımak’ta yakılarak öldürüldüğü için kaybedince, Bakanlıkta çalışan birine 2000 dolar verip, sahte pasaport alarak Almanya’ya gitmiş, bugün geçmişi ve bugünkü Türkiye’yi nasıl görüyor, onunla konuştuk.
»70’lerin halk kıyımlarından birini yaşamış bir Alevi olarak, o günleri bugün nasıl hissediyorsun?
Psikolojide ve pedagojide bir tabir vardır; geldiğin aile ve çevren, yani standardın ne ise orda kaliyorsun… Mevkiin çok değişmiyor. Ben bu teoriyi öğrendiğimde çok fazla itibar etmemiş, fazla da inanmamıştım. Ama yaşadıklarım, travmalarım ne olursa olsun hep baştan başlayacağım ve kaderimi değiştireceğim diye düşünürdüm… Giderek bu kaçışçı tavrımın esasında travmamla baş edebilmek için kendimi ikna ederek bana bir mücadele gücü verdiğini anladım, ama sonuçta bir kaçıştı tavır, travma da travmadır, yaş ilerledikçe –artık kırklarımdayım- travmaların hiç de öyle geçici olmadığını gösteriyor. Daha Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra insanlığın öğrendiği bir durum, mesela İngilizcede veteran denilen insanlar, savaş gazileri ya da savaşı yaşamış askerlerin daha sonra toplumda hiç beklenmedik çatışmaların ya da cinayetlerin içinde olması gibi.
Şimdi çıkmaz sokağa geldim gibi görüyorum kendimi, bunca yıldan sonra, ne görüyoruz? Hayatımızı şekillendiren en acı olaylar, büyük yıkımlar, biz onlardan kaçtıkça gün ağarırken bizi ziyaret ediyorlar, korku filmlerinin tuhaf hayaletleri gibi.
Yaşananlar korkunç, kâbus ve biz Alevi Kürtler çok gerginiz, çok korkuyoruz… Gidişat yeni yakın tehlikelerin habercisi gibi.
Maraş bölgesine iltica kampı yerleştirildi… Radikal dindar kesim yanı başımızda, bu aslında çok yalın ve net bir söylem: İktidar bunu vakti zamanında söylemişti, “yaptım, yine yaparım.”
Ailede bir tek erkek kardeşim kaldı, yani Maraş’ta… Diğer 5 kardeş dünyanın her yanına dağılmış durumdayız, kardeşim de yasal olmayan yollardan çıkmaya çalışıyor, tıpkı bizim gibi, biz de öyle yapmıştık.
Umudumuz o dönemlerde her şey değişecek, Avrupa Birliğine girdiğimizde din etnik sorun kalmayacak, insan haklarının gelişmesi ile beraber daha rahat yasayabileceğimizdi… Şimdi ise yine din şovenizmi altında herkes hedef gösteriliyor.. Sistem gibi düşünülmediği taktirde, sisteme uyum göstermediğinizde tehlike altındasınız, kısaca siz de ötekiler gibi yoldan çıkın ve hatta biraz da din diye sapıtın diyorlar bize, çünkü etrafımızdaki dindar denilen insanlar akıl ve bilimi reddediyor gibi yaşıyorlar. Akıl tutulması onların yaşamının nirengi noktası gibi.
Korku, endişe içindeyiz… değişmedi kaderimiz… Hep korku, ve korkunun tetiklediği kaçış…
»Günümüz Türkiye’sinde farklı kimlikleri dışlamanın ve hatta onları tehdit olarak göstermenin sizin gözünüzden anlamı nedir?
Egemen din ve egemen etnik köken değişmedi. Türkiye topraklarında bu hep sorundu. Halkın yüzde 60’ı sistemin düşündüğü gibi muhafazakâr. Din ve etnik kökeni dayatıyor, aslında bütün akıllı insanlar şunu çok iyi biliyor, bunu dayatan halk değil, tam da iktidar.
Yani Anadolu’da sistemin öyle bir seçmeni var ve kendini ifade etme tarzı var, kabus burada başlıyor, ekmek temel besin ve akıl fukaralık sığınağı altında sorun kaynağı.
Propagandaya ve galeyana gelen bir halk yığını var, harekete geçerken elbette iktisadi beklentileri var, ama vururken iktidarın eliyle ve söylemiyle vuruyor.
Allah parolası ile camiden çıkıp her şeyi yaptırabilir iktidar onlara, kimin maşası olduklarını bilmeden katliam yapabilirler. Bu hep böyle oldu… Vicdan ve insanlık değerleri bilinçli şekilde çürütülüyor.
Avrupa biraz farklı politize olmuş, düşünen bir seçmen var, Türkiye’de iktidar halkı sürüleştirmede Avrupa’dan fersah fersah daha ileride.
Benim kendi kişisel düşüncem, Türkiye’ye güçlü ve eğitimli liderler gelmiş olsa idi, biz hala bu sorunlar ile uğraşmayacaktık… Bugüne kadar hiçbir lider eğitime, bilime kültüre önem vermedi bizim ömrümüzde, biz de eğitim sürecinde neredeyse bir hayalmiş gibi geçmişin eğitime ne kadar önem verdiğini okuduk durduk. Sınıflarımızda bugünün başarısız öğrencileri yarının insan kasaplığına aday gibiymiş onu anlıyoruz. Din ve Türklüğü ön plana çıkardılar… Din zamanında sosyal olgu, tarihsel bir fenomen gibi işlenseydi, yaşansaydı, bu kadar radikalleşmeyecekti, sürüleştirme için vazgeçemiyorlar, çünkü yalanlarını sıvamak ve cilalamak için ondan daha etkili bir araçları yok ellerinde. Din radikalleştikçe, siyasal kimlik kazandıkça, özünden çıkıp insanlık düşmanlığına doğru ilerliyor.
Avrupa özellikle Almanya çok tedirgin bakıyor ama Almanya ile Türkiye’nin ekonomik ilişkileri çok ileri düzeyde, ayrıca 4 milyon Türk yaşıyor burada, Türkiye’deki Erdoğan tabanından daha radikaller Almanya’yı ürkütüyor.
Burada sorun yaşamak istemiyorlar, basın ve medya da Türk halkı ve entegrasyona çok değiniyor, korkuları ile almaya çalıştıkları önlemler önemli bir başlık siyasi iktidar için burada. Diğer Avrupa ülkeleri biraz daha anti-Erdoğan söyleme sahip.
»Türkiye’de siyasetin içinde olan yöneticiler ve asıl etkili konumları işgal edenler büyük oranda daha niteliksiz insanlardan oluşmaya başladı. Batı ve bilim mahkûm ediliyormuş gibi görünüyor. Baş düşmanları da aydınlanma gibi olmaya başladı. Eğitimdeki başarısızlıkları uluslararası ölçeklerde açıkça görülüyor. Akıl düşmanlığı da ön planda ve giderek bilimsel kurumları bile tehdit gibi gösteriyorlar. Bu dönüşüm, geçmişteki saldırılara bugün neler ekleyebilir, geçmişle bugünkü değişim nasıl açıklanabilir? Batıdan Türkiye nasıl görünüyor?
Sistemin yalan- dolanla, devletin yönetildiği söyleniyor Almanya’da ve bütün Avrupa’da Türkiye hakkında. Erdoğan’ın amacı başkanlığı eline geçirmek, ve böylelikle de yargılanmamak, çocuklarını, yakın ailesini başa çekmek için çırpındığı yazıyor Alman basınında. Dünya bankalarında devlet parasını çalarak, özellikle İsviçre bankalarında sakladığı belgelenmiş diyor örneğin ZDF. Ayrıca Erdoğan’ın otoriteryen politikacı olduğu ve demokratik anlayışın bir tür anti-tezine doğru yol aldığı, otoriter gücünü devam ettirmek için, kendi ülkesinin yasalarını bile keyfi olarak askıya alabildiğini belirtiyorlar, bugünkü gücünü geçmişte kendisinin de bilmediğini yazıyorlar.
Yalnız Almanlar çok dikkatli, Erdoğan ile ilk etapta gerginlik istemiyorlar, azınlık grubu açısından iyi görünmüyor durum, kontrolden çıkarsa sonuçları büyük kıyımlar olabilir, çekingenlik konusu bu, gerçekten de Türkiye’de azınlıkların durumu hiç iyi değil, ciddi tehlikeler var. Ki şöyle diyeyim, burada bile biz hedef gösteriliyor, yani Berlin’de, Müslüman Türk camileri tarafından, Kürt ve Alevi işyerleri ambargo altında, camilerde belirli yerlerden alışveriş yapılmayacağı direktifi veriliyor, belirli bir yalıtma politikası uygulanıyor, dışarıya çıkmaya korkar olduk. Alman halkı içinde çok büyük bir Kürt ve Alevi sempatisi var, özellikle Ezidi kadınlar konusu çok etkiledi onları.
***
Maraş’ta ne olmuştu?
Maraş Katliamı, 19 Aralık ile 26 Aralık 1978’de Maraş’ta meydana gelen Alevilere yönelik katliam. Resmi rakamlara göre yedi gün süren olaylar sırasında 105 Alevi öldürüldü. Alevilere ait 200’ün üzerinde ev yakıldı, 100’e yakın işyeri tahrip edildi. Yirmi üç yıl süren davalar sonunda 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1–24 yıl arasında ceza almıştır. Katliamda önemli rol oynayan 68 kişiye ise ulaşılamadı. Katliam, 12 Eylül Darbesi’ne sebep olan olaylardan biri olarak kabul edilmektedir.