Kendisini İran hükümeti içindeki ‘çevre aktivisti’ olarak tanımlıyor. Ülkesinde İslam devriminin gerçekleştiği 1979’da ise gerçek bir siyasi aktivist olarak sokaklardaydı. İranlı üniversite öğrencileri ABD Büyükelçiliği’nde diplomatları rehin aldığında Ebtekar sadece 19 yaşındaydı. Baskın sırasında öğrencilerin sözcülüğünü o yaptı. Amerikan basını o dönemde sık sık ekranlarda görünen Ebtekar’a ‘makineli tüfek Mary’ ismini takmıştı. Babası akademisyen olduğu için çocukluğunda Philadelphia’da geçirdiği 6 yıldan ona kalan aksansız İngilizcesiyle dikkat çekiyordu. Daha sonra yaşamına akademisyen olarak devam etti. Hatemi’nin cumhurbaşkanlığı sırasında Çevre Korumu Örgütü’nün başkanı olarak atandı, bu görevine halen de devam ediyor. 2013’te ise İran’ın ilk kadın cumhurbaşkanı yardımcısı oldu. Geçen hafta Türkiye’deydi. Sokak hareketleri, basın özgürlüğü, çevre duyarlılığı, yolsuzluklar ve İslam’da radikalizmle mücadele konusundaki mesajları hem kendi solcu kimliğinin hem de İran’daki yeni idarenin reform niyetinin izlerini taşıyor.
ÇEVRE GÜNDEMİ İÇİN MÜCADELE VERİYORUM
- Çevre duyarlılığı ve teknolojik gelişmelerin maalesef çoğu zaman birbiriyle çeliştiği bir dünyada yaşıyoruz. Sizin ülkeniz nükleer program geliştiriyor, Türkiye ise nükleer enerji santralı kurmaya hazırlanıyor. Bunlar olurken çevre nasıl korunacak?
İyi bir soru. Biz İran’da bakanlar kurulu olarak yeni bir yasa teklifi hazırladık, yakında parlamentodan geçmesini bekliyoruz. Tasarı yasalaştıktan sonra artık bütün büyük projeler için ÇED raporu şart olacak. Bu zorunluluk zaten Türkiye de dahil pek çok bölge ülkesinde vardı, artık bizde de olacak. İran, Türkiye, Pakistan, Afganistan, Azerbaycan gibi gelişim süreçleri devam eden ülkelerde çevresel hassasiyetler master planların organik bir unsuru olmalı.
- Söz konusu olan dev projelerse ve ucunda önemli paralar varsa kimse ÇED raporlarına falan kulak asmayabiliyor. Çevre meselesini İran hükümeti içinde canlı tutmak zor değil mi? Bazen içeriden muhalefet eden bir aktivist gibi hissettiğiniz oluyor mu?
Bu doğru, çünkü hükümetler genelde ekonomik büyüme, istihdam gibi parametrelere öncelik veriyor. Ayrıca İran’ın bazı yerlerinde hâlâ bizi zorlayan boyutta fakirlik var. Bunlar söz konusu iken hükümet içinde çevreyi önceleyen bir gündem yaratmaya çalışmak kolay olmuyor elbette. O nedenle de söylediklerinizde haklısınız. Bazen çevre gündemi için epey mücadele vermek gerekiyor. Ama Cumhurbaşkanımız Sayın Ruhani çevrenin korunması için çok güçlü perspektife sahip. Onun sayesinde hükümet, çevreyi öncelikli konular arasına aldı. Bence bölgemizdeki bütün ülkeler çevre duyarlılığını öncelikler listesinde yukarı bir sıraya koymalı.
NÜKLEER PROGRAM ENERJİ VERİMLİLİĞİ İÇİN
- Ülkenizin nükleer programı hakkında ne düşünüyorsunuz?
İran’ın enerji kaynaklarını çeşitlendirmesi gerektiğini düşünüyorum. Petrol ve gazımız var. Bu fosil yakıtlara dayalı enerji kaynaklarının da çevreye ne kadar zarar verdiğini bizzat yaşıyoruz. Hem nükleer enerjiye hem de yenilenebilir enerjilere ihtiyacımız var. O nedenle de barışçıl nükleer programımıza yatırım yaptığımız kadar güneş ve rüzgâr enerjisi için de yatırım yapıyoruz. Enerji verimliliğini arttırmak şart, bu da nükleer enerji ile mümkün olabilir. Farklı enerji kaynaklarına ulaşmanın yolunu bulmalıyız, karma kaynaklara yönelmemiz gerektiğine inanıyorum.
- Türkiye son iki yıldır sık sık çevre konularıyla ilgili sokak protestolarına tanık olmaya başladı. Sivil toplumun çevre duyarlılığı sonuç almaya, en azından ses getirmeye başladı.
Evet kesinlikle.
ÇEVRE DUYARLILIĞI BÜTÜN DÜNYADA YURTTAŞ HAREKETİNE DÖNÜŞÜYOR
- Sadece Türkiye’de değil bütün bölgede, hatta dünyada sokak hareketleri yükselen trend. Hükümetinizin sivil toplum ve sokağa yönelik yaklaşımı nedir?
Artık insanlar çevreyle ilgili haklarına dair bir uyanış içinde ve bu adeta yeni bir yurttaşlık hakkı hareketine dönüşüyor. Halklar, haklarının belirli bir grup ya da belirli bir güç tarafından gasp edildiğini fark ediyor. Sonraki nesillere bırakacakları dünyanın gidişatından hoşnut olmadıklarında seslerini yükseltmeyi beceriyorlar. Bu İran’da da oluyor. Doktor Ruhani’nin yönetime gelmesiyle birlikte artık İran’da daha açık bir ortam ve son derece canlı bir sivil toplum var. İnsanlar her konuda kaygılarını dile getirebiliyor. Mesela son dönemde sivil toplumun gündemindeki en önemli konuların başında hava kirliliği var. Ekoturizm konusunda yakınlarda büyük bir tartışma yaşadık, basında çok yankı buldu. Ben halkın bu tür tartışmalara katılımını çok önemsiyorum, çünkü onlar müdahil olduğu zaman hükümetler daha hızlı ve doğru adımlar atıyorlar. Halk sayesinde ciddi bir kontrol ve düzenleme mekanizması çalışmış oluyor. Yurttaşların ülkelerin stratejilerini ve projelerin geleceğini belirleme potansiyeline sahip olduklarının farkına varmaları çok önemli.
SOKAK HAREKETLERİNE TOLERANS GETİRDİK ÜNİVERSİTELERDE FARKLI SESLER ÇIKAR OLDU
- Ahmedinejat döneminde ülkenizde sokak hareketlerine karşı devletin çok ağır tedbirler ve cezalar uyguladığına tanıdık olduk. Bugünkü sözlerinizi İran’daki yeni idarenin sokak hareketlerine karşı toleranslı ve sivil toplumu kucaklayan yeni bir yaklaşıma sahip olduğu şeklinde yorumlayabilir miyiz?
Evet, bu yorumunuz kesinlikle doğru.
- Türkiye’de işler sanki tam tersi yönde ilerliyor gibi. Hükümet sokak hareketlerini genelde darbe girişimi olarak etiketleme eğiliminde ve engellemek için sert yasal tedbirler getirildi. Sivil topluma yaklaşımda Türkiye ve İran farklı istikametlere doğru mu ilerliyor?
Daha geçen hafta İran’da öğrenci günü etkinlikleri oldu. Geçtiğimiz senelere göre çok farklı manzaralar vardı. Farklı siyasi yaklaşımlara sahip öğrenci gruplarının konuşmasına izin verildi. Üniversitelerde tartışmalar düzenlendi, öğrenciler siyasi ve sosyal konulardaki kaygılarını açıklıkla dile getirdi. Geçmişe göre çok açık ve farklı tartışmalardı. Hem bireysel haklar hem de politik meselelerde farklı yaklaşımlarını açıklıkla dile getiren canlı ve kuvvetli bir sivil toplum olduğunu görmek umut veriyor. Yasal çerçeve dışına çıkmadan görüşlerini dile getirip tartışıyorlar. Doktor Ruhani’nin yönetimi altında artık seslerini yükseltmek için daha fazla ortam buluyorlar, yönetimi de eleştiriyorlar. Hükümetimiz bu eleştirileri olumlu karşılıyor ve söylemek isterim ki oldukça ağır bir şekilde de eleştiriliyoruz. Hem muhaliflerimiz hem de bizi destekleyen ama ülkenin gidişatının daha iyi olmasını bekleyenler gayet yüksek sesle bizleri eleştiriyor.
ELEŞTİRİNİN KIYMETİNİ BİLMEK LAZIM ELEŞTİRİ OLMAZSA HATALARINIZI GÖRMEZSİNİZ
- Anlattıklarınıza bakılırsa bir hükümetin başarılı olması için sağlam siyasi ve toplumsal muhalefete ihtiyacı olduğunu düşünüyorsunuz, doğru mu?
Kesinlikle! Eğer hatalarını, zayıflıklarınızı ve noksanlarınızı görme olasılığınız olmazsa politikalarınızdaki boşlukları asla dolduramazsınız. Eleştirinin kadrini kıymetini bilmek çok önemli. Elbette yasaları çiğnemeden yapılan eleştiriden bahsediyorum. Protestolar da mutlaka barışçıl olmalı ve şiddet içermemeli. Cumhurbaşkanımız Sayın Ruhani göreve geldikten kısa bir süre sonra yeni bir bireysel haklar senedi üzerinde çalışmaya başladı, hâlâ detayları üzerinde çalışmaya devam ediyor. Bu sürecin sonunda siyasi arenada pek çok reform ve değişiklik görmeyi umut ediyoruz.
Ak Parti İKTİDARININ İÇERDEKİ SERTLİĞİNİN SEBEBİ DIŞ POLİTİKADAKİ KUSURLARI
- AK Parti hükümeti 2013 yazında Mısır’da Mursi’yi iktidardan indiren darbeye sadece çok sert tepki göstermekle kalmadı, kendi iktidarına karşı bir tehdit olarak da yorumladı. Sokak hareketlerine mesafesinin arka planında böyle bir tedirginlik olduğunu da biliyoruz. Mısır’da yaşananları neden üstüne alındı Türk hükümeti sizce?
İran’da farklı siyasi yaklaşımlara sahip pek çok kişinin ortak bir analizi var bu konuda. Türk hükümetinin içerideki tavrının arkasında Türkiye’nin Suriye, Mısır, Irak gibi bölgesel politikalara dair kusurlarının yattığına inanıyorlar. Gelişmeler Türk hükümetinin aldığı pozisyonların lehine olmadı. Bu da Türk hükümetinin içeride, ulusal düzlemde sertleşmesine neden oldu. İran’da Türk hükümetiyle ilgili yapılan yorum bu.
- 2010’da Tahran Anlaşması imzalandığında Türkiye Brezilya ile birlikte İran’ın yanında saf tutarak neredeyse bütün dünyayı karşısına almıştı. Dört sene sonra Ankara ile Tahran arasındaki ilişkiler neredeyse 180 derece farklı bir yerde. Son dönemde karşılıklı ziyaretlerle biraz toparlanma olsa da özellikle Suriye meselesi üzerinden hâlâ gerilim olduğunu biliyoruz. Siz ilişkilerin bugünkü seyrini nasıl tanımlarsınız?
Ben ikili ilişkileri geliştirmek için pek çok yeni alan keşfetmemiz gerektiğini düşünüyorum. İlişkilerin potansiyelinin tamamını kullandığımız bir noktada değiliz. İki ülkenin uzun bir tarihi ve derin kültürel ilişkileri var. Özellikle ekonomik işbirliği ve ticarette yapılabilecek çok şey var. Çevre konularında da keza. İlişkilerin neden ilerlemesi gerektiği kadar ilerlemediğinin sebeplerine bakmamız lazım.
- Bunun son dönemdeki en önemli sebebi Suriye mi sizce?
Ben bölgesel mevzuların iki komşu ülke arasındaki ilişkilere bu derece gölge düşürmemesi gerektiğini düşünüyorum. İki komşu ülkenin yapması gereken ortak potansiyellerini kullanacakları alanlara yoğunlaşmaktır. Evet sizin bahsettiğiniz şekilde görüş ayrılıkları oldu. Ama ben meselelere sadece İran ve Türkiye düzleminde bakmamız gerektiğine inanıyorum. Uluslararası alanda da birlikte çalışmalıyız.
IŞİD’İN GÜNDEMİ MÜSLÜMANLAR ARASINA NİFAK SOKMAK
- Türkiye’nin bölgede Sünni kartını oynadığı yönündeki yorumlara katılır mısınız? AK Parti hükümetleri sizce bazı kesimlerin iddia ettiği gibi mezhepçilik yapıyor mu?
Ben bu soruya kendi Cumhurbaşkanım Sayın Ruhani’nin çizgisini hatırlatarak yanıt vermek isterim. Kendisi her fırsatta bütün bölge ülkelerinin şiddet ve aşırılık yanlılarına karşı ortak bir tavır alması gerektiğini söylüyor. Şii-Sünni ayırmadan bu ortak hedef için bir araya gelmeliyiz, barış ve güvenliği sağlamak için birlikte çaba göstermeliyiz. Her türlü mezhebi çatışmayı önlememiz şart. Zaten son dönemde bölgemizin yaşadığı tehdidin Şii ya da Sünni olmakla ilgisi yok. Müslümanlar arasına nifak sokacak farklı bir gündemleri var ve son derece çarpıtılmış bir İslamiyet imajı çiziyorlar. IŞİD’in İslami öğretilerle ya da prensiplerle uzaktan yakından alakası yok. Ne yazık ki meseleyi farkı bir boyuta taşımaya çalışıyorlar meseleyi. O nedenle hepimiz farklılıkları bir yana bırakıp bütün Müslüman ülkeler olarak bu tehdide karşı ortak hedefler belirlemeliyiz. Şu anda acil olarak yapılması gereken budur.
Şİİ-SÜNNİ AYRIMINI BIRAKIP KÖKTENCİLİĞE KARŞI ORTAK MÜCADELE EDELİM
- Söylediğiniz yönde bir toparlanma oldukça zor görünüyor. Yakın zamanda Batı ile Müslüman dünyası arasındaki bazı grupların savaşlarına şahit olduk. Bugünse kavga daha ziyade Müslüman dünyanın kendi içinde.
Bugün yaşananların sebebi aslında tarihte yaşadıklarımız. Bizim bölgemizin, ülkelerimizin dışarıdan yabancıların müdahalesiyle geçem bir tarihi var. Bütün ülkeler artık bunun farkına varmalı ve kendi potansiyellerine güvenmeye başlamalı. Bugün en önemli şey İslam dünyasının birliği ve bütünlüğü. Biz son yıllarda yaşanan gelişmeler çerçevesinde de hep bunu söyledik; Şii-Sünni ayrımını bir kenara bırakıp şiddet ve köktenciliğe karşı beraber mücadele edelim dedik. Daha 3 gün önce Pakistan’da okula yapılan saldırıyla canımız yandı. Düşünün bütün bunlar İslamiyet adına yapılıyor. Çok korkunç ve çok yanlış. Bu yapılanın Şii ya da Sünni olmakla, Peygamber Efendi’nin öğretisiyle bir ilgisi olabilir mi? İslamiyet adı altında başka bir şey imal ediliyor, uyduruluyor. Bir de üstüne kendilerine ‘İslam Devleti’ diyorlar. Batı medyası da alıyor, aynen kullanıyor. İslamiyetin prensiplerinden ya da İslami yönetim anlayışından en ufak nasiplerini almamışlar ki!
YOLSUZLUK KARANLIK ODALARDA OLUR ENGELLEMEK İÇİN ÖZGÜR BASIN ŞART
- Geçen hafta 17 Aralık’ın birinci yıldönümüydü. Türkiye’de dört bakanın istifa etmesine neden olan yolsuzluk iddialarının ortaya atıldığı tarihten bahsediyoruz. O tarihte tutuklanan isimlerden birisi de İranlı genç bir işadamı olan Reza Zarrab’dı. Kısa bir sure sonra İran’daki ortağı olduğu iddia edilen Babek Zencani de ülkenizde tutuklandı. Zencani hâlâ cezaevinde, Zerrab ise çoktan serbest bırakıldı. Son derece karmaşık bir denklem. Tam olarak ne oldu?
Maalesef bizde de Türkiye’deki gibi yolsuzluk vakaları vardı, hükümetler ve devlet kurumları içinde her türlü yolsuzluk vardı. Bizim hükümet göreve geldiği andan itibaren kurumları bundan temizlemek için yeni bir strateji ortaya koydu. Kamu fonlarını zimmetine geçiren kamu görevlilerin geçmişte uygulamış olduğu taktiklerle mücadeleyi yaygın hale getirmek için çok büyük bir ulusal konferans düzenledik. En başta konuştuğumuz sivil toplum meselesi yolsuzlukların önlenmesi için hayati önemde. Hükümetin denetlenebilmesi için sivil toplum, özgür basın ve eleştiriye açık bir ortam olması şart. Eğer oda karanlıksa her şey olabilir. Eğer oda aydınlıksa insanlar yasadışına kolay kolay çıkamaz. Yolsuzluk karanlık odalarda olur, özgür basın ve özgür sivil toplum olmadığı zaman olur. Bizim hükümetimiz karanlıklar kalmasın diye uğraşıyor. Umarım iki hükümet arasında bu alanda gereken yakın işbirliği gerçekleşir.
- Basın özgürlüğünden bahsetmişken Türkiye’de geçen hafta bir gazete ve bir televizyonun yayın yönetmenleri tutuklandı. Birisi serbest bırakıldı ama diğeri terör örgütü üyeliği suçlamasıyla yargılanacak. Takip edebildiniz mi?
Bana göre artık hükümetler eskiye oranla eleştiriye çok daha fazla açık olmalı. Elbette bu bahsettiğiniz olaydaki kişilerle ilgili özel suçlamalar olabilir, buna yargı karar verir. Ama hükümetlerin bu tür tasarrufları kesinlikle olmamalı. İfade ve basın özgürlükleri bir ülkede yanlış giden şeylerin ya da yolsuzlukların önlenmesi açısından kritik önemde. Özgür basın ve açık bir sivil toplum ülkenin şeffaf, hesap verebilir bir yöne gitmesine ve etik bir yaklaşım benimsemesine yardımcı olur.
ABD İLE İLİŞKİLERİN ONARILMASINI DÖRT GÖZLE BEKLİYORUZ
- Bugün İran’ın siyasetteki en güçlü kadını olarak ABD’ye ilişkin algınız nedir. 1979’da öğrenci hareketinde olduğunuz dönemle kıyaslarsanız bugün görüşleriniz farklı mı?
ABD başka ülkelerin iç işlerine müdahale konusunda çok uzun bir tarihe sahip. Öğrencilerin 1979’da o kadar şiddetli bir eyleme imza atmasının arkasında muhtemelen ABD’nin 1953 darbesindeki rolü vardır. İran halkı, ABD’nin iç işlerine karıştığı uzun bir döneme tanıklık etti. Bu müdahale aslında devrimden sonra dahi ambargolar, yaptırımlar ve çeşitli tehditlerle devam etti. ABD’den bu tür bir yaklaşımı biz dünyada pek çok başka ülkede de izledik. Pek çok yorumcuya göre, bölgemizde bugün yükselen köktencilik ve radikalizm dalgası aslında ABD’nin özellikle 11 Eylül sonrasında dünyanın bu bölgesine karşı izlediği tek taraflı ve askeri müdahalelere bir tepkidir. Radikalleri bir yana bırakın, İslam dünyasında artık genel olarak bu tür bir yaklaşımın kabul görmüyor. Ama ABD ile ikili boyutta biliyorsunuz İran hem nükleer meselenin çözülmesi hem de mantıklı, dengeli ve adil bir ilişki kurmak için çalışıyor. Barışçıl nükleer enerji programımızla ilgili sorunların çözülmesi, toplumumuzu ve çevreyi olumsuz etkileyen yaptırımların kaldırılmasını istiyoruz. Böylelikle ilişkiler olumlu bir yönde ilerleyebilir. Hem ilişkilerin onarılmasını, hem de nükleer meselenin çözülmesini dört gözle bekliyoruz.
- Umutlu musunuz?
Evet çok umutluyuz.
- E bakın 35 yıl öncesine göre en azından farklı bir ruh hali içindesiniz bugün, yanlış mı?
Tam olarak farklı bir yaklaşım olduğunu söyleyemeyiz Görüşlerin doğal tekamülüdür bu. Biz artık bölgede başaktörlerden biri olarak ortaya çıkıyoruz. Sanırım bütün ülkeler İran’ın olumlu etkisinin farkında. İran, bölgeye barış ve güvenliğin getirilmesinde de uluslararası ve bölgesel konularda ılımlı, dengeli ve makul bir yaklaşım sergilenmesinde de çok önemli rol oynayabilir. Bence herkes bunun farkına varmaya başladı. Bunun durumun teslim edilmesi İran’ın bölgede daha müspet, ılımlı ve dengeli bir rol oynamasına yardımcı oluyor. (Hürriyet)