Bugün kadınlar en azından Avrupa’da birer ‘birey’ olarak görülüp, kendi yaşamlarının mülkiyetine sahip olsalar da, yakın geçmişe kadar tablo bunun tam tersiydi.
Avrupa’nın en büyük ülkelerinden, ‘Avrupalılık’ kimliğinin inşasında önemli role sahip olan İngiltere’deki “eş satma” geleneği bunun en çarpıcı örneklerinden biri.
Eş satma, Britanya topraklarında özellikle 17. Yüzyıl sonlarında görülmeye başlanan bir garip gelenek. Ancak kaynaklarda bu geleneğin izlerine 13. Yüzyıl başlarında bile rastlamak mümkün.
Eş satma geleneğini özetlemek gerekirse; 17. Yüzyıl İngiltere’sinde boşanmak kanuni yükümlülükleri sebebiyle zor bir işti. 15. YY’da çıkan Evlilik Yasaları, boşanmayı ancak uzun prosedürler ve masraflı işlemler sonrasında parlamentodan çıkan onayla mümkün kılıyordu.
Bu bürokratik ve ekonomik zorluğun sonucunda da yeterince parası olmayan ve kanunen kadının sahibi olarak görülen erkekleri eşlerini satmaya başlamıştı.
Şehir merkezlerinde kurulan “eş pazarları”nda, boynuna ve bileklerine tasma takılan kadınlar, kendilerine yeni bir talip çıkana sergileniyorlardı.
Aslında bu adetin kanunda bir yeri yoktu ancak ‘de facto’ yani fiili olarak geçerliydi. Kanun adamları bu geleneğe karşı pasif tutum alıyorlar, hatta polis kuvvetleri bu uygulamayı destekleyen işler yapıyorlardı.
Bu uygulamanın yıllarca devam etmesini sağlayan esas sebep, İngiliz kanunlarının kadını evlendiği andan itibaren erkeğin malı olarak görmesiydi.
Hakim Sir William Blackstone'nun 1753'de yazdığına göre; "kadının yasal varlığı evlilik sürecinde askıya alınmış olur, ya da en azından kocasına takviye olunur. Kocasının himayesi ve koruması altında her görevi yapar". Evlenmiş kadınlar mülk sahibi olamıyordu, ki onlar zaten kocalarının mülküydü.
Bu anlayış böyle korkunç ve kadının insanlık onurunu ayaklar altına alan bir geleneğin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştı.
Bu akıl almaz gelenek, 1913'te bir kadının Leeds polis mahkemesine kendisinin kocası tarafından bir iş arkadaşına 1 pounda satıldığını gösteren belgeyi ihbar etmesinin ardından gelişen protesto olaylarıyla tamamen sonlanmıştır.
Bugün dünyanın birçok ülkesinde kadınlar zaman zaman kanunen, zaman zaman kültürel olarak erkeğin mülkü olarak görülüyor. Kişi kendi mülkü üzerinde tasarruf sahibidir. Eğer bir birey kendiyle ilgili kararları kendi başına alamıyor; baba, abi, koca gibi başka kişiler onun adına karar alıyorsa, orada kadın, sahip olunan bir mal olarak görülüyor demektir.
"Eğer tüm erkekler özgür doğuyorsa, nasıl oluyor da tüm kadın köle olarak doğuyor?"
İngiltere yalnızca 100 yıl öncesine kadar bu haldeyken bugün kadınların hızla özgürleştiği, bireyleştiği modern bir ülke. Türkiye’de ise tablo pek iç açıcı değil. Kadınların kazanımları geriye doğru gidiyor.
Ancak bu ülkenin toplumsal birikimi ve kadınların özgürlük arzuları bütün baskıları yıkıp geçmeye yetecek güçte. Yaşasın özgür kadınlar!