ABD ile Türkiye arasında yaşanan vize gerginliği üzerine değerlendirmelerde bulunan gazeteci Merdan Yanardağ, ABC Gazetesi'nde yer alan "ABD Erdoğan'ın üstünü çizdi mi?" başlıklı makalesinde gündem yaratacak iddialarda bulundu.
İşte Yanardağ'ın yazısındaki ilgili o bölüm;
"Somut durumun analizini yapmak ile politik ya da felsefi tercihler genellikle bu ülkede bir birine karıştırılır. Siz bir durum tespiti yaparsınız, bir yarım akıllı da çıkar size “emperyalizmle işbirliği imkanı mı arıyorsun” ya da “ittifak yapacak bir sermaye kesimi bulmaya çalışıyorsun” gibi, akıldan, mantıktan yoksun sonuçlar çıkaran sorular, daha doğrusu suçlamalar yöneltir. Böyleleri çoğu kaz ekonominin her şeyi belirleyen mutlak değişken olduğunu sanan ekonomistler ve yarı aydınlardır.
Örneğin, Türkiye’nin son krizi haline gelen ABD’nin Türkiye vatandaşlarına geniş kapsamlı vize ambargosu uygulamasını, “ABD’nin AKP iktidarına verdiği desteğin resmen kesilmesinin” kanıtı olarak göstermeyi, “Vay emperyalistlerden medet mi umuyorsun” diye karşılayanların sayısı bu ülkede hiç de az değildir. Oysa her analiz (çözümleme /tahlil) bu bir de siyasal alanda yapılıyorsa, son derece soğuk kanlı bir şekilde kotarılmalıdır. Gerçek ve olgular ideolojik kabullerimiz ya da ön yargılarımıza feda edilmemelidir. Eğer böyle yapılırsa, kısa sürede kafamızda yarattığımız sanal bir dünyada yaşarken buluruz kendimizi. Böyle yaklaşımların belirlediği kişiler, çevreler, siyasi gruplar insanların büyük acılar çekmesine ve kayıplar vermesine bile yol açabilir. Örnekleri –özellikle solda- çoktur.
Bu girişten ve zorunlu metodoloji uyarısından sonra, şimdi gelelim ABD’nin Türkiye’ye uygulamaya başladığı vize ambargosunun anlamına... ABD’nin bu kararı, Washington’un AKP iktidarına verdiği ve fiilen bir yılı aşkın süredir kesilen desteğin artık resmen ilan edilmesi demektir. ABD, AKP iktidarının arkasından çekilmiştir. Vize ambargosu kararının siyasal ve diplomatik anlamı / tercümesi budur.
ABD bu kararı birden bire, yani Türk kökenli bir elçilik görevlisinin tutuklanmasına tepki göstermek için, aniden almadı. Ayrıca, bu kararın ABD Büyükelçiliği tarafından alındığını sanmak, saflık olacaktır. Bu çaptaki bir yaptırım kararı, ABD Dışişleri Bakanlığı ve Beyaz Saray’ın onayı olmadan alınamaz. Zaten uzun süredir (yaklaşık 2 yıldır) ABD medyasında AKP yönetimi ve Erdoğan ile ilişkileri askıya almak ya da başka türden net bir karşı tavır geliştirmek için hazırlık yapılıyordu. ABD basınında Erdoğan yönetimine çok sert eleştiriler yöneltiliyordu.
‘YOLDAN ÇIKAN NATO MÜTTEFİKİ’
NATO üyesi ülkeler arasında hiç örneği görülmeyen, dünya diplomasi tarihinde de çok az rastlanan böyle geniş kapsamlı bir vize ambargosu kararı, –ki Türk diplomatlar ve bakan olsa dahi bir milletvekilleri bile ABD’ye giremeyecek- bir süredir Washington ile AKP iktidarı arasındaki gerilimli ‘nefret-aşk’ ilişkisinin doğal bir sonucuydu. Ancak, yine de bu ölçüde sert bir tutum beklenmiyordu. Dolayısıyla ambargo kararının yarattığı siyasal sarsıntı da büyük oldu. Dolar fırladı, borsa adeta çöktü.
Olayların akışına, ABD politikalarına yön veren basın-yayın organlarındaki değerlendirmelere bakıldığında, aslında ortada bir sürpriz yoktu. Örneğin, ABD dış politikasının şekillendirilmesinde önemli rolü olan yayın organlarından Foreign Policy dergisinde, yaklaşık 1,5 yıl önce ilginç bir analiz yayımlanmıştı. İlginç olduğu kadar şaşırtıcı da olan bu analizin yayınlanma tarihi de hayli dikkat çekiyordu. Bu makale, 15 Haziran 2016 tarihliydi. Yani 15 Temmuz darbesinden bir ay önce yayımlanmıştı. Söz konusu analizde Türkiye, “Yoldan çıkan bir NATO müttefiki” diye nitelendiriliyordu.
Foreign Policy analizinde şu çarpıcı satırlar yer alıyordu:
"Türkiye'nin Erdoğan sorunu, yıllardır inşa halinde. ABD yetkilileri, yıllardır sorunun korktukları kadar kötü olmadığını ya da meselenin kendi kendine hallolacağını ve böylelikle yeryüzündeki en önemli jeo-stratejik toprakların bir bölümü üzerine kurulu eski bir müttefik hakkında zor kararlar alma durumuyla karşı karşıya kalmaktan kurtulacaklarını umdular. Ancak ihtiyat galip gelmedi. Tersine, Erdoğan problemi giderek kötüleşiyor, metastas yapıyor (yayılıyor), ve ABD çıkarları için büyük tehlikeler yaratmaya devam ediyor. Er ya da geç bir hesaplaşma günü yaşanması ihtimal dahilinde. ABD, zararlarını azaltma hazırlıklarına şimdiden başlamalı." (*)
Söz konusu makaledeki imza ABD eski başkan yardımcısı Dick Cheney'nin ulusal güvenlik danışmanı John Hannah’a ait. Bu imza, yazının önemini daha da artırıyordu. Aynı analizde Erdoğan için, "Başta ABD ve Ortadoğu ile Avrupa ve Türkiye için tehlikeli şahıs" ifadelerinin kullanılması ise, ‘ABD, Erdoğan iktidarına verdiği desteği resmen kesti, arkasından çekildi’ şeklinde yaptığım değerlendirmeyi doğruluyordu.
Çünkü bu sözler, ABD ve Batılı müttefiklerin, öngörülemez ve iki yüzlü buldukları Erdoğan yönetimine verdikleri desteği büyük ölçüde geri çekmeye başladığını gösteriyordu. Böylece, "Batı’nın, yani emperyalistlerin kirli işlerini görüp desteğini alarak iktidara gelmek ve bu gücü kullanarak rejimi sinsice (takiye yaparak) değiştirmek" diye özetleyebileceğimiz islamcı iktidar stratejisinin, kısa vadede kimi başarılar kazansa da, orta vadede çökmesi kaçınılmazdı.
BATININ DESTEĞİ SÜRÜYOR MU?
AKP’yi iktidara getiren bütün iç ve dış dinamikler değişti. Başta bölge jeopolitiği olma üzere, AKP’ye iktidar yolunu açan uluslararası koşullarda da büyük bir değişiklik meydana geldi. Sadece ABD değil, Batı da (eksenini Almanya ve Fransa’nın oluşturduğu Batı Avrupa) bütün kirli işlerini gördürdüğü ve artık başına bela olmaya başlayan Erdoğan’a verdiği desteği çekti. Merkel-Erdoğan kavgasının anlamı budur.
Sadece dış dinamikler değil, AKP’yi iktidara getiren iç dinamikler de değişti. Ülkede geleneksel iktidar blokunu dağıtan Erdoğan-AKP yönetimi, yerine yeni bir iktidar bileşimi oluşturamadı. AKP, cami cemaatinin bir bölümü dışında neredeyse toplumun hemen her kesimiyle kavgalı durumda.
Çünkü AKP iktidarı, egemen sınıf ve güçlerin ortak çıkarlarını temsil eden ve eşgüdüm sağlayan bir siyasal hareket olmaktan çıkarak, dar bir fraksiyon (klik/hizip) partisine dönüştü. Bu büyük daralmanın yarattığı boşluk, bir süredir –özellikle 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra- siyaset ve devlet yönetiminin her düzeyinde görülüyordu.
Sonuç olarak, Erdoğan ve AKP iktidarı, uzunca bir süredir silkelense yıkılacak durumda bulunuyor. Bu ülkede sadece cami cemaatine –o da bir bölümüne- dayanarak iktidar olmak, iktidara gelinse bile orada kalmak mümkün değildir. Öyle ki, AKP iktidarı, tıpkı amblemlerindeki ampul gibi adeta boşlukta asılı duruyor. Altı boş! Ancak sorun da tam burada; ortada bu iktidarı silkeleyecek etkili bir muhalefet hareketi ve stratejisi bulunmuyor. Bu nedenle Türkiye hızla çok yönlü bir krize doğru sürükleniyor; seçeneksizlik! Bu kriz aşılamadığı, toplum bir çözüm geliştiremediği, dolayısıyla gerici saldırı dalgası yenilgiye uğratılamadığı taktirde ülke ve toplum çözülmeye, yozlaşmaya, ahlaksızlaşmaya ve çürümeye başlayacaktır, başladı da...
Şu bilinmelidir ki, Erdoğan-AKP iktidarı kendiliğinden gitmeyecek, tam tersine direnecektir. Çünkü Erdoğan yönetimi her hangi bir iktidar değil, kurucu irade rolünü oymaya çalışan bir siyasal harekettir. Yeni bir rejim kurmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla toplum ya ilerici bir çözüm üreterek bu krizi aşacak ve AKP iktidarına son verecektir ya da emperyalizm ve büyük sermaye çevreleri bu işi yapacaktır.
Toplumun her kesimiyle çatışan, dolayısıyla dinci, muhafazakâr ve bir bölüm merkez sağ seçmenin desteği dışında dayanacağı güç kalmayan AKP için tek bir yolu bulunuyor; baskı ve devlet terörü. O da bunu yapıyor. Ancak unutulmasın ki, bir siyasal hareket ya da parti için iktidarını sürdürmenin tek yolu olarak “baskı ve devlet terörü” kalmışsa, o yönetimin sonu da gelmiş demektir.
Dolayısıyla önümüzdeki bir yıl, siyasal bakımdan çok sert geçecek gibi görünüyor."