TBB Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, Çanakkale Barosu'nu ziyaret etti. Feyzioğlu, ziyareti sırasında Çanakkale Baro Başkanı Bülent Şarlan'a, ressam Yaşar Çallı'nın, Mustafa Kemal'in Ankara'ya gelişinde Seymenler tarafından karşılanmasını resmettiği tablonun plaketini hediye etti. Baro Başkanı Bülent Şarlan da Feyzioğlu'na Truva Atı ve Çanakkale Boğazı'nı anlatan seramik figür takdim etti. Baro Başkanı Bülent Şarlan, Prof. Dr. Metin Feyzioğlu'nun, Çanakkale Barosu'na kayıtlı, stajını başarıyla tamamlayan 6 genç meslektaşın yemin törenine ve 40'a yakın stajyer avukatın derslerine katılacağını söyledi.
İMAN TAZELEMEK İSTEYEN ÇANAKKALE'YE GELMELİDİR
TBB Başkanı Metin Feyzioğlu ziyaret sırasında yaptığı açıklamada, Çanakkale'de olmaktan dolayı büyük bir mutluluk duyduğunu söyledi. Feyzioğlu," Çanakkale ve Gelibolu bizim için kutsaldır. Çanakkale şehitliklerimizin ve gazilerimizi kahramanlıkları bugünümüze de yol gösteren kahramanlıklardır. O vesileyle Çanakkale'ye gelen birisinin geldiği gibi dönmesi, sanıyorum mümkün değildir. İman tazelemek isteyen kim varsa her zaman tavsiyem Çanakkale'ye gelmelidir. Türk milletinin mücadele azmine, Türkiye Cumhuriyeti'nin gücüne, Türk milletinin kararlılıkla her zorluğu aşacağına dair buradan daha bir umutla emin olup dönecektir. Bizim meselelere bakış açımız, duruşumuz daima millidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve Türk milletinin tarafında oluşumuz sorgulanamaz, tartışılamaz. Hukuka yaklaşımımız da yine bu penceredendir. Ancak bu pencereden yaklaşıldığında biliniz ki, evrenselleşmiş ilke ve kuralların uygulanması bu milli duruşumuzun gereğidir" dedi.
TÜRKİYE BU DAVA İLE ARASINA MESAFE KOYMALI
Bir gazetecinin ABD'de devam eden Reza Zarrab'ın sanıkken tanık olduğu davayı hukuki yönden nasıl değerlendirdiğini sorması üzerine Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, konuyla ilgili ortada iki iddianame bulunduğunu ve bunları satır satır okuduğunu söyledi. İddianamelerin ekindeki delillerin henüz açıklanmadığını, duruşma boyunca açıklanacağını ve gizli kapaklı hiçbir şey olmayacağını ifade eden Feyzioğlu, "İki iddianameyi satır satır okuduğunuzda beyan delillerinden, yani tanıkların ifadelerinden daha fazla, belgelerden söz edildiğini görüyorsunuz. Bu belgeler para transferlerine ilişkin belgeler ve e-postalara yönelik iletişimin dinlenmesi belgeleri. E-posta server'ları Türkiye'de değil ve e-postaların dinlenmesine, ele geçirilmesine ilişkin. ABD'deki dosyada yetkili mahkemelerin kararları varsa, bu e-postaların da ABD delil hukukuna göre dosyaya kabul edilmesinin mümkün olabileceğini söyleyebiliriz. İşin geleceği yer şu; dosyadaki deliller hukuka uygun ele geçirildi mi, geçirilmedi mi Dosyadaki deliller sağlam mı, değil mi İddialar ağır. İddialar bizi ilgilendiriyor. Bu durumda Türkiye'nin yapması gereken çok akıllı bir hamle var. Bu dava ile arasına mesafe koymak. Bu davada adı geçenleri kahraman, vatan evlatları olarak savunmaktan vazgeçmek, 'İran'la ticareti bu sayede yaptık' gibi, kendilerinden başka hiç kimseyi ikna edemeyecek savunmalar yapmamak. Eğer 5 yıldaki rakam 50 ile 60 milyar dolar ise bundan çok büyük bir ceza bankacılık sistemimize çıkabilir. Her Türk şirketi ve vatandaşı kara listeye de alınabilir. Bu sebeple devlet olarak, 'Bununla alakamız yoktur' demek zorundayız. Mesafeyi koymak zorundayız" diye konuştu.
150 BİN TON İLAÇ DENİYOR AMA GEMİLER 5 BİN TON KAPASİTELİ
Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, davayla ilgili bugüne kadar dile getirilmeyen bir hususu şöyle aktardı:
Altının sahte olduğu ve yaptırımları by-pass etmek için kullanıldığı anlaşıldığında Zarrab ve arkadaşları altından ilaca dönüyorlar. İran'a ilaç sevk etmek görüntüsü altında para transferine giriyorlar. Sorun şu ki, şu an yargılanan Hakan Atilla'nın iddianameye yansımış bir ifadesi var. Zarrab'a yazıyor, '150 bin ton ilaç naklettiğinizi iddia ediyorsunuz Belgelerinizde, 150-200 bin ton ilaç ve insani malzeme yazıyor. Ama kullandığınız gemilerin yük kapasitesi 5 bin ton. Dikkat edin buna' diyor. Şimdi bakın bunlar belge ve Türkiye'den kalkan gemiler bunlar. Türkiye'den kalkan, 150 bin ton yüklendiği söylenen geminin kapasitesi 5 bin ton. Bu işin içine bir takım kamu görevlileri çekiliyor. O zaman Türkiye'nin yapması gereken 'O kamu görevlileri ile ilgili delilleri bana gönderin ben onu yargılayacağım demesi.' Yoksa, 'Bu onun operasyonudur, bunun operasyonudur, dış güçlerdir, üst akıldır' diyerek biz koskoca bir toplumu, bir milleti, bir devleti ateşe atıyoruz. Bunu söylemek bizim görevimiz. Böyle söylediğim içinde ne Amerikancı olurum, ne de İran karşıtı olurum. Bir tek tarafımız var bizim. Türk milleti, Türkiye Cumhuriyeti. Bizim görevimiz vatandaşlarımızın, bu milletin milli menfaatini korumak. Benim İran'ın milli menfaatini korumak ya da kişilerin komisyonlarını korumak gibi bir görevim yok.
BU BİR MİLLİ DAVA DEĞİL, AMA MİLLİ SONUÇLARI OLACAK DAVADIR
Bu davanın milli değil ama milleti ilgilendiren bir dava olduğunu vurgulayan Feyzioğlu, "Çünkü bu davanın bedelini işçisi, memuru, köylüsü, çiftçisi, evhanımı, öğrencisi, çalışanı, gazetecisi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes ödeyecek. Eğer çıkarsa, olası bir muazzam cezanın bedelini biz ödeyeceğiz. Dünyada kara listeye girmenin bedelini biz ödeyeceğiz. Peki ne karşılığında Eğer bu altın tüccarı İran vatandaşı Zarrab, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve milletimizin yüksek menfaatleri gereği göğsünü siper edip, 'Başıma ne gelirse gelsin ben Türkiye için gereğini yaparım' demiş olsaydı, bu bir milli mesele olurdu. Zarrab Efendi, sadece 2012'de 11 milyar ABD doları hacminde, dolar işlemi üzerinden komisyon aldığı için mi bu bir milli dava Yaklaşık 5 yıllık sürede 55-60 milyar dolarlık işlem üzerinden milyarlarca dolar komisyon toparladığı için mi bu bir milli dava Bu komisyonu birilerine dağıttığı için mi milli dava Bu bir milli dava falan değil. Ama milli sonuçları olacak. Milletimizi bir bütün olarak ilgilendirecek davadır" diye konuştu.
BİZ DE YARGILAYALIM BU NAMUSSUZU DEMEK LAZIM
Amerikan hukukunu iyi bilen biri olduğunu belirterek, profesyonel bilgiyle konuya yaklaşımda bulunduğunu ifade eden Prof. Dr. Metin Feyizoğlu, "Bu kadar önemli bir olayda, yaklaşık 7-8 yıllık takipte belgelerin toplanıldığı anlaşılan olayda, davanın Zarrab'ın beyanlarına dayandığını düşünmüyorum. Beyanların belgeleri açıklamaya, belgeleri güçlendirmeye ya da belgelerin üzerine ilave bir delil olarak sunulmaya çalışıldığını görüyorum. Dava ağırlıklı olarak belgelerle yürüyor. Beyanlar buna ilavedir. Jüriye yöneliktir. O sebeple Türkiye'nin, 'Zarrab kendini kurtarmak için sağa sola iftira atıyor' demesi, içeride üst akıl diye tutabilir. Ama bu iç politika meselesi değil. Zarrab davası nedeniyle, 'Ne güzel Türkiye sıkışıyor' diye kahkaha atanlar olabilir. İçim parçalanıyor. Çünkü bunun bedelini hepimiz ödeyeceğiz. Devlet aklının hakim olması gerektiğini söylüyorum. Araya derhal mesafe konmalıdır. Hatta, 'Siz yargılayın sonra biz de yargılayalım bu namussuzu' demek lazım. 'Bunun bağlantılı olduğu kimse, onların da delillerini bulalım. Biz de temizlenmek istiyoruz. Biz de mutlaka bu yargılamayı yapmak zorundayız' demek lazım. Yeniden yargılama açmamız anlamında bu önemli" dedi.
HER ŞİRKET, HER BANKA KARA LİSTEYE GİREBİLİR
Bu davanın sonucunun Türkiye'ye yansımalarının neler olabileceği konusuna da değinen Feyzioğlu, şunları söyledi:
Bu davanın sonucunun Türkiye'ye ilk yansıması şu olur; Zarrab'ın kullandığı ve bilerek ve isteyerek işe dahil olmuş bankalara yaptırım gelecektir. 'Türk Bankası-1', 'Türk Bankası-2' ve 'Türk Bankası-3' diye geçen bu bankalara yaptırım gelecektir. Suçun ispatı durumunda, kaçınılmaz görünüyor. Zaten itirafla birlikte ispat yönünde ciddi bir adım atıldı. Rakam eğer 5 yılda 50 milyar doların üstünde illegal bir ticaret hacmi ise bunun cezasının çok yüksek olma ihtimali var. Bunu devlet, 'Ben emrettim, benim talimatımla yapıldı, bir daha olsa bir daha yaptırırım' şeklinde sahiplenirse, tüm devlete yönelik bir yaklaşımla karşı karşıya kalabiliriz. Türkiye Cumhuriyeti'ndeki her şirket, her banka kara listeye girebilir. O nedenle 'Mesafe koyalım' diyorum. 'O banka yapmıştır', tamam. 'O banka filancanın suç işlemesiyle, rüşvet almasıyla yapmıştır' ona da tamam. 'Ama Türkiye bir devlet olarak bu işin içinde asla olmamıştır' diyebilmek için şu an bunu ispatlamamız ve o pozisyonu almamız lazım. Ama iç politikada üst aklı suçlayarak, içeride geçici bir oy devşirme kaygısıyla sorumsuzca sarf edilen cümleler dışarı da bizi dava ile bütünleştirmeye neden oluyor.
HUKUKÇUNUN SORUNU, PARANIN KAYNIĞININ MEŞRU OLMASI YA DA OLMAMASIDIR
Feyzioğlu, bir gazetecinin, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun, partisinin grup toplantısında açıkladığı belgelerle ilgili sorusu üzerine ise, "Yurtdışına para transferinin siyasi olarak değerlendirilmesi başka, hukuki olarak değerlendirilmesi başka konudur. Anamuhalefet Partisi Genel Başkanı, siyasi bir değerlendirme yaptı. 'Sen burada taksiciye dövizini bozdur' derken, 'Kendi dövizini yurtdışına göndermişin' dedi. Bu siyasi bir değerlendirme. Doğrudur, yanlıştır. Sayın Cumhurbaşkanı ile bağlantısı vardır, yoktur. Bu benim meselem değil. Bu tamamen siyasi bir melesedir. Bu işin hukuki kısmı, kazanılan, bu gönderilen paraların kaynağıdır. Bu gönderilen paraların kaynağı meşru ise Türk hukukuna göre istediğiniz yere gönderirsiniz. Ama kaynak meşru değilse ya da meşru olmayan kaynağı meşrulaştırılmak için bir aklama süreci çerçevesinde gönderiyorsanız parayı, o zaman hukukun meselesidir. Elimizde şu aşamada bir bilgi yok. Dolayısıyla hukuki olarak yapacağım yorum soyuttur. Paranın kaynağının meşru olması ya da olmamasıdır hukukçunun sorunu. Siyasetçinin sorunu, bir siyasetçinin kendisinin ya da yakınlarının yurtdışına büyük miktarlarda para göndermesini siyasi olarak etik olup, olmadığıdır. O da aynı bir konudur" diye konuştu.