"İsviçreliler minare yasağı referandumuyla daha uzun zaman sürecek bir tartışmayı yeniden başlattı"
‘Peki aslında ne oldu? Yaşanan şu: İsviçre’deki referandumda kimse cami minareleri için ya da minarelere karşı pozisyon almadı. Referandumda herkes İslam üzerine bir tavır takındı’
İsviçreliler her şey için sandığa gider. Biz buna ülkemizde doğrudan demokrasi deriz. Yedi milyon vatandaştan 100 bininin istemesi halinde mağazaların pazar günleri açılmasını ya da savaş silahlarının ithalinin yasaklanmasını, benzindeki verginin sabit kalmasını ya da minare inşa edilmesinin yasaklanmasını talep edebiliriz.
İsviçre’de 1960 ve 70’li yıllarda bu haktan en çok yararlanan sol oldu. Solcular Parlamentodaki -geleneksel olarak sağcı olan- çoğunluğa karşı sosyal hakların artmasını sağlamak için doğrudan demokrasiyi kullandılar.
Ancak son 20 yıldır Halkın Partisi (Schweizerische Volkspartei) ve karizmatik lideri Christoph Blocher doğrudan demokrasiyi göçmen sayısını kısıtlamak ve İsviçre’yi AB’nin dışında tutmak için kullanıyor. Tüm girişimlerinde başarılı olamıyorlar (İsviçre, partinin şiddetle karşı çıkmasına rağmen BM’ye girdi) ama birçok meselede açık ara başarı elde ediyorlar. Bu dinamizm SVP’yi İsviçre’nin en önemli politik oluşumlarından biri haline getirdi ve en son 2007 yılında yapılan seçimlerde oyların dörtte birini almasını sağladı. Peki aslında ne oldu?
Olan şu: Aslında referandumda kimse minareler için ya da minarelere karşı pozisyon almadı. İsviçre’de kimseyi rahatsız etmeyen dört minare var ve yenilerinin inşa edilmesi için de çok az proje bulunuyor. Yani bu ülkede minareler küçük bir gerçek ve kanıtlar böyle kalacaklarını gösteriyor.
Karmakarışık söylemler
Referandumda herkes İslam üzerine bir pozisyon aldı. İsviçre’deki İslam değil. İsviçre’de yalnızca 400 bin müslüman var. Çoğu Türk ya da Arnavut kökenli. Genelde dindar değiller: çoğunluğu senede birkaç kez namaz kılıyor, camiye önemli olaylar dışında gitmiyorlar. Sokaklarda türbanlı kadın çok az görüyoruz. Ramazan ya da Kurban Bayramı fark edilmeden gelip geçiyor. İsviçreli Müslümanların çoğunun minareye ihtiyacı yok - hatta bazıları yasağı desteklediklerini bile açıkladı. Yani İsviçre’deki İslam gerçeği sakin bir gerçek. Zaman zaman okulda bir genç kız erkeklerle birlikte yüzme dersine katılmak istemediğini ya da sınıfta türban takmak istediğini söylüyor. Ama bunlar çok nadir olaylar ve sorun çıkarsa yerel otoriteler tarafından büyümeden hallediliyor.
Kazananlara göre sonuç tüm Avrupa’da yaygın olan düşünceyi yansıtan bir sembol oldu.
Ancak İslam dünyada her çeşit şiddetle bağlantılı. 11 Eylül’den beri İslam birçok kişi tarafından fethetmenin ve düşmanlığın dini olarak görülüyor. Din adına Bağdat’ta bombalar atılıyor, Afganistan’da binlerce yıllık Buda heykelleri yok ediliyor, Cezayir’de binlerce Müslüman öldürüldü, İran cumhurbaşkanı İsrail’i haritadan silmek istiyor. Cihat ve kutsal savaş yanlılarına, Batı’nın ve dolayısıyla İsviçre’nin değerlerine karşı çıkan yaşam biçimlerini dayatmak için din ilham veriyor. Eşcinselliğin kınanması, kadının ezilmesi, laikliğin inkar edilmesi, dolayısıyla dini kanunların hukuka üstün görülmesi de hep bu dayatılan yaşam biçiminin parçası.
İsviçreliler işte bu karmakarışık söylemler, imajlar, tahminler üzerinden ayağa kalkarak minareleri yasaklamak istedi.
Seçmenin kararı sembolik
Girişim akıllıcaydı, çünkü minare dini oluşturan parçalardan biri olarak görülmüyor, dolayısıyla yasaklanması Müslümanların özgürlüklerine karşı bir durum oluşturmuyor. Zaten bu yüzden yasak vatandaşlara tamamen sembolik bir şey olarak sunuldu.
Yanıt da aynı derecede sembolik oldu. İnsanlar İslam’ın en sık ibadet edilen biçimine değil bazı formlarına karşı pozisyon aldı. SVP de amacına tamamen ulaşmış oldu: İslam’la islamizm, Müslümanla köktendinci, inançlıyla istilacı kavramları arasında karmaşa yarattı.
Kaybeden azınlık için ise İslam’a karşı yapılan tamir edilemez bir hakaret.
Bu bağlamda İsviçre’de birbirleriyle normalde anlaşamayan birçok grup minarelere hayır demek için bir araya geldi:
İslamı Yugoslavya’daki savaşları takip eden göç akınıyla bağdaştıran ve göçmenlerin sayısının çok fazla olduğunu düşünenler; İslam’ı istilacı bir din olarak gören dindar Hristiyanlar; tam tersi tarafta laikliğe ve toplumun sekülarizasyonuna bağlı -ki bunlar köktendinci İslam’ın şiddetle reddettiği yaşam biçimleri ve kadın erkek eşitliği ile yakından bağlı kavramlar- yenilikçiler (bu son grupta birçok kadın da vardı) aynı yönde oy verdi.
İsviçre bugün bu referandumla ilgili bölünmüş duruma. Kazananlara göre sonuç tüm Avrupa’da yaygın olan düşünceyi yansıtan bir sembol oldu. Birçok ülkede internet sitelerine bırakılan ve kararı alkışlayan binlerce yorum bunun tanığı olarak gösterildi. Kaybeden azınlık için ise bu doğrudan demokrasinin bir sapması ve İsviçreli Müslümanlara karşı yapılan tamir edilemez bir hakaret. Hükümet dışarıda kamusal hakların özel mekanizmasını anlatmaya ve bu kararın somut etkilerini göreceli hale getirmeye çalışıyor. Bir sembolden ibaret... Ama bazı semboller çok güçlü ve acımasızca rahatsız edici şeyler söyler. Avrupa henüz Müslümanlara ve İslam’a vereceği yer üzerine tartışmayı bitirmedi: Diyebiliriz ki İsviçreliler referandumla daha çok uzun sürecek bir tartısmayı yeniden başlatttı.
Kimse öngöremedi
SVP dışındaki tüm partiler 29 Kasım’daki referandumdan önceki iki ay boyunca bu argumanları sahiplendi. Tüm dinlerin liderleri de aynı yönde açıklamalarda bulundu. Tüm büyük şirket patronları, entellektüeller, köşe yazarları, tüm kökenlerden tanınmış kişiler insan haklarına ve ülkenin çıkarlarına -buna ekonomik çıkarlar da dahil- aykırı olduğunu düşündükleri bu girişime karşı çıktı.
Halkın, elitlerin hemfikir olduğu bir konuya karşı gelmesi sürpriz değil. Tarih bu ayrılığın, çoğunlukla çok dramatik örnekleriyle dolu. Ancak en iyi politik gözlemciler dahi halkın yüzde 57,5’inin referandumda, seçimlerde oylarının yüzde 75’ini verdikleri çoğunluğun fikirlerine karşı hareket edeceğini öngöremedi. Dolayısıyla İsviçre’deki şok bu inanılmaz sürpriz ile doğru orantılıydı.
Referandumdan 10 gün önce insanların yasağa karşı oy vereceğini gösteren anketler de şok etkisini artırdı.
‘Halk her zaman haklıdır’
Halkın Partisi (SVP) söyleminde İsviçre’nin kurucu öğesi olan “halk her zaman haklıdır” prensibini kullanıyor. Burada halkın haklılığı politik, ekonomik, medyatik, dini, entellektüel elitlere göre tanımlanıyor. Elitler bir konu üzerinde kendi aralarında ne kadar hemfikir olurlarsa SVP insanlara söz hakkını geri veren isyankar pozisyonundan o kadar çok faydalanıyor. Parti kendini ayrıca basit, küçük, gerçek, her zaman haklı olan insanların partisi olarak konumlandırıyor. Zira bu, hala geniş ölçekte paylaşılan bir inanç...
People’s Party üyeleri üç yıl önce minare yasağıyla ilgili kampanyalarını ilk başlattıklarında Federal Konsey (ülkenin SVP dahil dört ana partisini temsil eden 7 kişilik hükümet) ülke tarihinde görülmemiş bir şekilde tepki gösterdi: Partinin hazırladığı metni hemen kınadı ve halkı bunun getirebileceği tehlikelere karşı uyardı. Konsey ayrıca mevcut yasalar çerçevesinde arzu etmeyen belediyelerde minare inşa edilmesinin zaten yasak olduğunu, ezanın da gürültü karşıtı yasalar kapsamında yasaklandığını hatırlattı. Minare yasağının İsviçreli müslümanlara karşı ayrımcılık olacağını ve dini eşitlik ve özgürlük prensiplerini yerlebir edeceğini söyledi. Konsey böyle bir yasağın Müslüman-Arap dünyasında ülkenin imajını olumsuz etkileyeceğinin ve bunun dış politikada risk almak anlamına geleceğinin de altını çizdi.
SADECE BU AFİŞLE KAZANDILAR
Yasağı savunanlar arasında ise düşüncelerini açıkça ifade edenlerin sayısı çok azdı. Gazeteler yüksek sesle bu yasağı savunacak kişiler aradılar ama sivil toplumdan kimseyi bulamadılar. Yasağın tek argumanı bir afişti. Burada füzelere benzeyen siyah minarelerle süslü bir İsçivre bayrağı önünde çarşaf giymiş bir kadının siyah silüeti görülüyordu.(Vatan)