Özge Özdemir
BBC Türkçe
Türkiye, parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçişi öngören ve "Cumhurbaşkanlığı sistemi" olarak yansıtılan 18 maddelik yeni anayasa değişikliği ile ilgili olarak muhtemelen Nisan ayı başında referanduma gitmeye hazırlanıyor.
Başbakan Binali Yıldırım daha önce, anayasa değişikliği teklifi henüz TBMM Genel Kurulu'nda görüşülürken referandum ile ilgili olarak, "AK Parti ve MHP olarak meydanlarda anlatacağız. HDP ve CHP de aleyhine karşı kampanya yürütecek. Toplumsal kutuplaşma ve husumete dönüşmesi söz konusu olmaz" demişti.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise anayasa değişikliği teklifinin Meclis'ten geçmesi sonrası bir televizyon programında, "Şimdi 15 yılda Türkiye devasa bir ayrışma noktasına geldi ve bu kutuplaşma Türkiye'yi tehlikenin içine sürüklüyor" ifadelerini kullanmıştı.
Esasında kutuplaşma, Türkiye'de bir süredir en çok konuşulan ve tartışılan konulardan.
Özellikle 2017'nin ilk saatlerinde İstanbul'daki gece kulübü Reina'ya düzenlenen saldırıdan önce, yılbaşı kutlamalarına gösterilen tepkilerin ve Noel Baba kılığındaki kişilere karşı saldırı görüntülerinin şiddet ortamına yol açtığı iddia edildi.
Toplumun yaşam tarzı, ideolojiler ve dini görüş etrafında keskin bir şekilde kutuplaştığı, en çok öne çıkan tartışmalar arasında yer aldı.
Özellikle bazı yayın organlarının yılbaşı kutlamaları ile ilgili 'kışkırtıcı' olduğu iddia edilen haberlerine çok sayıda eleştiri getirildi.
Türkiye'de İslamcılık ve İslam tarihi üzerine çalışan yazarlar ise kutuplaşmayla ilgili farklı görüşler öne sürse de toplumsal barış için 'kırıcı ve dışlayıcı dilden' vazgeçilmesi gerektiğini söylüyor.
BBC Türkçe'ye konuşan ve toplumun muhafazakar kesimini iyi tanıyan aydınlar, kutuplaşma algısının önüne geçmek için çeşitli çözümler öneriyor.
'Kutuplaşma iyimserleri alarma geçirecek seviyede'Toplumdaki kutuplaşmanın derecesiyle ilgili olarak yapılan kayda değer çalışmalardan "Türkiye'de Kutuplaşmanın Boyutları Araştırması", 2016 yılı başlarında yayınlandı.
Bu araştırma, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden Doçent Doktor Emre Erdoğan'ın öncülüğünde, Karadeniz İşbirliği Fonu'nun mali desteği ve Türkiye Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği'nin girişimiyle ABD merkezli bir düşünce kuruluşu olan Alman Marshall Fonu adına gerçekleştirildi.
Araştırmaya katılanlar, geçmişe göre ayrılıkların daha çok arttığını, hatta gelecekte daha da çok artacağını düşünüyor.
Emre Erdoğan, araştırmayla ilgili olarak kaleme aldığı makalede, 'Türkiye'de siyasi kutuplaşmanın boyutlarının en iyimserleri bile alarma geçirecek bir seviyeye' yükseldiğini söylüyor.
Erdoğan, araştırmanın en çarpıcı sonuçlarından biri olarak, farklı partilere mensup bireyler arasındaki sosyal mesafenin artmasını gösteriyor. Erdoğan'a göre Türkiye'deki liderler kutuplaşmayı ciddi bir şekilde ele almazsa ve toplumdaki uyumun artması için gereken önlemleri hayata geçirmezse, Türkiye daha derin bir kutuplaşmaya doğru sürüklenebilir ve demokrasi zayıflayabilir.
Kutuplaşma '**laik-Müslüman**' ekseninde mi?
Kadir Has Üniversitesi'nin Türkiye Araştırmaları Merkezi'nin son araştırması da toplumdaki kutuplaşma algısını gözler önüne seriyor.
Kadir Has Üniversitesi'nin Türkiye Araştırmaları Merkezi'nin son araştırmasına göre toplumun yüzde 61,7'si kutuplaşmanın olduğunu düşünüyor.
"Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması"nın 18 Ocak 2017'de açıklanan 2016 yılı sonuçlarına göre toplumun yüzde 61,7'si kutuplaşmanın olduğunu düşünüyor.
Yine aynı araştırmaya göre toplumun yüzde 47,6'sı kutuplaşmanın 'laik-Müslüman' ekseninde olduğu görüşünde. En çok bu çizgide toplumun ayrıştığı algısı var. Kutuplaşma, toplumun yüzde 21,9'una göre 'sağcı-solcu', yüzde 15,2'sine göre 'Batılı-Doğulu' ekseninde görünüyor.
'Üslup seviyesizliği kutuplaşmaya yol açıyor'İslam tasavvufu üzerine önemli çalışmaları ve kitapları bulunan Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, Türkiye'de toplumun bütün kesimlerinde 'üslup seviyesizliği'nden kaynaklanan bir kutuplaşma olduğu görüşünde.
Dini değerler veyahut siyasi değerler savunulurkenki üslup çok fazla ilkel düzeylerde cereyan etmeye başladı.
Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç
Kılıç, akademik çalışmalarının yanı sıra merkezi Tahran'da bulunan İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamentolar Birliği'nin genel sekreterliği görevini yürütüyor.
BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Kılıç, toplumdaki farklı görüşlerden insanların kullandığı dilin 'kapsayıcılıktan uzak ve dışlayıcı olmasının' kutuplaşmanın temel nedenlerinden biri olduğunu belirtiyor:
"Hangi ideolojiden olursanız olun, ister sağ ister sol ideoloji, isterseniz belirli bir dini gruba bağlı olun, o dini grubun ister Sünni ister Alevi versiyonuna bağlı olun, sahip olduğunuz bu dini değerleri veyahut siyasi değerleri savunurkenki üslup çok fazla ilkel düzeylerde cereyan etmeye başladı. Adeta bir sokak diline dönüştü."
Kılıç, bu durumun 'kendi varoluşunu ötekinin yok edilmesi'ne bağlayan bir yapının ortaya çıkmasına sebep olduğunu söylüyor.
"Oysa ki farklılıklar çok doğaldır" diyen Kılıç, bu üslubun devamında çatışma durumunun oluşabileceği uyarısında bulunuyor.
'Kabalaşma yarışında dindar solun önüne geçti'Kılıç'a toplumda 'laik-muhafazakar' ekseninde bir kutuplaşma olup olmadığını soruyoruz.
"Anadolu Tasavvuf Tarihine Notlar", "Mevlana Üzerine Konuşmalar" ve "Ayırmaya Değil Birleştirmeye Geldik" gibi kitapların yazarı olan akademisyen, iki kesimin de birbirine karşı dışlayıcı ve kırıcı bir dil kullanmasından kaynaklanan bir kutuplaşmanın görüldüğünü söylüyor:
"Bundan 20 yıl evvelinin muhafazakarı çok beyefendi, çok kibar, çok centilmen bir muhafazakardı. Sol da öyleydi. Mukayese yapılacak olursa, sol kısmen anarşist fikirlere yatkın olduğu için daha kaba saba eylemler yapabiliyordu geçtiğimiz dönemde.
Günümüzde ise muhafazakarın da dindarın da çok kabalaştığını, hatta ve hatta kabalaşma yarışında solun önüne geçtiğini görebiliyoruz."
'Din eğitiminden felsefe çıktı'Kılıç'a göre bunun en büyük nedeni din eğitiminden felsefik düşüncenin çıkarılması ve bu eğitimin sadece dinin günlük uygulamalarını ele alan İslam Hukuku düzeyinde verilmesi:
"Özellikle Türkiye'de dindar çevrelerin din bilgisi düzeyi eskiden daha şiirsel, daha sanatsal, daha mistik, daha metafizik unsurlar içerirken, günümüze doğru gelince daha hukuk diline indirilmiş bir din anlayışı öne çıkmaya başladı.
Camiler soğudu, dini eğitim bu konuda maalesef soğudu. Çok pıhtılaşmış ve donuk bir eğitim olunca da böyle kaba bir tip ortaya çıktı. İslam, maneviyatindan koparılmış vaziyette."
Özellikle 1990'lı yıllarda laik kesimin muhafazakarları toplumun farklı katmanlarından dışlayan bir tutum takındığına yönelik eleştiriler yöneltiliyordu. Son zamanlarda yürütülen tartışmalarda ise muhafazakar kesimin laikleri dışlayan bir tavır taşıdığı öne sürülmekte.
Kılıç ise laik yapının da kırıcı bir dil kullanmasının, bu grupların birbirlerinin söylemini beslemesine ve bir kısır döngü yaratmasına neden olduğunu vurguluyor.
'**Batı'ya, ABD'ye, AB'ye güvensizlik artıyor'**
Star gazetesi köşe yazarı ve edebiyatçı Sibel Eraslan, kutuplaşmanın özellikle Suriye ve mülteci kriziyle bir kez daha sert bir şekilde ortaya çıktığını söylüyor.
Ancak Eraslan'a göre Türkiye'de İslamcı ve seküler ayrımı bulunmuyor.
28 Şubat süreciyle ilgili eseri "Saklı Kitap"ın yanı sıra "Can Parçası Hz. Fatıma", "Kadın Sultanlar" ve "Çöl/deniz: Hz. Hatice" gibi kitapların yazarı olan Eraslan, Necip Fazıl Hikaye Ödülü'nün de sahibi.
Batı değerleri dünyasının yaşadığı bu çöküş krizi, siyahi bir umutsuzluk havası veriyor bana.
Sibel Eraslan
Eraslan, Batı değerlerinin çöküşüyle yaşanan krize dikkati çekiyor:
"İslamofobiyi her geçen gün artan bir baskıyla hissediyorum. Bunun karşısında da toplumda Batı'ya, ABD'ye, Avrupa Birliği'ne karşı güvensizlik gün geçtikçe artıyor. Ben üniversite öğrencisiyken, Avrupa Birliği özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bizler için çok değerliydi. Hukuk öğrencileri olarak Avrupa hukuk değerlerine, global insani değerlere inanırdık.
"Ama çifte standartları gördük, çok uzun yıllar bunu değiştiremedik. Mülteci kriziyle birlikte global değerler dediğimiz yapı çöktü. Batı değerleri dünyasının yaşadığı bu çöküş krizi, siyahi bir umutsuzluk havası veriyor bana."
"Kültürel manada yaşanan bir dini hayat söz konusu" diyen Eraslan, İslamcı ve seküler ayrımı bulunmadığını, "İslamcılık sadece sekülerizm tenkidi taşımadığı için tam karşıtı olmuyor aslında sekülerizm. Evet, seküler yaşamı eleştirir İslamcı düşünce. Ama en az seküler yaşam kadar kapitalizm eleştirisi de taşır mesela" açıklamasında bulunuyor.
CHP'li (Cumhuriyet Halk Partisi) belediye başkanları, Reina saldırısının ardından gece kulünün önündeki anma törenleri sırasında dua ediyor.
'İslamcı-seküler ayrışması daralıyor'Ankara Birlik Akademisi Gençlik Araştırmaları Merkezi Başkanı Serkan Yorgancılar ise İslamcı ve seküler kesim arasındaki ayrımın güçlenmediği, aksine azaldığı görüşünde.
"İslamcı Gençliğin Yazılmamış Öyküsü: Akıncılar", "Milli Görüş 1969-1980" ve "Cumhuriyet İslamcılığının Seyri" adında kitapları bulunan araştırmacı ve yazar Yorgancılar, iki taraf arasındaki işbirliği, dayanışma ve tahammül sınırının arttığını vurguluyor:
"Her iki cenah da gündelik yaşamlarını birbirleriyle çatışmadan, ayrışmadan, birbirlerini ötekileştirmeden yürütüyor zaten. Bir yandan da İslamcıların sekülerleşmesi tartışılıyor; bunun iyi bir şey olmadığı konuşuluyor.
"İki taraf arasındaki ayrışmanın ve makasın daraldığına inananlardanım. Siyasetçilerin bu konudaki yorumları da bütünleştirici."
'Toplumsal barış, birlik ve çoğulculuğun ahengiyle olur'Hem hükümet hem muhalefet kanadından siyasetçiler ise özellikle Reina saldırısından sonra toplumdaki fay hatlarının gerilmesini amaçlayan saldırılara karşı birlik çağrılarını dile getirdi.
Türkiye'de yaşam tarzı tartışmalarına yönelik toplumdaki birlik ve beraberlik duruşunun güçlendirilmesi yönünde mesajlar verildi.
Peki toplumda ortaya çıkan bu kutuplaşma algısının önüne geçmek için ne yapılabilir?
İstanbul sosyal hayatından bir kare.
Edebiyatçı Sibel Eraslan, Türkiye'nin geleceği için birlik fikrinin önemli olduğunu vurgulayarak bunun çoğulculuktan taviz vermeden gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtiyor:
"Toplumsal barış bu ikisinin ahengiyle ilgili aslında. Çoğulcu olmayan milli birlik, baskıcı olur. Birlik fikrini önemsemeyen çoğulculuk ise bölünmeyi, parçalanmayı ıskalar. Her ikisinin ahenk içinde olabilmesi için, özgüvenli olacağı gibi sabırlı, alçakgönüllü bir dil de gerekiyor."
'İslam entellektüelleri daha çok konuşmalı'Araştırmacı ve yazar Yorgancılar, 'ötekini yok sayıcı, kırıcı ve rencide edici tavır ve söylemlerden uzak durulması gerektiğini vurguluyor:
Birlikte yaşama, barış ve huzur ortamında yaşama için yeni şeyler üretmek lazım. Herkesin kendini gözden geçirmesi, ötekini yok sayıcı, kırıcı ve rencide edici tavır ve söylemlerden uzak durması gerekiyor.
Serkan Yorgancılar
"Kutuplaşma ve şiddet dilinin Türkiye'nin geleceği için sorun olacağının herkes farkında. Bu dilden herkesin kaçınması gerekiyor.
"Birlikte yaşama, barış ve huzur ortamında yaşama için yeni şeyler üretmek lazım. Herkesin kendini gözden geçirmesi, ötekini yok sayıcı, kırıcı ve rencide edici tavır ve söylemlerden uzak durması gerekiyor.
"Bu bağlamda İslamcı kesimin entelektüellerinin daha çok konuşması gerekiyor. Şiddet dilini yüksek perdeden ve 'ama'sız reddetmeli.
"Sadece bu kesimin değil, toplumun bütün kesiminin acılarını kapsayıcı ve kuşatıcı olmalı. İslam dinini kirletmek isteyen uluslararası taşeron terör örgütlerinin şiddetini de çok yüksek sesten reddetmeli."
'Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş anlayışı'Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç'a göre 'tasavvufun kurucu babalarının' anlattığı İslam'ın ciddi olarak projelendirilmesi ve felsefelerinin toplumda içselleştirilmesi gerek:
"Herkesin düşünsel olarak durduğu yerde derinleşmesi gerekiyor. Bir dindar en ileri derecede dinini yaşayabilir, bu hak kendisine verilmelidir, ancak derinleştiği zaman bir Mevlana olmalıdır, Yunus Emre olmalıdır, Hacı Bektaş olmalıdır.
"Tedavinin evrensel düşüncelerden geçtiği kanaatindeyim. O da İslam'ın evrensel yönüyle olacaktır."
Kılıç, seküler kesimin ise 'dini sorunlu bir alan' olarak görmekten uzaklaşması gerektiği görüşünde:
"Bizdeki seküler anlayış militan ve radikal bir laisite. Dini adeta problemli bir alan olarak görmesi, Türkiye'de dindar veya laik çatışmasını körüklüyor. Her iki taraf da kırıcı dil açısından birbirini besler vaziyette. Anglosakson laisiteye geçmek çare olabilir."