Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) bölgede daha aktif bir politika izlemeye başladığı, Rusya ve Çin'le ilişkilerin sıkılaştığı ve tarihi bir kararla İsrail'le yakınlaştığı dönemlerde ülkeyi fiilen idare eden Muhammed bin Zayid, resmen devlet başkanı oluyor.
Muhammed bin Zayid, BAE'nin dış politikasında "ekonomik gelişimi" ön plana çıkardı ve buna göre adımlar attı.
Rusya ve Çin'le yakınlaşmasının arkasında yatan sebep de buydu.
Ancak Rusya'nın Şubat ayı sonunda başlattığı Ukrayna savaşıyla birlikte ABD ve Avrupa ülkeleri, BAE'den ve diğer Körfez ülkelerinden Rusya'nın izole edilmesi konusunda destek bekledi.
Hem bu desteği bulamaması, hem de ABD'nin BAE'nin bölgedeki en büyük rakiplerinden İran'la nükleer anlaşma için yeniden masaya oturması, son dönemde ABD ve BAE arasında bir gerilime yol açmıştı.
Muhammed bin Zayid'in liderlik ettiği BAE'nin İsrail'le yakınlaşma sürecinin arkasında da İran karşıtlığı yatıyor. Bölgede İran karşıtı bir cephe oluşturmayı hedefleyen BAE, Filistin ihtilafında da İran tarafından desteklenen gruplara mesafeli duruyor.
61 yaşındaki Muhammed bin Zayid, daha aktif dış politika izlerken BAE ordusunu da güçlendirdi; bu amaçla zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarını kullanarak büyük yatırımlar yaptı.
Sadece ordusunu güçlendirmekle kalmadı, bölgedeki çatışmalara da hem mali hem askeri destek vererek etkili olmaya çalıştı. Libya'da Halife Hafter'e verdiği destek ve Yemen'de İran destekli Husi gruplara karşı savaşan orduya verilen doğrudan hava desteği gibi...
Ancak bir süre sonra bu "şahin" politikadan yavaş yavaş uzaklaşmaya başladığı görüldü. Askeri harcamalar yerine ülke ekonomisini, turizmi ve ticareti geliştirmeye odaklandı. Öyle ki, şahin politikaların bir sonucu olan Türkiye ve Katar'la yaşanan gerilime de son birkaç yıl içinde son verdi. Suriye ile de ilişkilerin tamir edilmesi için adım attı; ülkeye 10 yıllık iç savaşın ardından büyükelçi gönderen ilk Arap ülkelerinden biri oldu.
Turizm ve ticaret merkezi olma yolunda ilerleyen ve Dubai, Abu Dabi gibi şehirlerin geliştiği bir dönemde veliaht prens olarak bu konuda da fiili yönetimi eline alan Muhammed bin Zayid, ABD'nin bölge ülkeleriyle hem İran politikası, hem Yemen'deki savaş hem de silah satışı konusunda ayrı düştüğü bir dönemde Rusya ve Çin'le ticari ilişkileri geliştirdi.
Reuters haber ajansına konuşan Washington merkezli Arap Körfez Ülkeleri Enstitüsü'nden Kristin Diwan, "Muhammed bin Zayid, güç kullanımı ve devlet inşası konusunda sadece BAE'nin değil birçok bölge ülkesinin geleceğini belirledi" yorumunu yapıyor:
"Onun yönetimi altında ülke, devletin yönettiği bir küresel ekonomik modeli temel almış; çok daha etkili bir dış politika yürüten ve sadece Körfez'de değil dünyada ortaklar bulmaya çalışan bir geleceğe sahip olacak."
Yeni liderin duyurulmasının ardından Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da dahil birçok dünya lideri cenaze için BAE'ye gideceğini duyurdu. Ancak ABD Başkanı Joe Biden'ın gidip gitmeyeceği henüz kesin değil.
New York Times'ın 2019'da yayımladığı ve Muhammed bin Zayid'in detaylı bir profiline yer verilen makalede, Muhammed bin Zayid'in aslında bölgedeki en etkili lider olduğu,Muhammed bin Salman'dan daha güçlü olduğu ifade ediliyordu.
30 yaşında BAE Hava Kuvvetleri'nde bir komutanken Irak'ın Kuveyt işgali başlamıştı. Pentagon, ülkesini benzer tehlikelerden korumak isteyen ve silah satın alma anlaşması için Washington'a giden Muhammed bin Zayid'i (Mbz), gelecek için ümit vaat eden bir ortak olarak gördü. BAE'yi kuran ve okuma yazması bile belli bir seviyenin altında olan Bedevi Şeyh'in en öne çıkan oğlu olan Muhammed bin Zayid, İngiltere tarafından eğitilmiş bir helikopter pilotuydu. Washington'da yaptığı görüşmeler sırasında babasını, 1991'deki Körfez Savaşı'na destek vermek için ABD Hazinesi'ne 4 milyar dolar göndermeye ikna etmişti.
Bundan 30 yıl sonra Covid-19 pandemisi öncesi bilinen 1,3 trilyon dolarlık bir varlık fonunu yöneten, Körfez'deki en güçlü orduyu oluşturan bir yönetici oldu.
Bunda, 1991'den itibaren ABD yönetimleriyle kurduğu yakın ilişkinin önemli rolü oldu.
Ancak 2010'larda Arap Baharı'yla başlayan süreçte artık ABD'nin bölgedeki önemli bir müttefiki olmaktan çıkarak Mısır'da, Libya'da, Yemen'de ve hatta Somali'de, güçlendirdiği ordusunu kullanarak kendi politikalarını uygulamak üzere harekete geçti. Bu süreçte ABD yönetimleriyle gerilime varan fikir ayrılıkları yaşadı.
Barack Obama döneminde hem ABD-İran arasında başlayan nükleer müzakereler hem de Obama'nın Arap Baharı'nda ilk aşamada kısıtlı da olsa Müslüman Kardeşler'e destek vermesi; Prens'in ABD'den net bir şekilde uzaklaşmasına yol açan süreci başlattı.
2016'daki ABD Başkanlık seçimler öncesi Trump'ın kazanacağını öngören Muhammed bin Zayid, yakın çevresine gireceğini tahmin ettiği Orta Doğu danışmanlarıyla da yakın ilişkiler geliştirdi. Trump'ın damadı ve danışmanı Jared Kushner, bu kişilerin en başında geliyordu.
Eski ABD Başkanı Donald Trump'ı, uyguladığı politika konusunda ikna etmiş gözükse de, ABD Kongresi Barack Obama döneminden bu yana olduğu gibi BAE'ye mesafeli durmaya devam etti.
O dönem Batı basınına konuşan ABD'li diplomatlar, Muhammed bin Zayid'in iki düşman konusunda "adeta takıntılı olduğunu" söylüyordu: Müslüman Kardeşler ve İran.
Ülke, 1971'de İngiltere'den bağımsızlığını ilan ettiğinde İran körfezdeki üç adet tartışmalı adaya asker göndererek işgal etmişti.
Ülkenin İran'la olan düşmanlığı o zamanlara dayanıyor.
Ülkenin ilk lideri olan babasının kendisine "eğitmen" olarak görevlendirdiği Ezzedine İbrahim ise bir Müslüman Kardeşler üyesiydi. İbrahim, genç prensi kendi öğretisiyle yetiştirmek istese de bu ters tepti. WikiLeaks belgelerindeki sızıntılara göre Prens bin Zayif, 2007'de Amerikalı diplomatlarla bir sohbeti sırasında "O zaman bu adamların başka bir gündemi olduğunu anladım, benim halkımda bu tarz bir İslamcı politikanın etkili olmasını istemedim. Çünkü Mekke'deki kutsal bir adamın çağrı yapması halinde ordumdaki askerlerin yüzde 80'ini onu dinler" demişti.
Amerikalı diplomatlar, bu sebeplerle Prens'in "Arap dünyasının demokrasiye hazır olmadığına" ve "İslamcıların yapılacak her seçimi kazanacağına" inandığını söylüyor. Öyle k Prens, bu düşüncesini Amerikalı diplomatlara anlatırken "Orta Doğu California değil." demişti.
ABD'nin 1900'larda Irak'a karşı bölgede aradığı müttefik, verilen silahlar ve teknolojik destekle birlikte 25 yıl içinde, eski ABD Dışişleri Bakanlığı yetkili Tamara Cofman Wittes'e göre "Bir Frakenstein'a dönüştü."
Yine eski ABD'li yetkililerin anlattığına göre Muhammed bin Zayid'i diğer Arap liderlerden farklı kılan bir şey daha vardı; diğer Arap liderler randevularına gecikir, mevkdaşlarını bekletir ve sözlerini tutmazken İngiltere'de eğitim alan bu genç prens, günlük ilişkilerinde "Avrupalı gibi davranıyor, kendi kahvesini kendisi koyuyordu."
ABD'nin eski BAE Büyükelçisi Marcelle Wahba, Muhammed bin Zayid'in ziyaretçilerini kendi kullandığı helikopterlerle gezdirdiğini, ülkenin geniş kapsamlı inşaat faaliyetleriyle nasıl büyüdüğünü gösterdiğini anlatıyor ve "MbZ her zaman sizi şaşırtacak bir şey buluyordu" diyor.
Wall Street'e benzeyen bir finansal bölge oluşturmak, New York Üniversitesi'nin bir kampüsünü ülkede açmak, Louvre ve Guggenheim müzelerinin birer kolunu ülkede açmak gibi planlarını da Batılı misafirlerine anlatan Prens, ülkesinin bölgedeki diğer ülkelere göre "çok daha liberal olduğunu; kadınların daha fazla haklara sahip olduğunu, Müslümanlar dışında diğer dinlere inananların da ibadet etmesinin serbest olduğunu" söylüyordu. Öyle ki, 2019'u "Hoşgörü yılı" ilan etmiş ve bir "Hoşgörü Bakanlığı" kurmuştu. Şubat ayında da Papa'yı ülkede ağırlamıştı.
BAE'de 9 milyon kişi yaşıyor, bunların yaklaşık 1 milyonu vatandaşken geri kalanı beyaz yaka ve mavi yaka yabancı çalışanlardan oluşuyor. Abu Dabi tek başına dünyanın kanıtlanmış petrol rezervlerinin yüzde 6'sına sahip.
BAE, 1991'deki Körfez Savaşı'nda Amerikan askerlerinin ülkesindeki üslerde konuşlanmasına izin vermişti. Bu işbirliği sonrasında Prens'in komutanları ve hava kuvvetlerindeki pilotlar Amerikalılarla birlikte Kosova'da, Somali'de, Afganistan'da ve Libya'da görev yaptı; 2014'te IŞİD'e karşı başlayan mücadelede Amerikalılarla birlikte savaştı.
Bu işbirliği daha da gelişti ve hem orduyu geliştirmek için eski Amerikalı komutanları danışman olarak işe aldı; hem de eski ajanları BAE'nin istihbarat servisin geliştirmek üzere yanına aldı.
Bu üst düzey isimlerin arasında eski ABD Genelkurmay Başkanı James Mattis ve ABD Ordusunun önde gelen komutanlarından General John Allen da vardı. Prens Muhammed bin Zayid, bu ABD'li danışmanlara "İsrail'i İran ve Müslüman Kardeşler'e karşı güvenilir bir ortak olarak gördüğünü" söylemişti.
Bu süreçte BAE, kendi silahlarını ve istihbarat araçlarını da geliştirdi ve gücünü göstermek için rol oynadığı savaşlarda bunları kullandı.
Bir yandan da bölgenin en güçlü ülkesi Suudi Arabistan'la yaşanan sınır problemleri sona ermiş; içeride veliaht prens seçimi için kavga yaşanmaya başlamıştı. Muhammed bin Zayid, bu fırsatı da kaçırmadı ve kendisine müttefik olabilecek en uygun adayı; Muhammed bin Salman'ı seçerek onun veliaht prens olması için lobi çalışmalarına başladı. Öyle ki bu lobi çalışmalarını ABD'de de sürdürdü, Obama'nın danışmanlarına Muhammed bin Salman'ı desteklemeleri konusunda telkinde bulundu.
2015'te iki prens, Yemen'e asker göndermişti. 2017'de Muhammed bin Salman veliaht prens olduğunda, iki prens bu kez İran'la ve Müslüman Kardeşler'le ilişkilerini gerekçe göstererek Katar'a ambargo uygulama kararlarını duyurdu.
New York Times'a konuşan ABD'li yetkililere ve eski diplomatlara göre; bu iki olayda da dünya Suudi Arabistan'ı öncü görürken aslında bu adımları atmak için uzun süredir hazırlanan kişi Muhammed bin Zayid'di.
Aynı sıralarda Muhammed bin Zayid, Batılı diplomatlara "İki prensin destek görürlerse birlikte çalışarak Filistinlileri İsrail'le makul bir anlaşma yapmak için ikna edebileceklerini" de söylüyordu.
Muhammed bin Zayid, Kasım 2016'da seçilen Trump göreve gelmeden hemen önce Washington DC'ye giderek Obama'ya veda etti. Ancak Amerika ziyaretinin asıl amacı bu değildi, oradan New York'a giderek Trump'ın danışmanlarıyla görüştü ve İran'la yapılan anlaşmadan geri çekilmesi ve Katar'a karşı alınacak tutumla ilgili ABD'deki yeni yönetimin desteğini garanti altına aldı.
Bu sırada Mısır'da 2013'te darbeyle başa geçen ve Müslüman Kardeşler üyelerine yönelik sert bir tutum alan Abdulfettah Sisi yönetimi de, yönetimini sürdürebilmek için hâlâ BAE'den gelecek milyarlarca dolara muhtaç durumda.
Son dönemde ise hem ekonomik kalkınmaya ağırlık vermesi hem de Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın İstanbul'daki Suudi Arabistan Konsolosluğu'nda öldürülmesi sonrası Batı'nın sert bir tutum takınması; BAE yönetimini de daha fazla müttefik edinmeye ve şahin politikadan uzaklaşmaya itti.