EDA ERENDAĞ / eda.erendag@mynetgroup.com
Şebnem Hanım sizi biraz tanıyabilir miyiz?
1978 İstanbul doğumluyum. Avusturya Lisesi’nin ardından İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni kazandım ancak okulla aram pek iyi olmadı, girdiğim sene Sabah gazetesine bağlı bir dergide Almanca–İngilizce çeviri yaparak gazeteciliğe başladım. Sonra muhabirlik, Dış Haberler’de editörlük, hafta sonu eklerinde editörlük derken 2006 yılında bir derginin yazı işleri müdürü oldum. Dergi 2009’da kapandığında dört aylık hamileydim. Başka bir yere geçmek istemedim ve kızımı kendim büyütmek için ayrıldım. Fakat bünye çalışmaya alışmış, evde oturamadım. Birçok yere yazmaya başladım. Tam zamanlı çalışma denemelerimde bir gün yeter artık dedim ve yaşadıklarımı paylaşmak için blogumu açtım. Sonra da sosyal medya hesaplarımı. Derken iş buralara geldi. Şu anda da farklı gazetelere, sitelere yazı yazıyorum. Sadece bloguma değil. Kısacası 20 senedir yazıyorum diyebiliriz.
‘Hayatımı paylaştığım kişilere arkadaşım demeyi seviyorum’İnstagramda hatırı sayılır takipçiniz var. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Instagram’da 70 bine yaklaştı takipçi sayım. Facebook’ta ise 125 bine. Facebook’un her zaman gönlümdeki yeri başka çünkü ilk olarak Facebook sayfasını açmıştım. Instagram’ım kapalıydı. Onu birkaç sene sonra devreye soktum. Takipçi kelimesini sevmiyorum. Hayatımı paylaştığım kişilere arkadaşım demeyi seviyorum. Bilmem ki, sayının fazla olması belki de doğal olmayı tercih ettiğimdendir. Her şeyi olduğu gibi yazıyorum. Gerçek hayatta olduğu gibi orada da asla rol yapmıyorum, yapamam da zaten. Öyle bütünleştim ki takip edenlerle, moralim bozulduğunda canlı yayında kendime geliyorum. Bana onlara enerji verdiklerimi söylüyorlar ama bence tam tersi, onlar bana enerji veriyor. İnsanın düşüncelerini paylaşabilmesi çok güzel. Elbet kötü yorumlar da geliyor, ancak artık alıştım sanırım.:)
İlk kitabınız olan Manyak Anne! 'Ben değil hormonlarım yaptı’ kitabınızdan biraz bahseder misiniz?
Blogumu açarken Manyak Anne adını seçmemin nedeni, TDK’daki bir anlamının da çılgın olması. Biraz da ironi yapmak istedim açıkçası.
Okuyanların yorumu, eğlenceli bir kitap olduğu yönünde. Bir de herkes kendini gördüğünü söylüyor. Ben de aynen öyle olmasını amaçlamıştım. Hamileyken, lohusayken yaptığım delilikleri yazdım. Mesela hamileyken koltuğa benden kimse oturamazdı, bebeğe bir şey olacak diye korkardım. Kızım oyun hamuru yiyince ben de yedim, verdiğim ilaçların tadına baktım… Hamile kalmaya çalışma sürecini yazdım, ki birçok kişi aynı aşamaları yaşıyor ancak paylaşmıyor. Okuyan herkes “Yaşasın yalnız değilmişim” diyor. Bu çok hoşuma gidiyor. Ayrıca “Kahkahalarla okuduk” yorumlarına bayılıyorum. Ağlatmak kolay ancak güldürmek zor. Zoru başardığıma inanıyorum. Ayrıca sadece anneler için değil bu kitap. Yaşadığımız hormonel değişiklikleri anlatıyor. Ve hormonlar bildiğiniz gibi sadece hamileyken değil, ayın belirli günleri de bizi alt üst edebiliyor. Erkeklerin de okuduğunu biliyorum. Okumalılar da. Çünkü o zaman yeni doğum yapan ya da hamile olan eşlerini daha iyi anlarlar…
Tek kitap sizin için yeterli mi yoksa yazarlığı sevdim devam edeceğim mi diyorsunuz?
Eğer her şey yolunda giderse, edeceğim tabii… Zaten işim yazmak ve çok seviyorum. Kendimi en iyi yazarak ifade ettiğimi düşünüyorum. İkinci kitabın konusunu da yazdım bu kitabın sonunda. İşte o tamamen evlilik üzerine olacak.
Anneliği tanımlamak mümkün müdür? Kelimelerle anlatabilir misiniz anneliği?
En zorlandığım konu. Çünkü anlatamam. Şahane bir duygu. İsteyen her kadının bunu yaşamasını dilerim. Hamileyken “Hadi artık çıksın da seveyim” derken, doğumdan sonra “Korumak için yeniden karnımda olsun” diyorsunuz. Hayata bütün bakış açınız değişiyor anne olduktan sonra. Ne iş hırsı kalıyor ne başka bir şey. Tek amacınız onun mutluluğu, sağlığı oluyor. Aslında ne kadar dayanıklı olduğunuzu da görüyorsunuz. Uykusuzlukmuş, yorgunlukmuş, hepsi ikinci plana atılıyor. Biri evladınızı üzdüğünde içinizden 10 kaplan gücünde başka biri çıkabiliyor mesela. Her gece bakıp şükrediyorsunuz, teşekkür ediyorsunuz. Yani… Anlatamıyorum işte. Tarif edemiyorum.
‘Mükemmel anne yoktur, kendimizi kandırmayalım’ diyorsunuz. Neden?
Çünkü yok da ondan. Hepimiz elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz. Her şeyi kusursuz yapmaya çalıştıkça da “Yetersizlik” duygusuna kapılıyoruz. Hata yaptığımız zaman kendimizden nefret ediyor, yakıştıramıyoruz. Biri organik yedirdiği ama siz yedirmediğinizde vicdan azabı yaşanıyor, biri etkinliğe götürüp de siz götürmeyince “Ben ne biçim anneyim” hissine kapılıyorsunuz. Ki bu yanlış. Biz elimizden geleni yaptıkça, sevgimizi gösterdikçe zaten hepimiz iyi anneyiz.
Çocuk sahibi olmaya çalışırken yaşadıklarınız da yer alıyor kitabınızda. Günümüzde çocuk sahibi olmak isteyip de olamayan çok insan var, bu konuda onlara birşeyler söylemek ister misiniz?
Denemelere başladıktan bir buçuk sene sonra kızıma hamile kaldım. Ondan dört ay önce de bir çift yumurta ikizi düşüğü yaşadım. İkimiz de kontrollere gidiyorduk, bir sorun görünmüyordu ancak olmuyordu işte. Stresten artık ne yapacağımı şaşırmıştım. Sanırım o etkiliyordu her şeyi. Ne zaman ki düşükten sonraki her reglde çok ağladığımı gören eşim “Artık ağlama, söz veriyorum birkaç ay daha hamile kalamazsan tüp bebek deneriz” dedi, o zaman rahatladım ve o ay hamile kaldım. Çocuk deneme aşamasında olan herkese rahat olun demek isterim. Evet bu zor, ancak yapılabiliyor. Ve şunu da unutmayın ki, herkes “Ceket atınca hamile kalmıyor.” Ayrıca tek zorlanan da siz değilsiniz, tek düşük yapan da. Bunları yazınca o kadar çok “Oh yalnız değilim” mesajı geldi ki, iyi ki yazmışım. İnsanın kendini yalnız hissetmesi baş edilmesi zor bir duygu çünkü.