Her şeyden önce, Türk Dil Kurumu’nun “mükemmel” kelimesi için yaptığı tanımlara bakmakta fayda var. Çünkü bu sayede, nasıl bir kavramla karşı karşıya olduğumuzu anlayabiliriz. TDK, Arapça kökenli “mükemmel” sözcüğü için şunları söylüyor:
1. sıfat Kusursuz. “Sesinizin tonalitesi mükemmel.” N. Hikmet.
Tanımların 5.’si hariç hepsinden görülebileceği gibi, “mükemmel” kelimesinin tam karşılığı “kusursuz”, “eksiksiz” sözcükleridir. Ancak “mükemmel” sözcüğünü "çok etkileyici" veya "çok hoşa giden şey" anlamında kullanıyorsanız ve diğer maddelerde verilen “mutlak kusursuzluk” anlamında kullanmıyorsanız aşağıda anlatılan ve bilim dışı argümanın dışındasınız demektir.
Peki nereden geliyor bu kusursuzluk miti?
Sanıyoruz kusursuzluk argümanlarının arkasında yatan ana sebepleri şu şekilde sıralamamız yanlış olmaz (ki bunların sayısını üzerinde biraz daha mesai harcayarak arttırabilir ve çeşitlendirebilirsiniz)
Bir şeyin "o şekilde" olmasına o kadar çok alışmışızdır ki, mükemmellik halinde olduğunu sanırız. İşte bu sebeple değişim zor ve anlamsız gelir. Kısaca "atalet (durağanlık) sahibi” bir bakışımız vardır. Hareket etmek istemeyiz ve olduğu haliyle kalmasını tercih ederiz. Bu şekilde, sürekli var olan yapılar bize mükemmel gözükür. Hâlbuki bu yapıların hepsi de, her şeyle birlikte değişir. Bu değişim yavaş olduğu için hissedilmez; ancak uzun zaman dilimlerinde bakıldığında, her dönemde yaşayan insanların, tamamen farklı ve zıt olguları "mükemmel" olarak değerlendirdikleri gözlemlenebilir. Bu, elbette ki algısal bir hatadır. Aslında hiçbiri mükemmel değildir. İnsanlar, yapıların değişen haline uyum sağlamıştır, alışmıştır.
Bir önceki maddenin tam tersi de, insanın bir şeyleri "mükemmel" olarak algılaması için bir sebeptir. Hiç alışık olmadığımız yeni bir şeyi öğrendiğimizde, beynimiz hızlı bir değerlendirme yapamaz ve kolay yola kaçar: Orijinalliğinden ötürü mükemmel olduğu izlenimine kapılır. Bu nedenle yeni keşfedilen türler veya doğa yasaları, insanda hemen "mükemmellik" algısı yaratır. Kimi zaman, aklımıza gelmeyen ama bir başkası tarafından fark edilen orijinal bir fikrin "mükemmel" olarak değerlendirmemizin nedeni de tam olarak budur. Beklenmedik orijinalite, bizde mükemmellik hissini uyandırır.
Etrafımızdaki sistemlerin hemen hemen hepsi, insandan en azından birkaç yüz kat eski. Birçok sistem ise insandan milyonlarca yıl, milyarlarca yıl öncesinden beri mevcut. Dolayısıyla bu sistemler, tamamen yok olmalarına neden olacak bir sebeple karşılaşmadıkları veya bu zorlu koşulları günümüze kadar atlatmayı başardıkları için (ki bu sayede bugün de o sistemleri görebiliyoruz), bu süre zarfında bir hayli karmaşık hale gelebilmişler (örneğin dinozorlar “kusursuz” olmadıkları için mi yok oldu? Elbette hayır.). Bu, cansız yapılar için sistemlerin ve yapıların kademeli birikimi ve etkileşiminden, canlılar içinse evrimsel değişimden kaynaklanır. Ancak insan, her şeyi son haliyle, o anda gördüğü haliyle değerlendirecek şekilde şartlandığı ve buna alıştığı/alıştırıldığı için, karmaşıklığa hayranlık duyar ve mükemmel olduğunu iddia eder. Bu da, düşülen hatalardan biridir. Dawkins'in güzel bir sözünü burada hatırlatmakta fayda var:
"Bir şeyin neden o şekilde olduğunu anlamıyor olmanız, o şeyin, o şekilde olmadığı anlamına gelmez; olsa olsa sizin o konudaki bilgisizliğinizi veya algısal becerilerinizin zayıflığını gösterir."
Bir sistemin parçaları arasındaki uyum, bizde mükemmellik algısını tetikler. Hâlbuki bu parçaların oluşumları ve kökenleri incelendiğinde, hiçbir yapının son halindeki uyumuna ulaşamadığı görülür. Bir diğer sorun, ortalıkta uyumsuz yapıların pek gözükmemesinin sebebinin, adları üzerinde, "uyumsuz" olmalarındandır! Unutmayın ki "uyumluluk" esasını da bizler belirleriz. Bir şey, şu anda varsa ve bizimle birlikte, bu sistem içerisinde bulunuyorsa, bize "uyumlu" gelir. Hâlbuki sistemin parçaları, birbirinden habersizdir ve uyum aramazlar. Sadece fizik yasaları etkisi altında, uyumsuz olan yapılar, bizim "uyumsuz" olarak değerlendirmemizin nedeni olarak, eski uyumluluklarını yitirirler. Dolayısıyla uyumluluktan ötürü kusursuzluk iddia etmek de döngüsel mantıklama hatasına düşmek demektir.
Bu da kusursuzluk argümanının en temel sebeplerinden biri. Örneğin koca bir kitlenin paylaştığı dünya görüşü olan “insan merkezcilik” (antroposentrizm), bu hata üzerine kurulu. Biyolojik ve kültürel olarak süregelen evrimsel süreçte kendi çevremizi, bize uygun olacak şekilde dönüştürdüğümüz için ve biz de, bu süreçte çevremize adapte olduğumuz için, sistemin içerisindeki parçaların bizim için, bizimle ilişkili olduğunu sanmaya eğilimliyizdir. Bütün evrenin insan için var olduğu anlayışı, bu gülünç yanılgının bir sonucudur. Sistemin parçaları arasındaki tarihsel ilişkiyi göz ardı ederek günümüzdeki son hallerine bakıyor olmak, onların kusursuz olduklarını sanmamıza neden olmaktadır. Halbuki ilişkiler, uzun bir sürece yayılmış deneme-yanılma ve seçilme-elenme sonucunda bu son halini almıştır.
Biz, etrafımızdaki cisimlere baktıktan ve değerlendirdikten sonra onlara sıfatlar yükleriz: mükemmel, uyumlu, güzel, şahane veya kusurlu, uyumsuz, çirkin, eksik... Ancak anlamadığımız nokta şudur: Evren'deki hiçbir cisim, hiçbir obje, hiçbir varlık, insanın tanımlama ve nitelemelerine bağımlı değildir. Dolayısıyla bu alanlarda, evrensel tanımlardan bahsetmenin hiçbir yolu yoktur. Sistemler, varlıklarını belli yasalar altında sürdürürler. Bu yasalar değişirse, yapılar da değişir. Bu değişimlerin hiçbiri, insanın öz tanımlamalarına bağımlı değildir. Anlaşılması gereken nokta budur.
Makalenin tamamı ve dahafazlası için: http://www.evrimagaci.org/