Sezen Aksu’nun Yalnızlık Senfonisi’ni her dinlediğimizde bir başka hissetmiyor muyuz?
Pes notalardan başlayan şarkı, nakaratta güçlenir; "Bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum" kısmında tansiyonu arttırır. "Haydi gelin üstüme, korkmuyorum!" kısmında zirveye ulaşır, tüyler diken diken olur...
Bir örnek de Celine Dion’dan; ‘My Heart Will Go On’a ne demeli?
Şarkının son nakaratına geldiğimizde Kanadalı müzisyenin en kudretli vokalini duyarız; "You’re here, there’s nothing I fear..." Heyecanlanmamak, karnımızın içinde garip bir kıpırtı hissetmemek elde değildir…
Tabii 1997 yapımı James Cameron filmi Titanic’in muhteşem bir film olmasının ve 11 Oscar almasının şarkıdan etkilenmemizde büyük etkisi vardır eminiz ki. Size de oluyor mu bilmiyoruz ama, biz bu şarkıyı dinlerken, -klibi izlemesek dahi, sürekli Leonardo DiCaprio & Kate Winslett ikilisinin aşık hallerini ve koca geminin tuzla buz oluşunu hatırlıyoruz.
Peki neden böyle hissediyoruz? Bazı şarkılar bize aniden bu hissi verirken, bazıları ‘çok güzel olmalarına rağmen’ neden böyle hissettirmiyorlar?
Utah State Üniversitesi doktora öğrencisi Mitchell Colver, Sciencealert.com’a yazdığı makalede bu sorunun yanıtını aradı; bizce çok da mantıklı bir sonuca ulaştı. Şöyle ki;
_'Tüylerimizin diken diken olması’_nın aslında bir atasözü değil, fiziksel olarak vücudumuzda ortaya çıkan bir olay olduğunu hatırlatalım öncelikle. Bu fiziksel tepkimiz, aslında ilk çağlarda yaşayan atalarımıza kadar uzanıyor. İlkel zamanlarda kendilerini sıcak tutmaya çalışan atalarımız, ani bir sıcaklık değişiminde vücut ısılarını bu tepki ile koruyorlarmış.
Ki aslında halâ başımıza gelir bu durum; günlük güneşlik bir anda, sadece tişörtle takılırken ansızın soğuk bir rüzgar estiğinde tüylerimiz dikleşmez mi? İşte kaynağı ilkel çağlara dayanan fiziksel tepki bu.
İnsanoğlu zamanla bu ani sıcaklık değişikliklerini daha az tecrübe etmeye başladı.
Evlerimizi ısıtmayı, kıyafetler giyerek vücut ısımızı dengede tutmayı öğrendik. Bu da, ani sıcaklık değişikliklerinden zaman geçtikçe daha az etkilenmemizi sağladı, bu fiziksel tepkiyle zaman geçtikçe çok daha nadir karşılaşır olduk.
Ama bu fiziksel tepkinin yarattığı ‘uyarılma’ psikolojisi, insanoğlundan baki kaldı.
Beklenmedik armoniler, ses seviyesinde ansızın artışlar...
Bugün _‘tüylerin diken diken olması’_nın ardında yatan psikolojiyi koruyor, sıcaklık değişimden farklı uyarılmalara karşı da aynı tepkiyi veriyoruz. Şarkının armonisindeki anlık değişimler (aynı My Heart Will Go On’un son nakaratında olduğu gibi), ses seviyesindeki beklenmedik artışlar (aynı Yalnızlık Senfonisi’nin nakaratının son bölümü gibi) veya solistin kendi bölümüne yapacağı, şarkının repetitif yapısının dışında bir giriş, bizde bu uyarılmayı yaratıyor.
Elbette tüylerin diken diken olmasından, uyarılmaktan bahsediyorsak; Whitney Houston’ı atlayamayız! Nur içinde yatsın...
Vokalistin en yüksek notalara ulaştığı an bizi duygusal olarak doldurmakla kalmıyor, içten içe ne kadar zor olduğunu bildiğimiz bir bölümün o kadar iyi icra edilmesine tanık olduğumuz için aniden büyük haz duyuyoruz.
Aynı aniden esen bir soğuk rüzgar gibi, şarkıların bu bölümleri de bizde (ve pek tabii tüylerimizde) aynı etkiyi yaratıyor.
Bu tecrübenin yaşanmasının kişilikle de ilgisi var.
Bazı insanların şarkılardan çok etkilendiği, ikide bir tüylerinin diken diken olduğu aşikar. Bazı insanlar ise mümkünatı yok o kadar heyecan duyamıyorlar... Bunun da (tabii ki) bir sebebi var;
Mitchell Colver’ın Eastern Washington Üniversitesi’nde yaptığı bir deneyde, katılımcılara önce kişilik testi yapıldı; sonra Johann Sebastian Bach, Chopin, Air Supply, Vangelis ve Hans Zimmer parçaları dinletildi. Bu şarkılardan çok etkilenenlerin kişilik testleri kontrol edildi.
Görüldü ki; Hans Zimmer’in eseri Oogway Ascends’in ilk iki dakikasını dinleyip tüyleri diken diken olan dinleyiciler, yeni şeyler tecrübe etmeye açık olan, aktif bir hayal gücü sahibi, güzelliğin ve doğanın değerini bilen insanlardı.
Yani kişilik olarak daha kapalı, daha donuk olan insanların tüyleri çok daha nadir diken diken oluyor. Duygularını daha yoğun yaşayan, yeni şeylere açık olan insanlar ise yukarıda bahsettiğimiz müzikal anları çok daha derinden tecrübe ediyorlardı.
Kaynaklar: Sciencealert.com, Scientificamerican.com