Yazıma, deprem bölgesinden bir örnekle başlamak istiyorum. Genç bir kadın, korkulu gözlerle bakan üç yaşındaki oğluyla geldi. "Ben" dedi "aha şuncağızı kaldıramazdım, o gece -Allahtan işte- koca kardolabı tutmuşum Allah seni inandırsın doktor hanım. "Bölgede benzer pekçok durum yaşanmıştı. Gerçek bir tehlike anında deri direnci %8 oranında artar. Beden gücü ve kaslar da kişinin kendisinden beklemediği ölçüde dirençlidir. Kadının ve benzer durumlar yaşayanların travmaları bir yana, biz şimdi kadının kendisini deprem öncesinde nasıl ve neden güçsüz(!) algıladığına bakacağız. Gardrobu tutması genç kadının gerçek özgürlük sınırıdır oysa. Ne var ki kadın bunu yapabilmiş olmasına karşın, hala "Allahtan..." diyerek yapabilirliğini yadsımakta, inkar etmektedir.
İşte Sartre'ın sözünü ettiği özgürlük bilinci budur. Burada "özgürlük"ten kasıt, kişinin irade kullanmaksızın her istediğini yapması değil, gerçek varlık ve yapabilirlik alanlarının farkında olmasıdır. Bir an durup, gerçekçi gözlerle "yapamam" dediklerinize bakın. Yıllardır yapamayacağınıza inandığınız ve/veya inandırıldığınız pekçok şeyin, gerçekte ne denli yaşanabilir olduğunu farkedeceksiniz. Bizler özgür olduğumuz bilincini inkar ederek yaşarsak, sonuçta kendimizi de bir yalan olarak yaşayıp tüketmiş olmaz mıyız!? Bu bir anlamda öz-ihanet değil midir!?
Üstelik bu durum sosyal rollerimize yerleşmiş, meşrulaştırılmıştır: Ayşe Hanım avizenin ampulunu, musluğu vs. değiştir(e)mez, Mehmet Bey de yemek yap(a)maz, ev temizle(ye)mez vs! Aile ilişkilerini düzenlediği düşünülen bu "yapamama" halleri, maalesef her zaman bu denli masum(!) kalmazlar. Evde tek başına kalamamaktan tutun, sokağa çıkamamaya, seyahat edememeye, elini sekiz kez yıkamadan lavabodan ayrılamamaya dek gidebilir. Bunlara iş yerinden çıkamama, bilgisayar başından ayrılamama, derken uyuyamama vb. durumları da ekleyebiliriz pekala. Ve bir de bakmışsınız ki tüm yaşamınızı, tüm ilişkilerinizi, bu türden "yapamama"lar üzerinden kurmaktasınız. Yani "bağımlı"sınız!
Peki bu duruma insan nasıl ve neden gelir? Öncelikle aşırı korunarak ve yanlış yer ve zamanda, ya da aşırı dozda ilgi görerek yetiştirilmek buna kaynak oluşturur. Kişiye uygun olmayan beklentiler(az ya da çok), aşağılanmalar, keskin kalıplanmalar, hoşgörüsüzlük, ağır dayatmalar vb. gibi muamelelere maruz kalmış kişilerin nevrozla tanışmaları daha kuvvetle muhtemeldir. Yaşa uygun deneyimler yaşama fırsatı elde etmek ve sorunlarla başetme yolları bulmak, sağlıklı olabilmek için çok önemlidir. Erişkin olana dek bunları edinme, öğrenme fırsatı verilmemiş ve/veya bu fırsatları kullanmamış kişilerin, tüm boyutlarıyla hayatı kotarmaları elbette çok zor olacaktır.
İşte bu noktada eksik parçaların dışarıdan tamamlanması yoluna gidilir. Bu kimi zaman eş, kimi zaman para ve iş, kimi zaman da çocuklar vs. olacaktır. Ancak bu parçalar elde edildiklerinde bir an mutluluk hissi yaratsalar da, kişinin doyumsuzluğunu asla gideremezler. Daima yitirilecekleri korkusuyla yapışıldıkça yapışılır sözkonusu parçalara!
Nevrotik kişiye bir türlü yetmez eşin sevgisi ve ilgisi... Paranın hep daha fazlası gereklidir, mevkiinin ve başarının da "en"i!.. Çocuklar deseniz "zaten kendi hallerindeler"dir, "hayırsızlar"dır, "büyüdükçe dertleri de büyür, keşke hep küçük kalsalar"dır!
Nevrozun nedenleri arasında, yaşadığımız çağın hastalıklı yanlarını da atlamamak gerekir. Bir "en"ler dünyasında yaşıyoruz ve bu "en"leri gerçekte isteyip istemediğimizi bile sorgulamıyoruz. Bu kapitalist kandırmacanın içinde, hiç de bize ait olmayan yerlere yuvarlanmış buluveriyoruz kendimizi belki de. İşte bundan korunmak için sık sık kendimizi sorgulamalı, yaşamda durduğumuz yere bakmalı ve farkındalıklarımızı taze tutmak için çaba harcamalıyız.
Evet, kişinin kendini değersiz, önemsiz ve anlamsız hissetmesi, gerçekte kendini kabulsüzlüğü ve yapabilirlik sınırlarının inkarıdır. Dolayısıyla bir tür çürüme yaşanıp gider ve hiçbir dış onay da bu duyguyu değiştirmeye yetmez. Üretkenliğin en yüksek olabileceği kırklı yaşlarda, "bizden geçti artık"lar, daha otuzuna gelmeden "bu saattan sonra değiştiremem"ler. "mükemmel olamam, o halde hiç kalkışmayayım"lar, kısacası bahaneler, bahaneler!..
Nevrozla yenişmek için önce kendinizle dürüst bir diyalog kurmalısınız. Neleri yapmadığınızın, neleri ise gerçekten yapamayacağınızın detaylı listelerini çıkarın. Sonra yapmak istediklerinizin ve istemediklerinizin listelerini öncekilerle karşılaştırın. Yapamayacaklarınız için kendinizi bağışlayarak, "yapacaklarım" listenizle işe koyulun ve bunu asla küçümsemeyin. Unutmayın ki tek bir mum yakmak bile karanlığa küfretmekten iyidir.
Eğer ruhunuza iyi davranmaz, ona yalan söylerseniz, hastalanır! Yardım alsanız dahi, son tahlilde onu iyileştirmek gene sizin yapmak zorunda olduğunuz bir iştir.