Çocuklukla gençlik arasında bir yerdeydim. Ticaret Lisesine gidiyordum, şiir yazıyordum, roman okuyordum.
Sınıf arkadaşlarım Sabahattin, Yılmaz, İspat ve tam emin değilim ama her halde Meral ve diğer bir iki başka arkadaş Ali ile Veli'nin Maceraları adıyla okulumuzun konferans salonunda hafta sonları oyunlar oynuyorlardı. Oyunların izleyicileri okulun öğrenci ve öğretmenlerini çoktan aşmıştı ve şehirden insanlar da salonu doldurmaya başlamışlardı. Hatırladığım kadarıyla oyunun basit bir taslağı oyunda rol alan aynı zamanda yöneten arkadaşlarca hazırlanıyor ve geriye kalanı sahnede irticalen tamamlanıyordu. İşte o zamanlardı.
Rahmetli Mevlüt Okayer hocamız uzun öğretmenlik yıllarından sonra Halk Eğitim Merkezi Müdürü olmuştu.
Halk Eğitim Merkezi de bir şiir yarışması açmıştı. Şiir okuma ve şiir yazma dallarında katılımcılar değerlendirilecek, ödüller verilecekti.
O zamanki sıkılgan ruh halimle uzun uzun düşünmüş, zor bela karar vermiştim katılmaya.
Yerel İkinisan gazetesinde yayınlanmış bir aşk şiirimle başvurdum.
Yarışma günü de gidip gitmeme arasında ikilem yaşadım. Okuma dalında katılanların şiir okuyacakları belliydi ama yazma dalında öyle bir şey olacak mıydı bilmiyordum. Sonunda hem merakımı yenemediğim için hem de okutmayacaklarını düşünerek salona girdim, arkalarda bir yere oturdum. Çıkıp sahnede kalabalık bir topluluğa şiir okumak benim işim değildi hele bu bir de aşk şiiriyse hiç değildi. Bu şekilde yetiştirilmemiştik. O konuda konuşmamız yakın çevremizde hoş görülmezdi.
Ben aşkı kendi dünyamda platonik ölçüler içinde yaşayan biriydim. Bu anlamda gerçek dünya ile bağım, bağlantım yoktu. İlkokulun son sınıfından itibaren kendimce birkaç kıza aşık olmuş, şiirlerimi de o duygularla yazmıştım. Kızların bu saklı ve tehlikeli ( :) gönül hareketlerinden doğal olarak haberleri yoktu.
Şiir okuma dalında katılmış olanlar marifetlerini gösterdiler. Sıra şiir yazma dalının değerlendirilmesine gelmişti. Jüri kendi arasında bir şeyler konuşurken ben hala bize şiir okutmayacakları konusunda ümitliydim. Öyle olmadı. Şiir yazan bir arkadaşımızı sahneye çağırdılar. Bu benim tam anlamıyla paniklememe neden oldu.
Sessizce tam kapıdan sıvışmak üzere idim ki, adım anons edildi.
Salonda tanıyan kimseler olmasa kaçıp gidecektim ama tanıyanlar vardı ve kaçmak olmazdı artık. Sahneye doğru yürürken sanki ayaklarımı yere basmıyordum, nereye bastığımı da bilmiyordum.
Şiiri bir çırpıda okuyup aynı şekilde aşağı indim ve sokağa çıkıp serin havayı ciğerlerime çektim.
O gece her zamanki gibi rahat uyuyamadım. Sonuçları çok merak ediyordum.
Ertesi gün Halk Eğitim Merkezi'nin merdivenlerinden çıkarken Mevlüt Hocamız aşağı iniyordu. Başını iki yana “hayrola” anlamında sallayarak soran bir sesle “buyur” dedi.
Yarışmacılardan biri olduğumu ve sonucu merak ettiğimi söyledim.
Adımı sordu, kısa bir süre düşündü ve “kazanmadın oğlum” dedi.
İçimde bir şeyler çöktü. Duraksadım.
Tamam, kazanmamıştım. Yine de kaçıncı olduğumu merak ediyordum ve sordum.
Durup yüzüme baktı, “oğlum, kazanmadın işte, ne yapacaksın kaçıncı olduğunu” dedi.
Kaçıncı olduğumu hiç öğrenemedim.
*
Rahmetli ile ilgili tek anım bu değil. O öğretmen, ben öğrenci iken bir defa da Husrevpaşa İlkokulu'nda karşılaşmıştık. Tabii o zaman ben yedi yaşındaydım ve o da çok daha genç bir öğretmendi. Okulumuzun emektar hizmetlisi rahmetli Emin Dayı'nın mekanik zili ile derse girip çıktığımız; süt tozundan yapılıp buharı tüterken alamünyum çaydanlıkla sınıflara servis yapılan sütleri içip balık yağlarını yuttuğumuz zamanlardı. Sınıf öğretmenimiz o zamanki Van valisi Nazmi Bey'in kızı Ülkü hanımdı. Okul müdürümüz hemşehrilerimizin çok iyi tanıdığı sonraki yıllarda müfettişlik de yapmış olan rahmetli Dursun Hocaydı.
Babam bana yeni lastik çizmeler almıştı. Çocuk halimle okulun önündeki bir su birikintisinin içinde suyu iki yana çizmelerimle ayıra ayıra dolaşıyordum.
Eliyle yanına çağırdı. Eminim ki yeni çizmelerimi öyle kullanmamdan, paçalarımı kirletmemden ve kötü örnek olmamdan rahatsız olmuştu. Ben bunları bugünkü aklımla düşünüyorum. O zaman doğal olarak böyle bir şey düşünecek durumda değildim. Olsam, zaten yapmazdım. Tıpkı şimdi yanlışlar yapan kendisine ve çevresine zarar veren ve ne yaptığını bilmeyen insanlar gibiydim yani. Hani o bazen bağışlayıp, bazen ağır tepkiler verdiğimiz insanlar gibi.
Nereden bilecekti ki, küçük bir fiskeyle benim çamura düşeceğimi.
Elbette bütün bunları Rahmetli hocamızı kötülemek için anlatmıyorum, böyle bir şey aklımdan bile geçmez. Biz onları, büyükleri hep babamız gibi görürdük, onlar da bize evlatları gibi muamele ederlerdi. Biz saygıda kusur etmezdik, onlar da bize karşı sevgi ve şefkatlerini fazlasıyla gösterirlerdi.
Mevlüt Hocamız kendi zamanında Van'da yaşayan aileleri, onların çocuklarını neredeyse tek tek bilir, tanırdı. Böyle bir özelliği vardı.
Uzun yıllar sonra ben Ankara'da öğrenci iken Gençlik Parkı'na karşılaşmıştık. Yine beni yanına çağırmış, çay ısmarlamış, sohbet etmiş, ihtiyacım olup olmadığını sormuştu.
Lise yıllarında birkaç ay rahmetlinin oğlu “Memoş” hocanın yanında Tekwan-do sporu yapmış, çok da yararını görmüştüm. Güleryüzlü, samimi, her anlamda cesaret veren ve paylaşımcı biriydi kendisi. Sayesinde nefesim açılmış, kondüsyon kazanmıştım. Sınıf arkadaşımız Mahfuz bir gün hocamız yokken antreman bahanesiyle beni başının üzerine kaldırıp mindere çakıncaya kadar da devam etmiştim.
Mevlüt Hoca'dan uzun uzun söz ettim çünkü o kendi zamanında Van'la ilgili çalışmalar, araştırmalar yapmış, yazmış çizmiş biriydi. Yaşadığı şehirle ilgili ciddi anlamda duyarlıydı.
Rahmetli İlyas Kitapçı ile Van Eski Belediye Başkanları Rahmetli Tayyar Dabbağoğlu ve Aydın Talay'ın da şehrimizle ilgili çalışmaları vardı. Lisede öğrenci olduğum yıllarımda Tayyar Bey'in yerel gazetelerde dizi halinde yayınlanan yazılarını okumuştum.
Van'la ilgili yazıları ve çalışmaları olan hemşehrimiz Timurlenk Bozkurt'u da burada anmak gerekir.
Ticaret Lisesinde öğretmenimiz olan Erciş doğumlu Cengiz Alper'in, hemşehrimiz Kaya Kayaçelebi'nin Van hakkında kitapları olduğunu ifade etmekte yarar var.
Ayrıca Hikmet Ilgaz tarafından “Şark Yıldızı” adıyla yazılıp yayınlanan sonraki yıllarda tek cilt halinde “Esir Şehrin İnsanları” adıyla yeniden basılan, Birinci Dünya Savaşı döneminde Van muhacirlerini konu edinen ve beni çok etkileyen romanı da okurlarıma yeniden anımsatmak isterim.
*
Unutamadığımız, özlediğimiz, burnumuzda tüten eski günler için hep “o günler uzun olsaydı” demez miyiz?
O günler uzun olmazdı. Bu günler de, acı ya da tatlı zamanlar da uzun olmaz.
Artık yaz günlerinde hiç birimiz öküz arabalarımızla gidip “Edremit Sokağı” adını verdiğimiz Van Kalesine yakın yerde arabaların gölgesinde oturup, kamp kuramayız ya da “Fidanlık” dediğimiz bahçelerin, İskele'de sonraki zamanlarda Polis Okulu olan yerin karşısında vaktiyle var olan İskele Bahçelerinin içinde oturup deniz sefası yapamayız.
Sıhkenin meşhur şamamalarını koklayamaz, o güzel kokulu kavununu, Van bostanlarının doğal sebzelerini, fırınlarının mis gibi kokusu sokağa yayılan ekmeklerini yiyemeyiz.
Zaman kendi düzeni içinde akıp gidiyor. Dün bu şehirde yaşayan insanların bir kısmı şu anda ebedi istirahatgâhlarında uyuyorlar. Bir kısmı dağılıp Türkiye'nin ve dünyanın çeşitli yerlerine gittiler, bir kısmı da halen Van'da yaşıyorlar.
Bu arada şehire çeşitli yerlerden insanlar geldi. Onların da önemli bir bölümünün çocukları bu şehirde doğup büyüdü.
Birkaç yıl öncesine kadar bu şehirde yaşadıktan sonra göç eden bir hemşehrimiz İstanbul'daki evinde akşam haberlerinde Van'da yapılan bir toplantıyı, mitingi, yürüyüşü bütün dikkatiyle izlediği halde artık o kalabalıklarda tanıdık yüz görmüyor, göremiyor. Toplum eskiye oranla bugün daha büyük bir hızla değişiyor, yer değiştiriyor. Van büyük bir şehir, gideni gönderiyor, geleni bağrına basıyor.
Haberleşme ve ulaşım olanaklarının son derece geliştiği günümüz dünyasında nüfus hareketleri de geçmiş zamanlara göre büyük bir ivme kazanmış durumda. Gelişmiş ülkelerin vizeleri, engelleri olmasa çok daha fazla insan yer değiştirecek, yeni vatanlar edinecek.
Ülke içinde bir engel olmadığı için merkezlere doğru ciddi miktarlarda insan hareketi var.
Van coğrafi, sosyal ve stratejik konumu ile göç alan önemli bir merkez.
Deprem sonrası şehir merkezinin ağırlığının farklı bölgelere kaydırılmasıyla giderek daha da büyüyen, gelişme potansiyeli kazanan bir yer.
Bugünden sonra bu şehirde ve benzeri yerlerde yaşayan insanlarımızın yerel, dar, sığ bir hemşehriciliğin çemberini kırıp daha geniş yürekli, daha kapsayıcı, kucaklayıcı ve daha esnek, duyarlı, hoşgörülü bakış açıları edinerek birlikte yaşama kültürü oluşturmaları gerekiyor.
Şehrin eski ve yeni insanları olarak hepimizin yüreği aynı iyi dileklerle atmak zorunda.
Ancak bu şekilde bir şehir ahalisi olur, birlikte gelişir ve kalkınırız.
12:01:55
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz