"Var mısın Yok musun" adlı yarışmanın dün akşamki bölümünde İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Hastane İlköğretim Okulu'nda öğretmen olan Ömer Boran 125 bin YTL kazandı. Bilgisayar, memleketi olan Trabzon'u belirledi ve yarışmacı oldu. Yarışmada, son iki kutu kaldığında ödül olarak 5 bin YTL ve 125 bin YTL vardı. Yarışmanın Ömer öğretmene kutusunu satması için yaptığı teklif 39 bin YTL'ydi. Ancak Ömer öğretmen teklifi kabul etmedi ve kutusunun açılmasını istedi. Kutudan çıkan 125 bin YTL'yle stüdyoda bir anda büyük bir coşku ve sevinç yaşandı. Ömer Boran, 39 bin YTL'yi kabul etmeyerek 125 bin YTL kazanmış oldu.
Yarışma programı 'Var mısın Yok musun'da gönüllere taht kuran ve lösemili oğlunun kahramanı olmak için yarışmaya katılan Ömer Boran, 18 yıllık bir öğretmen..
Ömer Boran (42), 2003 yılı Aralık ayından beri İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Hastane İlköğretim Okulu'nda lösemili çocuklara eğitim veriyor. Buraya gönüllü olarak atanmak için başvurduğunda bir gün oğlunun Lösemi hastası olacağını aklının ucundan bile geçirmiyordu. Göreve başladıktan 2,5 yıl sonra kuru bir ateş şikayetiyle çalıştığı hastanenin aciline gelen Ömer Boran, yapılan kan tahlilleri sonucunda oğlu Yağız Fırat Boran'ın "Lösemi" ye yakalandığını öğrendi. Kendisi kadar, çalıştığı kurumda mesai arkadaşı doktorlar ve lösemili çocukların aileleri bu duruma inanamadı..
6-7 aylık süren yoğun kemoterapi tedavisinin ardından Yağız Fırat, lösemi ile mücadelede olumlu sonuç aldı ancak yine belirlenemeyen bir nedenle sinirleri tahrip olduğu için belden aşağısı hareket edemez hale geldi. Ömer Boran ve ailesi, yaklaşık 20 aydır Yağız Fırat Boran'ın iyileşmesi ve eski sağlığına kavuşması için çalışıyor.
iVillage Türkiye olarak Ömer Boran'la bu akıllara durgunluk veren hikayesini, 'Var mısın Yok musun' yarışma programına nasıl ve neden katıldığını konuştuk.
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Hastane İlköğretim Okulu'nun müdürüsünüz ve lösemili çocuklara öğretmenlik yapıyorsunuz. Hastanede öğretmenlik yapmaya nasıl karar verdiniz?
Giresun Eğitim Fakültesi mezunuyum. Sonra İktisat bölümünü bitirdim. 18 yıldır Türkiye'nin farklı bölgelerinde öğretmenlik yapıyorum. 5 yıldır İstanbul'dayım. MEB'nın bir ilköğretim okulunda çalışırken İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Hastane İlköğretim Okulu'na gönüllü müdür vekili arandığını duydum ve başvurdum. Oldukça fazla müracaat vardı ancak ben atandım. 2003 yılının Aralık ayında göreve başladım. Ülkemizde 52 hastane okulu var ve bunlardan 6'sı İstanbul'da hizmet veriyor. Okulumuzu diğerlerinden ayıran şey uzun süreli eğitim vermemiz. Burada tümörlü, lösemili çocuklar en az 6 ay tedavi görüyor ve enfeksiyon riski, tedavi gibi sebeplerle okula devam edemiyor. Diğer hastane okullarında günlük, 15 günlük en fazla 1 aylık telafi mahiyetinde eğitimler veriliyor. Bizim çocuklarımızın tedavi süreci uzun olduğu için 2 yıl hatta daha fazla eğitim veriyoruz.
Lösemi nedeniyle kemoterapi tedavisi gören öğrenciler aileleri tarafından okulumuza getiriliyor ve kaydını yapıyoruz. 7-12 yaş gurubu çocuklara eğitim veriyoruz ancak ana sınıfından da çocuklarımız var. Şu anda 51 öğrencimiz var. Yıllık 30 ile 50 öğrencimiz oluyor. Sınıfımız 10 öğrenciye göre düzenlenmiş. Burada bir anda 30 öğrenci olmaz. Öğrencilerimiz tedavi için günün farklı saatlerinde geldikleri için sürekli kalabalık olmuyor.
Yatan öğrencileri ziyaret edip boyama kitabı, test, okuma kitapları götürüyoruz. Kolunda serumuyla sınıfa gelen öğrencilerimiz de oluyor. Amacımız uzun tedavi sürecinde çocukların eğitimden yoksun kalmaması, psikolojik olarak onları hastane ortamından bir nebze uzaklaştırıp onlara okul ortamının havasını hissettirmek, çocukların çok hoşuna gidiyor. Moral ve motivasyona dayalı bir meslek, emekli oluncaya kadar yapmak istiyorum.
Hastane okulundaki eğitimin normal okullardan farkları neler?
Tedavi için geliş süreleri ve yaşları sebebiyle normal bir eğitim yapamıyoruz, birleştirilmiş eğitim sistemini uyguluyoruz. Farklı sınıflardaki çocukları, farklı ödevler vererek eğitiyoruz. Aldıkları kemoterapiden kaynaklanan yetersizlikler, algılama sorunu olabiliyor. Bu nedenle ilgilerini çekecek şekilde eğitim yapmaya çalışıyoruz.
Burada çalışmak isteyen öğretmen neden gönüllü olmalı?
Gönüllü öğretmenlik denilince yanlış anlaşılıyor. Biz MEB bağlı bir okuluz ve kadroluyuz. Yeni öğretmen olan arkadaşlarımız gönüllü olarak çalışmak istiyorlar. Bunları yönlendiriyoruz. Burada çalışmanın zorlukları var. Onlara kızamazsınız, sürekli Polyannacılık oynamaya çalışmalısınız. Moraliniz kötüyse bunu ona yansıtmamalısınız. En zor yanı her yıl 40 - 50 öğrenciye eğitim veriyorsunuz ancak en az 15 öğrencinizi kaybediyorsunuz. Acılarla bu kadar çok karşılaşınca da zamanla alışıyorsunuz.
Hastane okulunda öğretmenlik yapmaya başladıktan 2,5 yıl sonra oğlunuz lösemiye yakalandı. Nasıl anladığınızı ve neler yaşadığınızı anlatır mısınız?
Burada göreve başladıktan 2,5 yıl sonra oğlum ateşlendi. Annesi kuru ateşten şüphelendi ve acile götürdük. Çeşitli tetkiklerden sonra sıradan bir grip değil lösemi olduğunu öğrendik. Tanı sırasında unutamadığım bir olay oldu. Kan tahlillerine bakan mesai arkadaşlığı yaptığım Hematolog doktorumuz beni görünce şaşırdı. 'Sen neden buradasın' dedi. 'Yağız Fırat benim oğlum' dediğimde doktor ağlamaya başladı. Beni bir kenara çekerek oğlumun % 90 lösemi olduğunu söyledi. Nasıl bir kader diye düşündüm. Lösemili çocuklara gönüllü olarak öğretmenliğe başladığım kurumda, oğlumun da lösemi olduğunu öğrendim ve sonrasında onun da ğretmeni oldum.
Yağız Fırat 20 aydır lösemi tedavisi görüyor. Kemoretapi tedavisi sırasında bilinmeyen bir nedenle bacak sinirleri tahrip oldu ve belden aşağısı tutmuyor, yürüyemiyor. Sinirler kendisini en zor yenileyen nokta ve bu nedenle tedavisi çok uzun sürecek. Oğlumun ayağa kalkacağına inanıyorum. Erkek çocuklarında tedavi 3 yıl sürüyor, şu anda lösemi idame dönemine girdi.
Sizi ve Yağız'ı tüm Türkiye tanıyor. yarışmaya nasıl başvurdunuz?
Her baba oğlunun masal kahramanı olmak ister. Oğlumla otururken 'Baba neden başvur muyoruz' dedi ve onu kıramadım. İnternetten form doldurduk, hemen çağırdılar ve yarışmaya başladım. Yarışmaya katıldıktan sonra sokakta dolaşamaz oldum. Maillerime bile yanıt veremez durumdayım. Bu sebeple yeni insanlar da tanıdım. Yurt dışından bile arayanlar var ancak benim oğlumla ilgili büyük sorumluluklarım var. Onları ihmal etmemeye çalışıyorum. Oğlumun nörolojik durumu başladıktan sonra günde 8 saat fizik tedavisini evde uyguluyorum. Kasları erimemesi için elektrik veriyorum ve ayakta tutma cihazıyla ayakta tutmaya çalışıyorum. Bu tür hastalıklara yakalananların aileleri depresyona giriyor, intiharı düşünüyor hatta ayrılıklar yaşanabiliyor. Ben günlük hayatımda ve yarışmadaki duruşumu değiştirmedim. İnsanlar beni bu yüzden sevdi diye düşünüyorum. Ailelere iyi örnek olduğumu düşünüyorum. Hiç psikolojik destek almadım. İşin içinde olmam daha önce zihinsel engelli ve dağ köylerindeki çocuklara eğitim vermem beni olgunlaştırdı. Yapım gereği zor
şeyleri başarmayı da seviyorum.
Gönüllü destek vermek veya öğretmen olmak isteyenler neler yapabilirler? Her öğretmen bunu yapabilir mi?
İnsanlarımız çok duyarlılar. Yarışma sebebiyle okuldan haberdar olanlar veya buradaki hastaların öğretmen yakınları "neler yapabiliriz" diye soruyorlar. Boyama kitapları, hikaye kitapları gibi araçlar getirebilirler. Ben insanlardan senede bir gün bu tür yerleri ziyaret edip, hırslarından arınmalarını istiyorum. Hayatın ne getireceği hiçbir zaman belli değil. Bunun en canlı örneği benim. Hayat böyle boş değil. Acılarla dolu, her an herşey olabilir. Gönüllü olarak yapılamayacak kadar zor bir iş. İlk hafta gelen gönüllü ikinci hafta gelemiyor. Çok sağlam bir psikolojinizin olması gerekiyor. Çocukları o durumda gören gönüllü öğretmenlik yapmak isteyenler dayanamadığını söyleyip ayrılıyor.
Okulda sizi mutlu eden durumlar neler?
Bizi çok sevindiren durumlarda oluyor. İlk kaydımız olan Özgür Erdoğan hastaneye geldiğinde 4. sınıftı. Şimdi Lise 1'e gidiyor. Hala da irtibatımız devam ediyor. 6 aylık veya yıllık rutin kontrollerde görüşüyoruz. Öğrencimizle ömür boyu irtibat halindeyiz, bunlar da işimizin güzel yönleri. İnternetten de yazışıp haberleşiyoruz, etkinliklerimize de katılırlar. Bunlar aileleri de motive ediyor. Lösemi ve tümörlü çocuklarda erken tanı çok önemli. % 70 - 80'lere varan başarılar elde ediliyor. Küçük yerlerde yaşayanlar geç evrelerde geliyorlar ve bu nedenle çok büyük sıkıntılar yaşıyoruz. hayatta hiçbir zaman umudumuzu yitirmemeliyiz. Hayat devam ediyor, umudumuzu yitirmemeliyiz. Umutla bakmak gerekiyor bence 'yaşamak direnmek'tir. Hayatta herşey tatlı olsa hiçbir amlamı olmaz.
Yağız Fırat'a lösemi olduğunu nasıl söylediniz?
Yağız Fırat lösemiyi biliyor ancak ne tür bir hastalık olduğunu şekillendiremiyordu. Biz ona kanında mikrop olduğunu ve temizlenmesi gerektiğini söyledik. İlk 6-7 ay yoğun bir kemoterapiye girdik. İlk dönemlerde çocuklardan durum saklanmaya çalışılsa da onlar çok akıllı ve ne olduğunu hemen anlıyorlar. Yağız Fırat internetten araştırmış ve birgün bana sordu "Baba ben lösemiyim değil mi? Kan kanseriyim" dedi. "Evet oğlum öylesin. Yine bu kandaki değerlerle ilgili birşey. Bu düzelecek dedim." Biz anne babalar, doktorlar çocuğumuzdan bunu gizlediğimizi zannediyoruz ancak bizden daha olgunlar. Hayata daha iyi bakabiliyorlar. 5 yıllık deneyimimde de bunu gördüm. Onlar anne babalarından daha güçlüler ve hayata daha farklı bakabiliyorlar. Çocuklar bu tedavi sürecinde, öncelikle annelerinin sonra babaları ve doktorların gözlerinin içine bakarlar, cevap ararlar. Özellikle annelerin bu noktada üzüntülerini, sıkıntılarını, göz yaşlarını saklamaları gerekiyor. Onlara gülen gözlerle obakmanız gerekiyor. Çocuğunuzun gözünüzün önünde erimesi gerçekten çok yorucu.. Hastalığın ilk bir ayında aileler çok büyük depresyon geçiriyor. Kendilerini suçluyorlar, kaybetmekten korkuyorlar. Bu gibi durumlarda çocuğunuza daha fazla sarılmayı denemeliler.
Yağız Fırat'ın son durumu nedir?
Tüm doktorlarımız durumuna olumlu bakıyorlar. Sinir iletilerinin yenilendiğini görüyoruz. Belden aşağısının eden tutmadığı konusunda net bir bilgi yok ancak düzeleceğine inanıyorum. Düzelmeyecek olursa lösemi gibi bir hastalığı bertaraf etmemiz bile çok iyi. Bu hastalığı yeneceğine inanıyorum.
Oğlunuz sizi TV'de görünce neler hissediyor?
İlk zamanlarda çok mutlu oluyordu ancak şimdilerde biraz kzmaya başladı. Durumu gereği zamanımın çoğunu nun tedavisine ayırıyorum. Programlar sebebiyle onunla sohbet etmeyi ve tedavisini ihmal etmeye başladım. Bu nedenle biraz şikayetçi. Biran önce yarışmamı istiyor. Çünkü oğlumla arkadaş gibi çok güzel şeyleri paylaşıyoruz. Öğrencilerim de annelerine dizi izletmiyor, bana daha farklı bakıyorlar. Bunlar tabi guru verici,
mutlu eden şeyler..
Kendinizden çok anne babalara destek oluyorsunuz? Anne-babalar çocuklar hastalandığında hemen okuldan alma, eğitimden vazgeçme tepkilerine nasıl bakıyorsunuz?
Çocukta ve ailede tedavi başladıktan sonra okul ikinci plana atılıyor ve sağlık önemli oluyor. Oğlumda da biz bunu yaşadık. Onun sağlığı okulundan çok daha önemliydi. Ancak bir ay sonra anne-baba tedavi sürecinin çok uzun olacağını görüyor. Bu noktada çocukların sosyal hayata bağlı olmalarını sağlayan eğitime devam etmesi gündeme geliyor. Çocuk 3. sınıfta geldiğinde 2 yıl sonra 6. sınıf olacak. Tedavisi bittiğinde kendi arkadaşlarıyla devam edemeyecek, sınıf tekrarı olacak. Dolayısıyla depresyona girmesine neden olacak. Bu nedenle hastane okullarının büyük önemi var. Normal okullarda uygulanan ağır programı uygulayamıyoruz.
Onların ilgisini verebileceği araçlarla durumlara uygun eğitim veriyoruz. Şimdi bilgisayarlarımız var, CD'lerle eğitim veriyoruz. Testi yaptıktan sonra bilgisayarda oyun oynamalarına izin veriyoruz. Burada sadece eğitim vermiyoruz. Poliklinik hizmetleri, ışın tedavisi ve diğer tedaviler için annesiyle birlikte gelen çocukları anneleri evrak ve eczane işlerini hallederken okula bırakabiliyorlar. Gönül rahatlığı ile işlerini halledebiliyorlar. Gözü arkada kalmıyor. Öğretmenlik, annelik, babalık, psikiyatristlik değil bakıcısı da oluyoruz. Çocuğun herşeyiyle ilgilenmek durumundayız.
Onlara ne tavsiye edersiniz?
Hiçbir zaman karamsarlığa kapılmasınlar.. Moral ve motivasyonları yüksek olsun. Çocuklarına her zaman gülen gözlerle bakmak lazım. Çocuğun durumu nedeniyle eğitimlerini ihmal etmesinler. Her türlü sosyal aktivitenin içinde olsunlar, yaşamdan korkmasınlar. Her zaman pozitif düşünce şart. Bu hastalıklar moralle yenilebilir. Şu anda hayatta yaptığı işten en çok zevk alan insanlardan biriyim. İşimden çıkınca eve giderken o kadar
huzurlu şekilde gidiyorum.
Fotoğraf: Emre Andırıç (8).. Tedavisi devam eden Emre, doktor olmak istiyor.
Nagihan Özdağlı (8) Hemşire olmak istiyor.
Sena Kızılgül (6) Bir yıldır geliyor. Bel ve bacak ağrısı şikayeti üzerine doktora gitmişler ve lösemi olduğu anlaşılmış.
Çağatay Bahçekapılı (10) Futbolcu olmak istiyor.
Röportaj: Fadime YÜCEYALTIRIK