İşte Ayşe Özyılmazel'in ağzından yılın sürpriz aşkının detayları:
-Sen Ali’yi tanımıyor muydun zaten?
Yok canım… Bu çok daha önce, Şubat ayında oluyor söylediğim. Dedim ki Murat’a “Yaaa adamın işi yok benimle uğraşacak!”
-Anlaşılan uğraşmış, nikah masasına oturacağına göre.
O aralar Hülya Avşar ile yarışma programında jüriydi Ali… Acun Medya’yı aradım, telefonunu bile vermediler. Aradan iki üç ay geçti, olayı unutuyordum ki bir arkadaşım telefon numarasını getirdi.
-Doğru söyle, mesajı atarken aklında cinlikler var mıydı?
Asla… Aklımda albümden başka bir şey yok ki zaten. En yakından sen biliyorsun.
Fal baktırdığımız günlerdi miydi?
Evet, o günlerde ölümüne baktırıyorum ama hiçbir şey çıkmıyor. Zaten aklımda evlilik diye bir şey yok. Şarkılarla kafayı yemişim…
-Bu arada ben de boşuna seni evlendirmeye çalışıyorum. Az yemedim başının etini…
Öyle İzzet’çiğim ama “Analar tahtını yaparmış, bahtını değil” durumu tam olarak beni anlatıyor galiba. Bir de ben bu işlerden korkuyorum, biliyorsun sen.
-Mesajda tam olarak ne yazdın? Unuttum deme döverim…
Unutur muyum? “Ben Ayşe Özyılmazel. Müsait olduğunuzda bana bir randevu verir misiniz?” dedim.
Ben olsam anında veririm cevabı…
Nerdeee… Adamdan ses seda yok. Neyse aradan epey zaman geçti, Süpermarket’te Cem Mumcu’nun kitap tanıtımı var. Orada BKM’den Necati Abi’yi gördüm. Boynuna atladım. Ali Taran da Necati’lerle gelmiş meğer. O kadar soğuk ve ters bir görünüşü var ki… Bu arada Yasemin (Şefik) “Gitsene yanına” diye çimdikleyip duruyor beni. “Cevap bile vermedi asla gitmem” diye cool takılıyorum. Ama sonra gittim; “Ali bey, mesaj atmama rağmen siz geri dönmediniz” dedim. Ahah… “Ben görmedim öyle bir şey” deyiverdi.
O gece mi başladı ilişki?
Hayır canım ne ilişkisi… Çekti gitti adam… Meğer Ali de zor günler geçiriyormuş o dönem. Taa iki-üç ay sonra, 25 Mayıs günü aradı, “Kusura bakmayın geri dönmedim, çok yoğun bir dönemimdi” dedi.
Bakıyorum tarihi de mıh gibi aklına çakmışsın…
Çaktım valla… Çünkü o sabah öyle kötü kalkmıştım ki. Bir yandan her şeyi bırakıp Murat’ın yanına Milano’ya yerleşeyim diyorum, diğer yandan NewYork’a mı gitsem diye düşünüyorum… Bıkmışım bu alemden…
New York’a gitsen ne yapacaksın ki?
Ne bileyim ben… Ne olursa yaparım, yazılarımı oradan gönderirim, garsonluk bile yaparım. Gerekirse küçük bir Türk restoranında şarkı söylerim. Sadece gitmek istiyordum.
-Bu arada Yasemin’le gitmen için az yemedik başının etini…
İyi ki yemişsiniz. Gittiğim zaman konuşmalar, görüşmeler, sohbetler, muhabbetler… Bir hafta sonra zaten birbirimize açıldık. İlk görüşte aşk dedikleri bu olmalı… Önce beynine aşık oldum, ayrıca çok iyi bir insan.
-Oğlak erkeği çok zor, biliyorsun değil mi?
Hiç zor değil. Neye göre zor? Sen akrep kadınını biliyor musun?
-Çocuk falan düşünüyor musunuz?
Valla şimdi hiçbir şey düşünemiyorum. Bu ilişkide hesap, kitap, program yapmadık. Hayatımda ilk defa ‘o ne der, bu ne der’ diye düşünmeden cumburlop
atlıyorum olayın ortasına… Birileri hep konuşur.Ben mutlu olmayı seçiyorum İzo’cum.
-Peki evlenme teklifi nasıl geldi?
Ay ne yapacaksın evlenme teklifini İzo… Evleniyorum işte. Zaten ben biliyormuyum ne olduğunu?
-Annen ne dedi peki bu duruma?
Annem şoka girdi, çok şaşırdı. Ama biliyordu ki ben evlenirsem ya böyle evlenirim, ya da hiç evlenmem.
-Nazardan mı korktun?
Öyle… İnanılmaz nazar vardı üstümde. Bir de herhalde hayattan, yaşadıklarımdan ders aldım. Zaten bu haberler çıktıktan sonra kurşun döktürmem lazım.
-Bu sefer yıldırım hızıyla yol aldın…
Öyle çabuk oldu ki… Tanışmamız bir ay, ilişkimiz yirmi gün… Eh Ayşe ile aşk böyle olur işte. (Kahkahalar atıyor) Üzerine söylenecek pek bir şey yok. - - - - - -
-Hiçbir şeye doğru dürüst cevap vermiyorsun zaten, bari şunu söyle; bunları kendin mi yazacaksın yoksa şarkıya mı dökeceksin?
-Yazı yazayım diyorum ama toparlayamıyorum. Şarkı yazayım diyorum, laflar çıkıyor ama yine olmuyor. Çünkü aşığım.
-Yeni şarkının adı herhalde Şaşkın olur artık…
Vallahi ne olur bilmem… Ali ile tanıştığımız ama daha çıkmadığımız dönemde Yalın ile planlarımız vardı. Bodrum’da beraber şarkı yazacaktık. Ali ile 25 Mayıs’ta tanıştık. 29 Mayıs’ta Londra’ya gittim. Londra’dan dönüşte birbirimize açıldık. Tam bir film gibi. Hesaplanmış, planlanmış hiçbir şey yok… Hiçbir cinlik yok. Hayat büyük bir sürpriz…
-Gelinlik giymeyeceksin yani…
Hayır BCBG’den çok şık beyaz bir elbise aldım, benim gelinliğim o olacak… Bunu tamamlamak için Murat ile Vakko’ya gittik, ilk gördüğüm duvağa da bayıldım ve hemen üstüne atladım… (Bu arada resmini gösteriyor gelinliğin , duvak taşlarla işli, deniz kızı gibi olacak Ayşe)
Hayal ettiği ayakkabıyı da hemen bulmuş (Benden duymuş olmayın Jimmy Choo).Pastaya ve düğünün bütün hazırlıklarına gelince… Bu işlerin piri Dolce Nilgün Bodrum’da dükkan açıyor ve bir haftalığına tesadüfen orada… Her şeyi üstlenmiş. Ballı kız bizimki vallahi. Pasta, Ayşe’nin en sevdiği meyve olan çilek ve bezeden yapılacak… Kaç tane ablası var düşünsenize… Semiramis de orada. Müthiş bir organizasyon çıkar artık. Bu arada içimdeki şeytanı bastıramıyorum ve ağzımdan şu cümle dökülüyor:
-Annem bir gün demişti ki “terörizm filan beni hiç ilgilendirmez, 18 yıl babanla evli kaldım!”
İzzet sen beni delirtmek mi istiyorsun?
-Valla değil… Eeee, başka…
Ne eesi yaaa? Heyecandan ölüyorum, bu ilk giydiğim gelinlik, duvak…
-Arada bir çimdikleyin de birbirinizi.
Çimdiklemiyoruz, uyanırız diye…
Onu nasıl çağırıyorsun?
Ali diye çağırıyorum. Ne diyeceğim ki?
O anda Ayşe’nin yüz ifadesini görmeliydiniz… Küçük bir çocuk gibi mutlu, evlenecek bir kadın kadar olgun ve güzel… Fakat benim ruhumdaki muzırlık dur durak bilmiyor. Aklımdan evlilik ile ilgili geçen şu cümlelere bakar mısınız lütfen; “Koca dediğin sinirleri alındıktan sonra sevgiliden geriye kalandır”, “Kiminle evlendiğiniz önemli değildir, nasılsa ertesi sabah bambaşka biriyle evlendiğinizi keşfedeceksiniz” . Tabii ki Ayşe’den küfür yememek için bunları söylemiyorum. Yaşayıp göreceğiz.
Düğüne kaç kişiyi davet ettiniz?
Kırk kişi… Çok yakın arkadaşlarımız sadece.
Nerede oturacaksınız, belli oldu mu?
Evimiz yok. Bodrum’dayken bakacağız. Balayını da Bodrum’da yapacağız.
-Ali Taran ne giyecek düğünde biliyor musun?
Vallahi bilmiyorum. Bir türlü göstermiyor… Ama ürkmüyorum desem yalan olur.
-Kesin Biricik Suden tasarlamıştır…
Yok canım… Biricik de Mazhar da tatil için geliyorlar Bodrum’a… Onlara da sürpriz olacak.
-Şahitlerin kim Ayşe?
Necati Akpınar ile Hıncal Uluç.
-Küs değil misiniz Hıncal Uluç ile?
Bizim dostluğumuz çok farklı… Bak, Hıncalım ile aramı kimse bozamaz.
-Peki bütün bunlar olurken Neco nasıl karşıladı durumu?
Babam nerdeyse küçük dilini yutuyordu. O kadar heyecanlıydı ki kiminle evleneceğimi sormayı bile unuttu…
-Peki evlenirken hangi şarkı çalacak?
I just can’t stop loving you… Ama Michael Jackson versiyonu.
Tam biz kaptırmış giderken, bir bakıyorum Ali Taran geliyor masaya. Damat önce tedirgin ediyor beni. Teybi kapatıyorum doğal olarak. Sonra bakıyorum Taran hiç de öyle uzaktan göründüğü gibi antipatik değilmiş meğer. Ama ağzından bal da damlamıyor. Biraz sohbetten sonra da kalkıp gidiyor zaten. Buarada düğün pastasının bir örneği geliyor masaya. Bezeli, çilekli… Görünüşü harika… Biraz tadıyoruz, lezzeti de muhteşem. Soruyorum tekrar Ayşe’ye;
-Çilek ‘aşkı hatırlattığı’ için mi, pastanız çilekli?
Hayır yaaa.. Ben çileği sevdiğim için. Ben gelinim tamam mı, gelinin sevdiğiolur, gelinin dediği olur…
-Ali’nin çocukları var. Sana ne diyecekler? Anne mi?
Aman izzet, bırak Allahaşkına, ben düşünmedim sen ne düşünüyorsun…
Ali Taran küçükken futbolcu olmak istermiş ama babası izin vermemiş. Bu nedenle o da yıllar sonra kendi oğlu Kuzey’i; İngiltere’ye, futbol okuluna göndermeye kalkmış fakat oğlanın annesi karşı çıkmış. Kuzey, futbol yerine; Philadelphia’da UARTS’da endüstri tasarımı okurken bulmuş kendisini.
Başından beri heyecanla bizi dinleyen annesi Oya, hem şaşkın hem mutlu
hem ağlamaklı… Yüzündeki ifade ÖSYM’deki seçmeli test soruları gibi; A şıkkı:Mutlu, B:Şaşkın, C:Heyecanlı, D: Hepsi…
-Sen de şaşkınsın Oya… Damadınla nasıl aran?
İzo ilk defa bu kadar mutluyum. Kızım benim de inandığım bir ilişkiye yelken açıyor.
-Kaynanalık yapacak mısın peki?
Damadıma yapmam… Ama Ayşe yanlış yaparsa çekerim kulağını.
Şimdi artık sıra tehlikeli sularda yüzmeye geldi… Biraz paparazzilik yapmamda ne sakınca var?
-Ayşe’cim, Ali Taran Türkiye’nin en önemli iş adamlarından biri aynı zamanda… Evlilik sözleşmesi yaptınız mı?
Sen delirmiş olabilir misin İzzet? Bu, benim ne duruşuma, ne yazdığım yazılara ne de hayata bakışıma uyar. Ayrıca Ali o tarz bir insan değil… Duymamış olayım bu soruyu…
Kafamda deli sorular! Acaba nereye kadar dayanacak Ayşe? Biraz da gırgırgeçmeye karar veriyorum ve her türlü zılgıtı yemeyi göze alıp can alıcı soruyu soruyorum…
-Ali Taran, iki gün öncesine kadar Hülya Avşar ile adı anılan biri. Sen de Hülya ile mahkemeliksin… Kadın gıcık olur diye düşündün mü hiç bu kararı alırken?
İzzet aklını mı yedin? Fazla gazeteci olmuşsun… Ben Sharapova’ya benzemem bak, kırmam o teybi ama sana yediririm…
-Düğün hediyen ne Ayşe?
Aman İzzet…
Delirdin mi sen, herkes anlar…
-Kimse anlamayacak yavrucuğum… Ben çözüm yolunu buldum. Nahide’ye gidip oturduğumuzda, kimseye bir şey söylemeden masadaki arkadaşlara da birer duvak taktırırım. Kına’yı da gizlice yakarız… Sonra herkesi seninle birlikte sahneye çıkarırım. Soran olursa da, “Özendi kız, bir yeri şişmesin diye” derim. O şamata arasında kimsenin aklına gelmez zaten bu soru…
Peki İzo’cuğum, hayatım şimdilik sana emanet…
Not; Gerçekten de herkesin gözü önünde ama çaktırmadan yaptık kına gecesini. Ve herkes kendisine göre sarhoştu… Ayşe mutluluk sarhoşu, ben en yakın dostumun gözlerinde o mutluluğu yakalamanın sarhoşu… Onlar sahnede coşarken kız arkadaşları ertesi gün için plan yaptı… Kına işi tamamdı, sıra ‘Gelin hamamı’na gelmişti. Yarın ilk iş Hürrem Sultan hamamına gidilecek ve kırmızı duvaklarla, sazlı, sözlü, yemekli bir ritüel daha gerçekleştirilecekti.
Ne diyelim, Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…