Cumhuriyet yazarı Özgür Mumcu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın kadın ve çocuklar hakkında yaptığı açıklamalarıyla tepki çeken ilahiyatçı Nureddin Yıldız'a verdiği tepkiyi değerlendirdi. Mumcu, "Devlet Bahçeli, Yıldız’ı isim vermeden meczup ve sapık diye nitelendirdi. Erdoğan da devreye girdi. Nasıl girmesin? Sayın Erdoğan’ın Bahçeli’yle işi seçimlerden sonra bitecek. Henüz gerekli biri" dedi.
Mumcu'nun "Hocaları Diyanet’e havale etmek" başlığıyla (10 Mart 2018) yayımlanan yazısı şöyle:
Bu aralar din âlimleri altın günlerini yaşıyor. Birinin bıraktığı yerden diğeri devralıyor ve durmaksızın çeşitli meseleler hakkındaki görüşlerini paylaşıyorlar. Genelde cinselliğe ve kadın- erkek ilişkilerine odaklandılar. Tabii, aralarından birinin parlaması beklenirdi ve öyle de oldu. Sosyal Doku Derneği Başkanı, ilahiyatçı Nureddin Yıldız diğerlerini gölgede bıraktı.
Çocuk yaşta evliliği savunmaktan, kadınların dayak yedikleri için şükretmesi gerektiğine, karşı cinsle asansöre binmenin zararlarından yorganın şeklinin cinsel hisleri tahrik etmesi ihtimaline kadar değinmediği alan yok.
Yıldız’ın açıklamaları toplumun bir kesiminin tepkisini çekince, seçimden önce geniş bir ittifaka ihtiyaç duyan sayın Erdoğan da devreye girdi. Nasıl girmesin?
Devlet Bahçeli, Yıldız’ı isim vermeden meczup ve sapık diye nitelendirdi. Sayın Erdoğan’ın Bahçeli’yle işi seçimlerden sonra bitecek. Henüz gerekli biri.
Ne yaptı sayın Erdoğan? Milliyet’ten Serpil Çevikcan’ın yazısına göre başbakan yardımcısı Bekir Bozdağ’a talimat vermiş. Bozdağ, sorumlu olduğu Diyanet İşleri Başkanlığı’na vaziyeti havale edecekmiş.
Zaten Diyanet İşleri Başkanı da “Sahte bal satanlarla ilgilendiğimiz kadar sahte din tüccarları ile ilgilenmiyoruz” diyerek bir ölçüde rahatsızlığını belirtmişti.
Farkındaysanız bütün bunlar dinin doğru yorumunun Diyanet İşleri Başkanlığı, sayın Erdoğan ve Bahçeli’nin tekelinde olduğu inancına dayanıyor. Dinin sahtesini gerçeğini ayırt etme yetki ve kabiliyetinin siyaset ve devlet kurumlarına ait olduğu kabul edilmiş.
Gel gelelim Nureddin Yıldız da hem imam hatip lisesi mezunu hem de gitmiş ta Mekke’de ilahiyat tahsili görmüş. Neye dayanarak, onun dini yorumlayışının yanlış ya da sahte olduğu tespit edilecek?
Bir dolu mezhep, sayısız tarikat, çeşit çeşit yorum var. Nureddin Yıldız’ın müritleri ona inanmaya devam edecektir. Mesela, sosyal medyada Yıldız’ın sözlerini paylaşan Adalet Bakanlığı müsteşarı Diyanet İşleri’nin çalışması üzerine hocasını terk mi edecektir? Ya da sayın Erdoğan’ın çıkışına rağmen yılmayıp hocasını “şeytanlar kudurdular” diye savunan bir ilçe eğitim müdürü “ha, bizim hocanınki sahte dinmiş hay Allah ya bak anlamamışım” diyerek uğruna insanları şeytan ilan edebilecek kadar tutkuyla bağlı olduğu dini yorumdan mı uzaklaşacaktır?
Yıldız’ın açıklamalarının İslama uygun olup olmadığı ilahiyatçıların kendi aralarında tartışacakları bir konudur. Bunun hukuk düzenini ilgilendiren bir tarafı yoktur. Haliyle, Yıldız’ın ya da başka bir hocanın söylediklerinin dini değerlendirmesi başka ilahiyatçıların sübjektif değerlendirmelerinden ibarettir. Bir din devletinde yaşamadığımıza göre dinin hangi yorumunun diğerlerinden üstün olacağını objektif bir şekilde belirleyebilecek bir organ bulunmamakta.
Dünyevileşmenin ve laikliğin iyi tarafı da budur. Sözlerin dine değil, hukuk kurallarına ve dolayısıyla insan haklarına uygunluğuna bakılır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Yıldız’ın kadınların dövülmesine ilişkin sözlerine başlattığı soruşturma bu kapsamdadır. Ancak bunun için de iktidarın talimatı beklenmiştir. Yıldız’ın bu talimata kadar yargı tarafından el üstünde tutulduğu da ortadadır.
Hoşunuza gitmeyen açıklamalar yapan hocalar Diyanet’e havale edildi diye içiniz rahat etmesin. Bu laikliği güçlendirmez, aksine din devletine giden yolu meşrulaştırır. Hele dinin “doğru” yorumunun yürütmenin başının yetki ve görev alanına girdiği kabul edilmeye başlanırsa.
Asıl sorun liyakati değil bir hocaya biat etmeyi atama kriteri yapan hâkim siyasal İslamcı anlayıştır.