Yaşama arzusu insanoğlunun doğasında bulunan en güçlü arzulardan biridir. Bu sebeple ölümsüzlük arzusu da tüm insanlarda mevcuttur.
Ölümsüzlük arzusu ne kadar güçlü olursa olsun ölüm de tüm dünya için açık bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Semavi dinlerde ölüm bir yok oluş olarak algılanmamaktadır. Ölümden sonra, yaşamın başka bir boyutta devam edeceği inancı mevcuttur. İnsanoğlunun ölümü sonrası değiştirdiği bu boyut “ahiret” kavramı ile karşılanmıştır. İnsanlardaki sonsuz yaşama arzusunu İslâm Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) “İnsan yaşlandıkça iki şey gençleşir; uzun yaşama arzusu ve mal sevgisi.” sözleriyle ifade etmiştir.
Semavi dinlerdekinin aksine ölümün bir yok oluş olarak algılanması insanoğlu için çok aykırı ve ürkütücüdür. Ölümün bir yok oluş fikrinin ürkütücülüğünü İspanyol Filozof Miguel de Unammuno “Yok olmaktansa sonsuza kadar cehennemde yanmaya razıyım. Hiçbir şey bana hiçliğin kendisi kadar korkunç gelmiyor.” sözleriyle ifade etmiştir.
İnsanlardaki sonsuz yaşam arzusu onları ölümsüzlüğü aramaya iten en büyük etkendir. Tarihin ilk bilindik çağlarından itibaren insanoğlu bu arzunun peşinde sürekli koşmuştur.
İnsanoğlunun bu arzusunu gerçekleştirmek için gerçekleştirdiği bilindik en eski çaba, Eski Mısır’daki mumyalardır. Ölen insanların mumyalanması ve eşyalarıyla birlikte gömülmesi gelecekte yine dirilmelerine olan inanç üzerine geliştirilmiş bir sistemdir. Yine Eski Türklerde ölen kişilerin mezarlarına eşyaları ile gömülmesi geleneği de bu inancın bir örneğidir.
İnsanoğlu bu arayışından hiçbir zaman vazgeçmemiş ve vazgeçmeyecektir. Günümüzde kök hücre tedavisi ile yaşlanmanın etkilerini geciktirme ve Cryonics (Dondur – Beklet – Canlandır) teknikleri ölümsüzlük arayışının yeni umutları olmuşlardır.
Cryonics, “Kış Uykusu” anlamına gelen Hibernasyon’dan ilham alınarak geliştirilmeye çalışılan bir sistemdi. Bu sisteme göre vücut metabolizması ölümün gerçekleşmesinin hemen ardından özel tekniklerle dondurulacak ve gelecek yıllarda yeniden canlandırılabilecektir.
1962 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde bu konu ile “Cryonics Association” adlı ilk şirket kuruldu.
İnsanlar uzun süre yaşamak ve güncel tıbbın çözüm bulamadığı hastalıklara gelecek yıllarda çözüm bulunacağı umuduyla bu şirkete müracaat etmeye başladılar.
Cryonics tekniğiyle dondurulan ilk kişi 73 yaşında akciğer kanserinden ölen Amerikalı Psikolog James Bedford idi. Bedford dondurulduğu 1967 yılından bu yana, kanser tedavisinde elde edilecek gelişmelere paralel olarak 48 yıldır yeniden canlandırılmayı bekliyor.
Şu an Cryonics üzerine dünyada 5 adet şirket mevcuttur.
Şu an bu şirketlerin laboratuvarlarında yeniden canlandırılmayı bekleyen toplam 230 kişiye ait dondurulmuş beden bulunmaktadır. Bu kişilerden bazıları tüm bedenlerini dondururken, gelecekte bir hücreden bile insanı diriltmeye yeteceğine inanan bir kısmı sadece kafalarını dondurtmuşlardır. Alcor adlı şirketin laboratuvarında bulunan 111 kişinin 35 tanesi tüm bedenini dondurmayı tercih ederken 76 tanesi sadece kafalarını dondurtmuştur.
Öldükten sonra dondurulacaklar listesinde 18 Türk vatandaşının da yer aldığı bilgisi var. Fakat şu ana kadar Türkiye’nin ilk lezbiyen yazarı olarak bilinen ve Çerkez Ethem’in yeğeni Güner Kuban’ın dışında hiç kimse dondurulma talebiyle bu şirketlere müracaat ettiğini deklare etmedi.
Güner Kuban 24 Nisan 2011 tarihinde Posta gazetesine verdiği röportajda bu konuya da değiniyor.
Güner Kuban dondurulup yeniden ileriki zamanlarda yeniden hayata dönmek ile ilgili şu ifadeleri kullanıyor: “Evet, böyle bir kararım var, kendimi kesin donduracağım. Hala yakın dostlarım arasında inanamayanlar var, çünkü içim genç, kıpır kıpır, yaşam enerjisi doluyum. Ama bedenim tempoma ayak uyduramıyor. Zamanım geldiğinde, birtakım işlerimi bitirdikten sonra yapacağım bu işi. Evet, tamam zamanı geldi dediğimde büyük bir parti vereceğim. Yiyeceğiz, içeceğiz sabahlara kadar, dans edeceğiz. Sonra uçağa atlayıp Hollanda’ya gideceğim ve ileride uyanmak üzere buza yatacağım. Ama ölmeden dondurulan tek insan ben olacağım. Ötekiler öldükten sonra kendilerini dondurdular. Onlar hayatı çok seviyorlardı. 50 - 60 yıl sonra tekrar devam ettirmek istiyorlardı. Ben öyle değilim. Çok meraklı biriyim. 50 yılda bir gelip, şöyle etrafıma bakıp tekrar kendimi dondurtmak isterim. Uzaya ilgim var. Aslında bizim gibi 5 milyon tane yıldız var. Kim bilir neler var. Işınlanma olacak belki o zaman, teknoloji ilerliyor, hepsini, bütün buluşları görmek istiyorum.”
Dr. Paul Segal’in 1992’de American Cryonics Society’nin sponsorluğunda California Üniversitesi’nde bir deney gerçekleştirdi. Dr. Segal beagle cinsi sevimli köpeği Miles’ı dondurup tekrar diriltmeyi başarmış ve bu deney cryonicsist bilim insanları için o günden beri büyük bir ispat olarak sayılmıştır. Miles kanı çekildikten sonra doldurularak öldürülmüş, 70 dakikalık klinik ölümün ardından kanı tekrar damarlarına enjekte edilerek oda sıcaklığına geri getirilmişti. Üç buçuk yaşındaki köpek hayata geri döndüğünde tüm karakteristik özelliklerini olduğu gibi taşıyordu, alışkanlıkları ve huyları değişmemişti. Bu, dondurulan insanların bir gün yeniden canlandırıldığında hafızalarının yerinde olacağına ispat olarak gösteriliyor. Fakat hayvanlarda beyne oksijen gitmeme neticesinde oluşan beyin hasarı insanlara göre çok daha azdı. Bu nedenle bilimsel açıdan insanlar yeniden canlandırma için hayvanlara göre daha dezavantajlı durumdalar.
Şu an için bir umut ve varsayım da olsa geleceğe tanıklık etmek hayli yüksek bir maliyete sahip. Firmalar arasında değişiklikler olsa da yaklaşık olarak bir kişinin tüm bedenine Cryonics uygulatmasının maliyeti yaklaşık olarak 200.000 USD’yi buluyor.
Maliyetin fazla geldiği durumlarda ise ikinci şık devreye giriyor. Gelecek tıbbına çok güvenen insanlar bir tek hücreden bile insanın yeniden canlandırılabileceği umuduyla tüm bedenin dondurulması yerine sadece kafalarını dondurmayı tercih edebiliyorlar. Daha az maliyetli bu seçenek ise 80.000 USD civarında.
Cryonics karar aşamasından itibaren hem hukuki hem de etik açıdan birçok sorunu da beraberinde getiriyor aslında.
Her şeyden önce Cryonics uygulamasının gerçekleştirilebilmesi için insanın tıbben ölmüş olması şartı aranıyor. Ölen bir kişinin ise kendisi ve geride bıraktıkları üzerinde herhangi bir karar hakkı kalmamış oluyor. Bu aşamadan sonra şirket ile daha önceden karşılıklı güven esasına dayalı olarak imzalanmış olan kontrat devreye giriyor.
Şirket ölen kişinin bedeni dondurdu ve saklamaya başladı. Kişinin ne zaman canlandırılacağına kim karar verecek? İmzalanan sözleşmede bu durum açık bir şekilde belirtilmediyse yeniden canlandırma zamanına karar vermek sıkıntılı bir süreç.
Yeniden canlandırma vakti gelen bir bedenin, canlandırma işlemleri uygulanmaya başladıktan sonra gerçekleşen olumsuz bir durumda şirket kesinlikle hukuki olarak sorumluluk sahibi değil. Yani yeniden dirilmeyi beklerken büyük bir hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.
Dondurulmuş kişilerin bedenleri yeniden canlandırılmayı beklerken şirket bir anda iflasını açıklayabilir. Bu gibi bir durumda, siz resmi olarak ölü sayıldığınızdan dolayı tüm fişlerin çekilmesi anlık bir meseledir ve bu karara itiraz etme hakkınız ya da sizin hakkınızın aranabilmesi gibi bir durum söz konusu değildir.
Bir an için her şeyin yolunda gittiğini düşünelim. 100 sene sonra yeniden canlandırıldığınızı varsayalım. Canlandırıldığınızda ne sizi tanıyan bir var çevrenizde ne de sizin tanıdığınız birileri. Bir anda coğrafyasını, insanlarını, zamanını kısacası hiçbir şeyini bilmediğiniz bir ortama doğuyorsunuz. Bildiğiniz tüm şeyler eskide kalmış ve demode. Zamana uygun ne bir mesleğiniz var ne de ortama ayak uyduracak bir durumunuz. Hatta teknolojinin o kadar ilerlediğini varsayalım ki, insanların evde beslediği hayvanlar bile sizden daha akıllı duruma gelmiş :))
Tüm bu bilgiler ışığında geldiğimiz nokta, hayatın kendi akışında güzel olduğu gerçeği sanırım.