Taklitler yapmaya çok küçük yaşlarda Bergama'nın bir köyünde başladı, şimdi ekranlar karşısındaki milyonları güldürüyor.
Bir karizmam vardı küçükken. Memur aile. Çok da şaşırtıcı değil. Anne ebe, baba öğretmen. Sürekli geziyorlar. Ben Bergama'ya denk gelmişim. Menşeim orası yani. Bergama'nın önce Kırcalar Köyü'ndeydik. Sonra ben iki, iki buçuk yaşındayken Ferizler diye bir köye geçtik. Ben orada büyüdüm.
İlkokulu çok hatırlamak istemiyorum ben. Kötü anılarım var.
-Kapı gece çalınırdı. Sabahın köründe çalınırdı. Akşam çalınırdı. Zaten iğne ritüeli oluyor. "Ebe hanım iğneye geldik." Sabah altıda tarlaya gitmeden millet gelir, kapıyı çalardı, iğne yaptırır giderdi. Doğum olduğu zaman traktörle gelirlerdi. Annem bizi de götürürdü gece bırakamadığı için. Annem bir ara bayağı seri üretimdeydi, iyi çocuk doğurtmuştur. Bizim kanepede bile bir sürü çocuk doğdu. Valla getiriyorlar acil diye. Hemen hazırlanıyor kanepe. Çok iyi ebedir bu arada.
-Tabii ki; köy yaşamının, köydeki insanların. Çünkü o kadar neşeli insanlardı ki onlar. Herkes sürekli şaka yapardı. Herkesin bir takma ismi vardı.
-Benim Webster'dı. Orko derlerdi. Kahpenin Arabı derlerdi, çok şaka yapınca. Orko, Heman'deki o siyah yüzlü şey var ya uçan o.
-Taklit yapardık. O dönem siyasiler de çok renkli kişiliklerdi. Onların taklitleri çok olurdu. Çok güzel hikayeler dinlerdik. Dedeler, babalar çok güzel hikayeler anlatırlardı. O köy çok küçük bir yer olduğu için herkes birbirine şaka yapardı. Korkutma şakası da yapılırdı. Planlı şakalar da yapılırdı. Çok iyiydi ya. Şen şakrak bir köydü.
İlk şehre taşındığımızda çok korktum.
-İlk şehre taşındığımızda çok korktum. Ortaokul için taşındık. Abimi benden bir sene önce gönderdiler. Ben de burada bitireyim de birlikte orada başlayalım diye. Çok korktum şehre gelince. Baktım yüksek binalar. Okula bıraktılar bizi, diyorum ki nasıl döneceğim. Yürüdük çünkü bayağı, imkanı yok bulamam. Gelip aldılar üç dört gün, sonra kendiniz gelin. Gözüme bir tane çocuk kestirmiştim bizim oraya yürüyen. Ömer diye bir çocuktu. Peşine takılıyordum. Çıkışta bekliyordum. O yürürken peşinde takılıyordum. Çok ağladım ilk 15 gün geri götürün bizi diye. Sonra baktım o işin de kaçarı yok. Sonra kestik ağlamayı.
-Evet. Lisede oradaydım. Bir sene Kütahya'ya gittim okumaya.
-Turizm Otelcilik. Okumadım orada. Gezdim açıkçası. Takıldım orada. Oyunculuk sınavına girmiştim. Kazanamadım.
-9 Eylül. Başka hiçbir yere girmedim. Orayı çok istiyordum.
Ben oyunculuğun bir okulu olduğunu bile bilmiyordum açıkçası.
================
-Yok. Abim vardı beni okula hazırlayan. Selim Taylan Ertuğrul. Hayatımın çok önemli bir aşamasında hep yanımdaydı. O orada okuyor diye ben de gayri-ihtiyari orayı istiyordum. Hatta o dedi bana. Ben bunun bir okul olduğunu bile bilmiyordum açıkçası. Dedi ki "Ben seni sınava sokmak istiyorum." Dedim "Ne sınavı?" Dedi "Oyunculuk sınavı." Dedim "Abi tamam." Aldı beni götürdü. O zaman eşi hamileydi, Fatma Abla. O kadar iyi insanlar ki. Bize hizmet etti eşi. Ben çalışıyorum, ezber yapıyorum. Bir hafta beni eve kapattı. Sahneye götürüyordu, eve getiriyordu. Çalıştırdı beni. Benim hayatımı değiştiren adam odur yani.
================
-Dur tam ismini söyleyeyim, bir havam olsun. 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Oyunculuk Ana Sanat Dalı. 3 yıl bunun eğitimini aldık zaten. Çok çok heyecanlıydı. Kazandığımı duyunca kalbim yerinden çıkacaktı. Çok heyecanlıydım. Hiç unutmuyorum.
Dershaneden çıkardık doğru kahvehaneye...
================
-Zordu. Bizim okul çok zordu. Hep maksimumu isterdi hocalar. Biz elimizden geleni yapardık ama her zaman çok başarılı olamıyorduk. Çok sıkı bir temposu vardı. Kimseye imtiyaz tanımıyorlardı. Herkes o saatte orada olacak. Ders kaçırmak gibi bir lüksün yok. Hep bedenen ve ruhen orada olmalısın. Zordu, ben böyle bir şey beklemiyordum açıkçası. Ne diyor ya bunlar diyordum. Ben kahvede okey oynuyordum. King oynuyorduk, okey, ihale, batak… Ne varsa oynuyorduk. Oradan da çok şey öğrendim. Faydalıydı benim için. Herkes de üniversiteyi kazandı o kahvehaneden. Bedri Abi diploma asardı kahveye. Bitirenlerin diplomasını asardı. Kahvehane çok eğlenceliydi. Dershaneden çıkardık doğru kahvehaneye... Masalar kurulur. 4. Beyler okeye 4… Çok güzel yıllardı. Benim gelişimimde çok önemli yıllardı onlar. En açık olduğumuz yıllar.
İlk rol dersinde çok zorlanmıştım. Ellerim titriyordu.
Üniversiteye gelince zorlandım. Bedensel olarak spor hayatımda hep vardı ama dans başka bir şey. Bir gün dans hocam, Sibel Hocam beni çağırdı. Bedenim katı. Menemen'den gelmişim. Dedi bak geldiğin yeri anlıyorum, ama dedi bunu yapmak zorundasın. Yoksa dedi geçemezsin. Şimdi sahnede köçekler, möçekler artık.
================
-Rızalar bizim bir üstümüzdü. Rıza Kocaoğlu, Burak Altay, Altan Düzyatan. O ekip bizden bir tık daha üstteydi ama gelir giderlerdi. Muhabbetimiz de vardı. Sarp (Apak), ben, Uğur Bilgin, Cem Aksakal. Hep biz bir evin içindeydik. Aynı evde kalmasak bile her gün bir evde aynı insanlar. Mesela Shakespeare kim ya? Sonra sora sora, göre göre… Evlerde çok sohbet ederdik oyunculuk üstüne, dersler üstüne. Orada yavaş yavaş insanlar ayılmaya başlıyor. Öbür türlü çok itici bir şey, ama anladıkça ne demek istediğini "Aa, onu mu diyormuş oğlum?" diye. Çok faydalı oldu tabii.
-İlk mesela doğaçlama dersine çıkmıştık Selda Hoca ile. Dedi ki sahneye çıkıp durun, sadece durun yani bir şey yapmayın. Diyorum ki nasıl durun, bir şey mi deniyor acaba? Hareket ediyorsun gayri-ihtiyari. Elini koyuyorsun. "Yapma yapma, dur" diyor. Durmayı öğretmeye çalıştı ilk ders bize. Dünyanın en zor şeyiymiş durmak. Bir şey yapma, dur diyor. Ne demek istiyor acaba? Hep bir alt anlam arıyorsun ya. Herkes tuhaf tuhaf şeyler yapıyor. Onlar zordu. İlk rol dersinde de çok zorlanmıştım. Ellerim titriyordu. Elini kolunu nereye koyacağını bilemiyorsun. Yavaş yavaş öğreniyorsun?
================
================
-Yok, benim tek hedefim devlet tiyatrosuydu. Doğuya gidip devlet tiyatrosunda çalışmak. Sözleşmeli veya kadrolu. İstanbul en son planımdı. Bir sene devlet tiyatrosunda çalıştım İzmir'de mezun olmadan önce. Fikirlerim biraz değişti. Çok bana uygun olmadığını anladım kurum tiyatrosunun. Daha başka bir şey yapmaya karar verdim. Okul bittiği gibi de o gün Sarplar dedi ki hemen valizini alıyorsun buraya geliyorsun. Bir tane bavul yaptım, onunla geldim. Beni karşıladılar, aldılar, götürdüler evlerine. Cebime para koydular gerektiğinde. Sarp bana bir yıl baktı. Birçok insana bir yıl, iki yıl, üç yıl baktı. Bu bir zincir. Bizim okulun öyle bir özelliği var, özellikle 9 Eylül'ün. Kalacak yeri yoksa kalacak yer temin edilir. İhtiyacı olan varsa yardımcı olunur. Herkes birbirini kollar. Mesela bir iş varsa, bir işte bir açık varsa şöyle biri var denir. Birbirine yardım eder insanlar.
-Maddi olarak tıkanma İstanbul'da tabii ki de yaşadım. Hatta bir gün hiç unutmuyorum Uğur Bilgin ile -kaderimizdir, her yere birlikte gideriz- diziler de bölümlük işlere gidiyorduk. Cesaretin Var mı Aşka mı öyle bir diziydi. Altan oynuyordu. Biz bu sefer devamlı rol diye anlaştık. Gittik oraya. Bir tane yönetmen yardımcısı. Recep'ti adı. Hiç unutmuyorum. Kel bir çocuk. Böyle yaptı: "Sen! Kısa olan gel bakayım!" Dedim bu nasıl...! Dedik, siz devamlı çağırdınız bizi. Bize böyle davranmayın, biz okul mezunuyuz falan. Öyle bir konuşma oldu. "Hmmmm" dedi, geçiştirdiler. Biz Erdem Baş'ın evine gittik sabahına. Kardeşim bize böyle yaptılar deyip paramızı da alamayıp o işten öylece ağlaya ağlaya bertaraf olmuştuk.
-Çok hareket ediyorsun derim. Birader bir yavaş, bir de az konuş derdim. Çok konuşuyorsun derdim. Ama o yolda ona başka hiçbir şey diyemezdim. Çünkü öğrenmesi gerekiyordu yüzlerce binlerce şeyi. O yüzden o kadar aç, saldırgan davranıyordu bence. Biraz da anlıyorum onu.