Beş kız kardeşin tanıdık ve samimi hikayesini anlatan bir film. Filmin başrol oyuncuları Türk, filmin üslubu hem Fransız hem Türk... Mustang, uzun zamandır sinemanın başına gelen en güzel şeylerden birisi. Üstelik şimdi de Oscar adayı!
Mustang, Deniz Gamze Ergüven’in ilk uzun metrajı. Filmde beş yetim kız kardeşin muhafazakar amcalarının yanında yaşadıkları anlatılıyor. Basit ve tanıdık bir taşra kasabası, burada bir ev, içinde amcanın beş okullu yeğeni ve bu yeğenlerin basit eğlencelerinin başlarına olmadık sorunlar açması anlatılıyor. Okullarındaki arkadaşlarıyla deve güreşi yapan kızlar, bunun köyde bir dedikoduya dönüşmesiyle birlikte amcaları tarafından eve kapatılıyor. Toplumsal baskının –ya da bundan birkaç yıl evvel bol bol kullandığımız haliyle “mahalle baskısı”nın- muhafazakar çevrelerdeki boyutunu, bir ilk film heyecanı ile anlatıyor Mustang.
Yönetmen Deniz Gamze Ergüven, Time Out İstanbul’a verdiği röportajda projenin ortaya çıkış sürecinin ve filmin konusunun kişisel deneyimlerine dayandığını söylüyor:
“(...) Lale gibi ben de büyük bir kadın ve kız topluluğundan oluşan bir ailenin en küçüğüyüm. Kızların oğlanların omuzlarına çıkarak yol açtıkları küçük skandal, boy sırasına göre dayak yemeleri... Bunlar gördüğüm veya yaşadığım durumlar.”
Öncelikle şunu söyleyelim: Mustang, çevrenizdeki gerçekleri kabul etmekte zorlanıyorsanız veya o korkunç gerçeğin bizzat kendisiyseniz sizi rahatsız edecek, tırmalayacak, gözlerinizi yakacak. “Böyle bir şey yok” da diyeceksiniz, “bunlar kötü niyetli” de diyeceksiniz, “Avrupa’ya yaranmaya çalışıyor” da diyeceksiniz, “sokakta karşılığı yok” da diyeceksiniz. Ancak bilmeniz gereken şey şu; hem bu gerçeğin kendisiyken, hem de en rahat ettiğiniz yerler Beşiktaş veya Kadıköy sokaklarıyken elbette sokakta bunun karşılığını bulamazsınız. Zaten Mustang, sokağı değil bir evin, bir kasabanın içini anlatıyor.
Film hakkında yazılan eleştirilere kısaca bir göz attığımızda da yukarıdaki paragrafı doğrulayacak şeyler görüyoruz. Baskıya ve muhafazakarlığa dışarıdan bakabilen, yaşam tarzıyla bunların hedefi olan eleştirmenlerin neredeyse tamamı Mustang’i destekliyor, anlıyor ve olumlu eleştiriler getiriyor. Bir ilk film olduğunu gözden kaçırmadan yorumluyor bu eleştirmenler... Tam zıttı cenahta ise hırs, öfke ve bir reddediş eylemi hakim. Kimi “Karanlık Hikayelerin Sömürüsü” başlığını kullanıyor, kimi filmin “Batı’ya şov yaptığını” söylüyor, kimi “Fransız kadar yabancı” buluyor.
Embrace the Serpent yarışmaya Kolombiya’dan katılıyor. Siyah-beyaz olan yapım, 1909 ve 1940’ta geçen iki hikayeyi ustaca bir şekilde birleştirerek anlatıyor.
Laszlo Nemes’in ilk uzun metrajı olan Son of Saul, favori aday. Bir Yahudi tutsak ve bir sonderkommando’nun yaşadıklarını anlatıyor.
Theeb, İngiltere doğumlu ve Ürdün asıllı yönetmen Naji Abu Nowar’ın Arap çöllerinde 1916 yılında yaşayan bir çocuğun hayatta kalabilmek için hızlıca olgunlaşma çabalarını anlatıyor.
Aslında bunu birbirimize değil de ilgililere sormamız gerekiyor. Türkiye’nin belki de Oscar’a en çok yaklaştığı an olacaktı bu. Ancak olmadı.
Neden olmadığını filmin yönetmeni Ergüven “Bizim aday gösterilmeyeceğimize dair sinyaller almıştık, şaşırmadık. Türkiye’den ‘hayır’ gelmesini takip eden 24 saat içinde Fransa’da seçildik zaten.” sözleriyle anlatıyor. Yani, Fransa'nın Oscar adayı, Türkiye'den olumsuz yanıt almış!
Biraz da izleyici özeleştirisi ister miyiz? Belki de Mustang Fransa’da 450 bin, Türkiye’de 18 bin izleyiciye ancak ulaşabildiği için Türkiye’nin değil de Fransa’nın adayıdır? Biraz kendimizi sorgulamalıyız.
Film Fransa-Türkiye-Almanya-Katar ortak yapımı, Türkiye’de geçiyor, bir Türk yönetiyor, defalarca ödül alıyor ve Türkiye ev sahipliği yapmak dışında hiçbir süreçte yer almıyor. Bu da bize ders olsun. Sporcuların, sanatçıların, akademisyenlerin, bilim insanlarının uzun zamandır iyilerini yetiştiremiyoruz. Yetiştirsek bile ülkede tutamıyor, onları desteklemiyor, hatta yeri geliyor linç ederek köstek oluyoruz.