HABER

Osmanlı hiç gerilemedi mi?

Osmanlı hiç gerilemedi mi?

* Gerilemeye başlayan bir devlet 350 yıl süper güç olarak ayakta kalabilir mi?

* Yoksa Osmanlı İmparatorluğu tarihini yeniden mi yazmak gerekecek.

* Tarihçilere göre kendi tarihimizi artık sömürgecilerin modeliyle okumaktan vazgeçmemiz gerekiyor.

* Dünyaca ünlü tarihçiler konuşulmadıkları konuşuyor.


Muhteşem Süleyman’dan sonra Osmanlı Devleti geriledi mi? Yoksa değişen dünya şartlarına göre kendisini zamanın ruhuna mı teslim etti? Osmanlı tarihini yeniden dönemlere ayırmak mümkün mü? Tarih alanında yeni bir açılım mı gerek? Araştırmacı yazar Mustafa Armağan “Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak-Gerileme Paradigmasının Sonu” adlı kitabında Osmanlı tarihi üzerine derin bir tartışma başlatıyor.


Halil İnalcık, Kemal Karpat, Cemal Kafadar, İlber Ortaylı, Jane Hathaway, Jonathan Grant, Cornell H. Fleischer gibi pek çok ünlü tarihçinin yazdıklarından yola çıkarak Osmanlı tarihinin gerilemesi tezine ciddi bir muhalefet geliştiriyor. Özellikle Bernard Lewis’in Osmanlı’nın gerilediğine dair tezinin Hungtington’un Medeniyetler Çatışması görüşüne zemin hazırladığını belirterek “Artık gerileme paradigmasının sınırlarına dayandık” diyor.


Kimilerine göre Osmanlı İmparatorluğu’nun evrelere ayrılması ve bilhassa “Gerileme Dönemi” tasnifi sömürgeci bir bakış açısını, kimisine göre keyfi ve muğlak bir yaklaşımı, kimisine göre ise insan hayatından ilham alan antropomorfik bir yaklaşımı temsil ediyor.


Bazı tarihçilere göre Osmanlı tarihine bu tür yaklaşım bir baskının ürünü. Hatta “gerileme” diye bir şeyden söz edilemeyeceğini düşünenler bile var. Konunun uzmanı tarihçilere göre artık kendi tarihimizi kendimiz okumamızın ve yazmamızın zamanı geldi. İşte tarihçilerin görüşleri…


Osmanlı tarihinin büyüme, olgunluk ve çöküş olmak üzere bu insan biçimli (antropomorfik) ayrımı, Abdurrahman Şeref ve Yusuf Akçura vasıtası ile günümüze kadar ulaşmış ve Türkiye’deki okul kitaplarının dayandığı klasik ayrım olmuştur. Osmanlı tarihinde çağlara ayırmada hâlâ antropormorfik insan biçimi yöntemi izleniyor. Yani doğma büyüme ölme prensibi.


Tamamen değişmelidir. Tarihi dönemlere ayırma uğraşısında önceden tasarlanmış bir tarih naziresine dayanan kesin bir çerçeveye ihtiyacımız yoktur. Şimdi öncelikle Osmanlı İmparatorluğu ile yabancı güçler arasında kurulan denge durumunu, daha sonra imparatorluk içinde hükümdarın yetkilerinin gelişmesini ve bunun imparatorluk içindeki diğer güçleri karşı karşıya getirdiği denge durumunu ve son olarak da devletin askeri, mali ve sosyal kurumlarının dayandığı toprak mülkiyeti sistemini “birbirine takip eden dönemler” bakış açısıyla incelemeyi öneriyorum.


Gerileme tezini savunanlara göre Osmanlıların askeri teknoloji alanındaki geriliği Osmanlı gerilemesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu geçerli bir iddia değildir. 1683 yılından sonra Türklerin muharebe, savaş ve toprak kaybettikleri doğrudur. Ama 1740 yılına kadar Büyük Petro’yu yenmeyi başarmışlar, Venedik ve Avusturya’dan topraklarını geri almışlar ve İran Cephesini sabit tutmayı başarmışlardır. Osmanlı zaferlerinin ilişkisi mağlubiyetlerinin şanssızlıkla olan ilişkisinden fazla değildir.


1801 yılında Fransız devrim ordusu karşısında Osmanlı güçlerinin Mısır’da El-Honka muharebesinde kazandığı zafer, Türk ordusundaki canlanmanın en büyük kanıtıdır. 15 ila 18. yüzyıllar arasında Osmanlılar askeri teknolojinin iki yayılma dalgasını yakalamayı başarmış, her seferinde yabancı uzmanlar ve yabancı modellerin taklit edilmesiyle üretim seviyelerini yükseltebilmiştir. Teknik zaman içinde değişse de uyarlanma yetenekleri sayesinde üçüncü seviye üretici olarak kalmayı başardıklarından Osmanlıların “gerilediği” fikri yanlış ve yanıltıcıdır.


Osmanlı tarihinin bölümlere ayrılması biraz keyfidir ve imparatorlukla ilgili önyargıların ürünüdür. Osmanlı tarihinin bu şekilde yazılması yönünde fazlasıyla baskı bulunmaktadır. Örneğin eski Osmanlı eyaletlerindeki tarih eğitiminin milliyetçi yapısı ya da öğretmenlerin sınıflarda yüz yüze geldikleri daha sıradan pedagojik öncelikler.


Osmanlı tarihini ya da herhangi bir siyasi, sosyal ya da kültürel yapıyı yükseliş ve gerileme dönemlerine göre tarif etmek yanıltıcı olmaktadır. Osmanlı tarihinde meydana gelen büyük değişimler bir anda gerçekleşmiş olaylar olmadığından bunları anlamaya çalışırken bölümlere ayırmaya değil, devamlılıklara ağırlık verilmesi daha yerinde olacaktır.


Bir Osmanlı tarih araştırmacısı olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileyip gerilemediğinden pek de emin değilim. Fernand Braduel’in 16. yüzyıl sonrası Osmanlı devleti ve toplumuyla ilgili olarak gerilemeyi kabul etmez. Medeniyet ve Kapitalizm eserinde “19. Yüzyılın ilk dönemlerinden önce Türk İmparatorluğunun gerilemesinden tam olarak söz edilemez” diye yazmıştır.


Gerileme denilen şey 17. yüzyıldan sonra büyüyüp zenginleşen şehirlerin ortaya çıkışı fenomenini nasıl açıklayabilir? Gerileme kavramının gevşekliğine ilaveten bir de onun kesinlik ifade etmediğini gözardı etmemek gerekir. (Fakat) Son üç buçuk asırlık pek çok gelişme ve olay, ayrıma tabi tutulmaksızın gerileme başlığı altında değerlendirilmiştir. Sözgelimi neden fiyat devrimi 16. yüzyıl Avrupası için ekonomik patlamanın işareti sayılıyor da Osmanlı imparatorluğu için felaketin işareti oluyor?


18. yüzyılın ilk 50 yılı boyunca devlet barışa huzura kavuşmuştur, Kemal Karpat bu dönemin neden ihmal edildiğine ve yüz üstü bırakıldığına ilişkin son derece önemli bir başka tespitte bulunur. “Bu can alıcı dönemin ihmal edilmesinin muhtemelen bir başka sebebi de vuku bulan gelişmelerin (ilk dönemlere kıyasla) nispeten karmaşık bir mahiyet arz etmesi ve onları incelemeye müsait kavramsal araçlardan mahrum bulunmasıdır” der.


Osmanlı tarihini Kemal Karpat “Uç beyliği dönemi 1299- 1402, merkezileşmiş yarı-feodal safha 1421-1596, bölgesel özerklik ve Ayanlar 1603-1789, ulus devlet aşaması; modern bürokrasi ve aydınlar 1808-1918” olarak isimlendiriyor. Karpat yeni dönemlendirmesinde ne İstanbul’un fethi gibi bir zaferi ne de Viyana kapılarında geri dönüşümüzü kıstas almaktadır. Karpat’ı ilgilendiren kıstas kurumsal değişimlerin özellikle de bürokrasideki ana istikamet üzerinde hangi çapta etkili


Bizim battığımız, çürüdüğümüz, çöktüğümüz yoktur. Senelerce bu memlekette hem sağda hem solda insanlara tarihte bu öğretiliyor. Batmak… Bunun kadar manasız, bunun kadar gerçekle teması olmayan, indi bir yorum, üstelik de tahripkâr bir yorum yoktur. İnsanların bir kısmı bunu safdilliğinden, üzüntüsünden söyler. Bir kısmı da cehaletinden ve siyasi amacından söyler.


Siyasi bir program vardır. Hiçbir şekilde battığımız yoktur. Biz diriyiz. Daima değişiyoruz, daima değişen dünya şartlarına karşı kendimizi uydurmaya çalışıyoruz ve daima öncü olmak için çaba kavga ediyoruz; önümüzde model de yoktur. İslam âleminde Türkler için model yoktur; çünkü biz modern bir dünyada muasır medeniyet hem benimsemek, hem de onunla kavga ederek tarihimizi ve kimliğimizi korumak zorunda olan bir milletiz.


Belli bir alternatif ortaya koymadan önce bana kalırsa mümkün olduğu kadar Osmanlı tarihine yönelik tahlilleri genişletmemiz lazım. Siyasi tarihçiler, inhitat (gerileme) denilen paradigmaya karşı çıkıyor, onun yerine transformasyonu (dönüşümü) öneriyorlar. Bu biraz daha nötr bir deyim ama yine de bir özcülük getiriyor. Nedir dönüşen? Çoğu tarihçiler Osmanlı devletinin hem başarısının hem de başarısızlığının kendine özgü ve her zaman içinde var olan bir öz olarak görüyor.


Yükseliş devri kurumsal olarak düz bir süreç olarak gösteriliyor. İmparatorluğu baz aldığımızda onu başarılı kılan şey başka bir bağlamda gitgide başarısızlığa sebep olmuştur gibisinden bir paradigma çıkıyor ki, pek makul değil. Osmanlıyı daha dinamik bir süreç olarak algılamak ve incelemek gerekiyor. Bir örnek vereyim. Kanuni devrini altın çağ olarak görüyoruz. En azından tohum olarak 14. yüzyılda mevcut bazı kurumların zirve noktası olarak gösteriliyor bu devir. Halbuki o tarihe bakarsanız hiç öyle değil. Kanuni devrinde kurumlar tam bir arayış içinde.


Araştırmacı yazar Mustafa Armağan “Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak-Gerileme Paradigmasının Sonu” adlı kitabında Osmanlı tarihi üzerine derin bir tartışma başlatıyor.


Halil İnalcık, Kemal Karpat, Cemal Kafadar, İlber Ortaylı, Jane Hathaway, Jonathan Grant, Cornell H. Fleischer gibi pek çok ünlü tarihçinin yazdıklarından yola çıkarak Osmanlı tarihinin gerilemesi tezine ciddi bir muhalefet geliştiriyor.


Kaynak aktüel

En Çok Aranan Haberler