Osmanlı'da ceza sistemindeki en büyük iki ceza boğdurma ve kelle alma idi...
(bazı kaynaklarda verilen kazığa geçirme, çengel ve farklı ceza yöntemlerini bir sonraki içeriğimizde inceleyeceğiz)
Tabi bu işi alelade askerlere yaptıracak halleri yoktu değil mi? Genellikle çingenelerden seçilen, sağır ve dilsiz olmaları koşulu aranan, Bostancıbaşı'na bağlı bu emir kulları 15. yüzyılda ortaya çıkmış, 16. yüzyılda padişahın özel korumalığını yapar duruma gelmiş bu acımasız emir erleri...
İdam biçimleri cezaya ve idam edilecek kişiye göre farklılıklar gösteriyordu elbet. Mesela dönemin özel askerleri yeniçerilerin kellesi celladın özel satırı ile alınırken sıradan şahısların başları kılıç ile vurdurulur, devlet erkanından olanlar ise genelde kement ile boğdurulurmuş. Hanedan soyundan olanlar ise yine boğdurma biçiminde fakat genelde yay kirişi ile boğuldukları bir çok kaynakta yazmakta. Bilindiği gibi soydan gelenin kanı akıtılmaz idi...
Tarihi kaynaklarda birçok isim olmasına rağmen Osmanlı'nın en ünlü celladı şüphesiz ki Evliya Çelebi'nin de çokça bahsettiği Kara Ali idi...
Osmanlı tarihçisi Naima ve Evliya Çelebi'nin de şöhretinden söz ederek adını andıkları bu cellâtbaşı, yamağı Hamal Ali ile birlikte, bir padişah (Sultan İbrahim), 10’dan fazla sadrazam, bir o kadar da vezir ve paşanın canını aldı. Hatta boğarak öldürdüğü ve sonrasında cesedine taş bağlayarak Marmara sularının derinliklerine attığı ünlüler arasında, şair Nefi bile var. İdam ettiği insanların sayısı belli olmayan bu acımasız celladın infazından kaçmaya çalıştığı tek kişi vardı; o da “Deli” lakabıyla anılan Sultan İbrahim'di.
Lakabından anlaşıldığı gibi bir Çingene olan Kara Ali hakkında, Türk tarihçi ve yazar Reşad Ekrem Koçu Evliya Çelebi'nin yazdıklarından yola çıkarak kendisi hakkında şunları söylemekte;
“...Neuzubillâh, çehresinde nur kalmamış zehir gibi bir adamdı. Yaz-kış kolları sıvalı, baldır bacak çıplak; göğsü bağrı açık gezerdi. Suçlu, masum, genç, ihtiyar, haydut vezir, Alim, Müslüman, Hristiyan, kadın, erkek ayırt etmezdi. Onun için yalnızca kement geçirilecek boyun, satır çalınacak ense vardı… Hatta birçok defalar idam ettiği adamın kim olduğunu bile sorup, öğrenmeyi merak etmemişti. Amiri olan Bostancıbaşı’nın “boğ !” dediğini boğar, “vur !” dediğinin başını uçururdu… Sokağa çıktığında, sağ omzundan çaprazlama asılmış bir yalın kılıç sallanır, kuşağının bir kenarında da yağlı kemendi görünürdü. Bazen bu korkunç görünümünü kerpeten, burgu, çivi, buhur fitili, deri yüzecek ustura, demir tas ve ayak kıracak çekiçler gibi işkence aletleri tamamlardı. Ustura ile kazınmış başında da kırmızı keçeden cellat külahı bulunurdu."
Kara Ali hakkında Ağustos 1952’de, Resimli Tarih Mecmuası’nın 32. sayısında, Ahmet Refik Altınay, “Osmanlı tarihinin korkunç siması: Cellat Kara Ali” başlıklı bir yazı yayınladı. Şimdi paylaşacağımız bölümde Sultan İbrahim'in nasıl katledildiği tasvir edilmekte;
"...Cellat Kara Ali’nin en mühim eseri, Sultan İbrahim’in katliydi. Kara Ali; şeyhülislam, Sadrazam Sofu Mehmet Paşa, kazasker ve şakirdi Hamal Ali ile hep birlikte, Sultan İbrahim’i boğmaya gittikleri zaman, sanatında ilk defa büyük bir zaaf göstermişti. Kara Ali, IV. Murat zamanından beri vezirler kesmiş, şeyhlerin boynunu vurmuş, devletlûler boğmuştu; fakat padişaha el uzatmaya cesaret edemiyordu. Sultan İbrahim, perişan ve müteessir, ağlıyor feryat ediyordu. Kara Ali, kimsenin haberi olmadan sıvışmıştı. Sadrazam elinde değnek, onun peşinden koştu: “Bre kani şol melûn!” diye bağırıyordu. Fakat Kara Ali, kelleleri bir vuruşta uçuran emektar cellat, bu cinayeti irtikâp edemiyordu. IV. Murad’ın has celladı, sadrazamın ayağına kapandı, ağladı: “Devletlû, beni katl eyle, havf ile ra’şeden elim ayağım tutmaz” dedi. Bütün vücudu titriyor, sadrazama ağlaya ağlaya yalvarıyordu. Kara Ali yalvardıkça sadrazam değnekle yüzüne gözüne vuruyor, mütemadiyen, “Bre melûn! İşin gör!” diye bağırıyordu. Nihayet Kara Ali, şakirdi ile beraber, Sultan İbrahim’in mahpus olduğu odaya girdi, feryatlar ve gözyaşları içinde Sultan İbrahim’i boğdu. Cellatlıkla temayyüz eden Kara Ali, kalbinde zayıf bir merhamet noktası bulunduğunu göstermiş, bu cinayeti irtikapta teehhür ettiği için müftii enâmın ve sadrazamın itabına duçar olmuştu.”
Yine aynı yazıda, Cinci Hoca üzerindeki etkisi anlatılmakta ki gerçekten çok ilginç...
*“...Kara Ali’nin son icraatı pek yerinde olmuştu. Koca cellat, Cinci Hoca’yı korkutacak, topraklara gömülü altınlarını, güğümlerle filorinlerini meydana çıkaracaktı. Cinci paralarını muttasıl inkâr ediyordu… Kara Ali, kemali vakar ile Cinci’nin hapsedildiği odaya girdi. Hocanın beti benzi atmıştı. Kara Ali hiç itidalini bozmadı. Odanın ocağına iki taş koydu. Kamış, aşık ve daha sair işkence aletlerini de meydana döktü. Cinci’ye mülayemetle yaklaştı: “Söyle efendi sultanım söyle! Bu tedarikler sultanım içindir” dedi. Cinci Hoca şaşırdı, paralarını bir türlü söyleyemiyordu, muttasıl ağlıyordu. Nihayet duvarlarda, merdiven altlarında gömülü çil akçalarını, halisülâyâr altınlarını söyledi. Kara Ali’nin bu hizmeti son ve nafi bir hizmetti: Bu akçalarla askerin ulufesi verilecek, Cinci parası, zûyuf akçadan, Çingene akçasından başka bir şey görmeyen İstanbul piyasasında büyük bir rağbet görecekti. Kara Ali bu son vazife ile mesleğini tetviç etti; fakat o sene kendi de, zelil ve hakir, kurbanlarının yanına gitti.”
(*Kaynak: Turgay TUNA – Popüler Tarih Dergisi / 75.Sayı / Kasım 2006)