Pakistan'da 8 Ekim'de sesler kesildi, hayat durdu. Yer yarıldı, binalar yerin içine girdi. Acı inanılmaz derecede büyüktü. Binlerce ocak söndü, 73 bin can yok oldu. 100 bin kişi de yaralandı. Bir okulda ders esnasında gelen Richter ölçeğine göre 7.6 büyüklüğündeki deprem 700 çocuğun hayatına mal oldu. Pakistan genelinde 32 bin çocuk hayatını kaybederken 160 bin çocuğun yaralandığı tahmin ediliyor.
Türk Kızılay ekipleri depremden 2 saat sonra olayı haber aldı. Türk ekipleri bir gün sonra Muzafferabad'a ulaşıp kriz masasını kurarak olaya müdahale ediyordu. Ama dağlık bölgelerden oluşan Pakistan'da yolların kapalı olması, zaten zor olan işleri daha da zorlaştırıyordu.
İşte İHA muhabiri Alpay Yalçınkaya'nın Pakistan'da deprem bölgesine yaptığı ziyaretindeki izlenimleri:
Yolculuğumuz Pakistan'ın başkenti İslamabad'da başlıyor. İslamabad'da gezdiğimiz Kızılay kampında yaşayan insanların ne kadar aciz ve ne kadar fakir oldukları adeta yüzlerinden okunuyordu. Fakat Türk olduğunuzu söylediğinizde, derin acılarla dolu yüz ifadelerinde bir gülümseme meydana geliyordu. Yüzlerinde, yılların verdiği, artık kat kat olmuş esmer tenlerinin üzerine bir gölge gibi düşmüş kırışıklıkların ardında o tebessümle karşılaşmak insanı bir tuhaf yapıyor. Pakistan'daki depremin hemen ardından buraya gelen Türkler adeta el üstünde tutuluyor. Pakistan'a adım atar atmaz Türk olma ayrıcalığını yaşıyorsunuz. Pakistan halkı Türk olduğunuzu öğrendiğinde etrafınızda pervane oluyor ve sizin için ne yapabileceğini soruyor.
FAKİRLERDE DEPREMİN AÇTIĞI AĞIR YARA BARİZ BİÇİMDE GÖRÜNÜYOR
Pakistan'da iki zıt hayat iç içe. Aşırı zenginlerle aşırı fakirler bir arada bulunuyor. Burada zaten fakir olan insanlar arasında depremin açtığı ağır yara çok bariz bir şekilde gözüküyor. İnsanlar sokaklarda, çadırlar içinde sağlıksız şartlarda yaşıyor. Burada önemli olan acilen
barınabilecekleri binaların yapılması. Hepsi onu istiyor. Çünkü sağlıksız ortamlardaki çadırlarda yaşıyorlar. Hijyen yok, soğuk, insanların direnç noktalarını kırıyor ve insanları canlarından bezdiriyor. Karınları doysa da üşümeye çare bulamıyorlar. Çadırlarının içinde ateşler yakıyorlar, çadırın içini bir duman bulutu kaplıyor, göz gözü görmüyor. İnsanın genzini yakıyor, nefes almakta zorluk çekiyorsunuz çadırın içinde. Biraz olsun soğuğu kırar diye üzerlerine kat kat çullar atıyorlar ama nafile. O soğuk insanın kemiklerine öyle bir işliyor ki, insanları perişan ediyor. Gezip gördüğümüz tüm çadırlarda, başta çocuklar olmak üzere tümünde hastalıklar baş göstermeye başlamıştı. Dertlerinin birinci sırasında soğuk, ikinci sırada hijyen geliyor. Halkın neredeyse birçoğu bitlenmiş diyebilirim. İnsanlar biraz güneş yüzü gördü mü çadır önüne çıkarak çocuklarının bitlerini temizliyor.
Kızılay'ın burada yaptığı görev çok büyük. Kızılay büyük bir misyon üstlenmiş ve bunu da alnının akıyla yerine getiriyor. Ekipler büyük bir fedakarlıkla çalışıyorlar. Gönüllerini bu işe vermişler. Kızılay çalışanları kurdukları çadır kentlerle, fırınlarla, sahra hastaneleriyle büyük bir özveriyle çalışıyorlar.
Kızılay ekibi ile yerel halk birbirine öyle kaynaşmış ki beraber kriket oynuyor, maç izliyor, şarkı söylüyorlar. Hatta kamplardan birinde, depremden sonra dünyaya gelen çocuklarına kamp sorumlusunun ismini bile vermişler. Oktay bebek, kampın maskotu olmuş.
MÜSTAKİL BAHÇELERİ BULUNAN ÇADIR KENTTE KALMAK BİR AYRICALIK
Çadır kentlerden biri de İslamabad'da kurulmuştu. 800'ü kadın ve çocuk, bin 250 depremzedenin barındığı çadır kent, yanı başındaki çadır kentlerden oldukça farklı. Müstakil bahçeleri bile bulunan çadır kentte kalmak bir ayrıcalık. Öyle ki çadır kentte hastane, aşevi, sosyal tesisler ve rehabilitasyon merkezi de yer alıyor. Bu çadır kentin bir özelliği de Keşmir'in Hindistan ve Pakistan kontrolünde yaşayıp ilk başlarda yıllara dayanan kavgalar yüzünden bir arada kalmak istemeyen Keşmirlilerin burada barış içinde yaşamaları. Çadır komşusu olan bu Keşmirliler, Keşmir meselesine çözüm arayan yetkililerin bile dikkatini çekmiş
Muzafferabad'da depremzedeler yaşadıkları büyük acıları yüreklerine gömerek bayram namazı için enkaz arasında saf tuttu. Deprem sonrasında büyük hasar gören, geride yalnız çatlamış mihrabı kalan camide yaşlısı genci, küçüğü büyüğü ile bin 500 kişi saf tuttu. Eidgahah camii (Cuma camii) imamı Abdullah, sabah vaazında kendilerini yalnız bırakmayan başta Türkiye olmak üzere Müslüman ülkelere teşekkür etti ve "Allah onların kötü gününü göstermesin" diye dua etti. Türkiye'nin Pakistan'ı yalnız bırakmadığını ve bunu hiç unutmadıklarını söyleyen imam, "Türkiye Pakistan, Pakistan da Türkiye demektir" şeklinde konuştu.
Duaların ardından bayram namazı kılan halk, bayram için deprem enkazından çıkarabildikleri en yeni elbiselerini giyip saçları taranmış olarak sabah erkenden kalkıp bayram namazına hazırlandı. Bazıları da avluda soğuk suyla başlarını yıkayarak bayrama hazırlandı. Bayram namazından çıkan insanlar dnemli olan acilen
barınabilecekleri binaların yapılması.öncelikle çadırlarına giderek aileleriyle görüştükten sonra depremde kaybettikleri yakınlarının mezarları başına giderek dualar ettiler. İnsanlarda bir bayram havası vardı ama gözleri çok derinlere gidiyordu. Bundan 3 ay önce sevdiklerini kaybetmişlerdi. Depremde yavrusunu, anne babasını kaybedenlerde bir yandan bayram sevinci bir yandan da büyük bir burukluk vardı. "Eid Mübarek" (Bayramınız mübarek olsun) sözleriyle birbirlerini kutlayıp büyük bir sevgiyle sarılıyorlardı. Maddi durumları iyi olan, birkaç kuruş biriktirenler çadırlarının önünde kurbanlarını kesiyor ve dağıtıyorlardı. Türk Kızılayı tarafından ülke genelinde 9 bin kurban kesildi.
RERA'DA TÜRK'ÜM DEDİĞİNİZ ZAMAN BÜYÜK BİR HÜRMET GÖSTERİYORLAR
Yolculuğumuzun 3. gününde deprem felaketinin en yoğun hissedildiği Bah iline gittik. Sabah erken saatte yola çıktık. Bah, Muzafferabad'a 110 kilometre mesafede fakat yol, çok sarp ve engebeli olduğundan 5-6 saat sürüyor. Uzun bir yoldan sonra nihayet Bah'a, oradan da Kızılay kampının kurulduğu Rera köyüne ulaştık. Akşam olmuştu. Burada hava sadece 5 saat güneşli ve geri kalan zamanda hiç güneş görülmüyor. Rera'da Türk'üm dediğiniz zaman çok büyük bir hürmet gösteriyorlar. Oturuyorlarsa anında ayağa kalkıp yer gösteriyorlar. Bugün Rera köyüne varır varmaz köyde bir dolaşalım dedik ve köyün içlerine doğru gezip halkla sohbet etmeye başladık. İnsanlar sefalet içinde ama hepsi bizleri içeriye çay içmeye, yemek yemeye davet edip ellerindekileri bizlere sunmaya çalışıyor. Çok büyük misafirperverlik örneği sergiliyorlar. Aşırı ısrarlara dayanamadık ve bir aileye misafir olduk. O fakir ailenin bizim önümüze koyduğu sütlü çay ve pastalar belki de akşam yiyecekleriydi. Neleri varsa sundular. Hepsi önümüzde sıraya dizildi. Ağzımızdan çıkacak bir kelimeye bakıyorlar. Gerçi Urduca bilmediğimiz için anlaşamıyoruz ama kalplerimiz konuşuyor, gözlerimiz ve yüreklerimizle anlaşıyoruz.
Pakistan bir zamanlar İngiliz sömürgesi olduğu için ihtiyarların hepsi İngilizce biliyor. Genç nesilden de özel okullara gidenler İngilizce biliyor. Bazı devlet okulları da İngilizce eğitimi veriyor.
Rera köyünde tüm okullar yıkılmış ve yıkılan okullarda 16 öğrenci hayatını kaybetmiş. Türk Kızılayı burada 2 tane çadır okul kurup öğrencilerin derslerinden geri kalmamasını sağlayarak
çok güzel bir iş daha yapmış.. Öğrencilerden Şerafettin, okuyup doktor olmak istediğini ve burada insanlara yardım etmek istediğini belirti ve "Bu okulun kurulması bizim belki de ileriye dönük hayatımızı kurtardı. Eğitimden çok fazla geri kalmak istemiyorduk" diye konuştu.
TÜRK KIZILAYI, ULAŞAMADIĞI KÖYLERE KATIRLARLA YARDIM GÖTÜRÜYOR
Depremzedelere yardım götürmek için her yolu deneyen Türk Kızılayı, ulaşamadığı dağ köylerine katırlarla yardım götürüyor. Biz de 2 bin 500 metre rakımdaki dağ köylerinden biri olan Burunga'ya katırlarla beraber yürüyerek 5 saat sonunda ulaşmayı başardık. Katırlarla götürülen erzak orada yaşayan halka dağıtılırken bir ses duyuldu. Herkes o tarafa yöneldi. Titrek bir ses geliyordu, biri ağıt yakıyordu. Herkes oturdu ve dinlemeye başladı. Birden insanların üzerinden yorgunluk kalkmış, yerini hüzün almıştı. mli olan acilen
barınabilecekleri binaların yapılması.Ağıt bittikten sonra öğrendik, bir taşın üzerinde oturup ağıt yakan, Derviş Mia İrfan'mış. Sorduk "Ne dedin" diye, "Allah Türklere güç verdi. Türkler bizlere yardıma geldi. Çevredekiler onları görmeye geldi. Kalbim kan ağlıyor, acım büyük. Canlar kaybettim" şeklinde bir ağıt yakmış. Bunu öğrenince daha da duygulandık ve sohbet ettik. Mia amca eşi ve üç çocuğunu kaybetmişti. Yani sorunları, dertleri oldukça fazlaydı. Bazı bölgelerde insanlar çadırlardan kurtulmuş, çelik evlere yerleşmişti. Bunlar çok rahatlardı, soğuk onları hiç etkilemiyordu. Kendileri oturmuştu evlere ama diğer arkadaşlarını düşünüyorlardı. Müstahak amca "Bizim evlerimiz var, sağ olun, oturuyoruz ama bunlardan diğer arkadaşlarımıza da lazım. Buralar çok soğuk oluyor, eksi 22 derece oluyor. Burada yaşam zorlaşıyor, onun için bir an önce bu tür evlere geçmemiz gerekli" diye dert yandı. Kendi kurtulmuştu ama o yine dostlarını düşünüyordu.
Pakistan'da iki uç var, aşırı zenginler ve aşırı fakirler. Pakistan'da zenginler günlük alışverişlerini Dubai, İngiltere gibi ülkelerden yapıyor, çocukları eğitimlerini yurt dışında sürdürüyorlar. Üst tabaka alttaki fakirleri hiç gözetmiyor, onlara ekmek vermek için bir çabada bulunmuyor. Alt kesim de hayatlarını ancak idame ettirirken bu depremin meydana gelmesiyle daha da zor durumda kaldı..
Karaçi bölgesi genelde turistik bir alan. Bu bölgede organ mafyası, insan kaçırma kol geziyor. Karaçi dışarıdan gelen insanlar için çok tehlikeli bir yer olarak biliniyor.
Sonuç olarak dünya Pakistan'ı unuttu. Adeta defterden sildi. Burası bilinmeyen bir yer, onun için yardımlar da ulaşmıyor. Pakistan'a yapılan yardımlar kesilmiş durumda. Ciddi yardım faaliyetleri gösteren kuruluşların sayısı sadece 7. Birçoğu da yardımlarını nakdi yapıyorlar. Bu da Pakistan halkına zarar veriyor. Onları dilenciliğe hazırlıyor. Depremzedelere yapılacak en güzel yardım onlara ev inşa etmek.
İklim şartları yüzünden yardımlar ulaştırılamıyor. Yollar heyelan yüzünden günler boyunca kapanıyor, büyük iş makineleri olmadığı için yolların açılması uzun zaman alıyor. Çadırda hayatını sürdürmeye çalışan aileler çetin kış şartlarına boyun eğmek ve bu şartlar altında yaşamak zorundalar.
İHA