Mynet Trend

BİZE ULAŞIN

Paranızla “Şey”ler Değil Yeni Deneyimler Satın Alın

Mutluluğun en büyük düşmanı adaptasyon. Bir şeyler satın alarak mutlu olmaya çalışıyoruz. Oluyoruz da, kısa bir süreliğine. Yeni şeyler başlangıçta hepimizi heyecanlandırıyor, sonra onlara alışıyoruz ve bizi daha fazla mutlu etmemeye başlıyorlar.

Paranızla “Şey”ler Değil Yeni Deneyimler Satın Alın

İnsanlık mutlu olmanın peşinde. “Mutluluk” on yıl önce günlük dilimize bile bu derece yerleşmemişken şimdi her yerde karış karış onu arıyor, anlamını sorguluyoruz. Pek çok ekonomist için ise mutluluk, sağlıklı toplumun en iyi kıstası. Ekonomistler için bir kıstas çünkü “parayla saadet olmaz” lafı günümüz dünyasında geçerli değil. Parasızlık insanı hep mutsuz ediyordu evet ama paranın bizi normalden daha mutlu ettiği kesin. Yani bir yere kadar. Temel ihtiyaçlarımızı ya da “istek” dediğimiz şeylerin ilk basamağını hallettikten sonra para bizi mutlu etmemeye başlıyor. Bu noktada karar vermemiz gereken nokta paramızı neye harcayacağımız aslında. Sınırsız paranız varsa böyle bir karar almak zorunda değilsiniz tabii.

Çoğu insanın para harcarken kullandığı mantık aynı: konser ya da tatil gibi tek seferlik deneyimler yerine somut bir şeye, bir metaya para verirsem daha kalıcı olur. Bakar bakar mutlu olurum, kullandıkça mutlu olurum. Yani mutluluğum daha uzun sürer. Mutluluk arayışı kadar önemli bir diğer modern insan problemi tabii bu da; daha uzun süre mutlu olmak. Ancak yapılan araştırmalara göre bu tamamen yanlış bir mantık.

Cornell Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan Dr. Thomas Gilovich, yirmi yılı aşkın bir süredir para - mutluluk arasındaki ilişkiyi inceliyor.

“Mutluluğun en büyük düşmanı adaptasyondur. Bir şeyler satın alarak mutlu olmaya çalışıyoruz. Oluyoruz da, kısa bir süreliğine. Yeni şeyler başlangıçta hepimizi heyecanlandırıyor, sonra onlara alışıyoruz ve bizi daha fazla mutlu etmemeye başlıyorlar.”

Bu yüzden Gilovich, paranızı son çıkan iPhone’a ya da sahip olduklarınızla oluşturduğunuz cool’luğunuza cool’luk katacak yeni bir BMW’ye harcamak yerine sergilere, dışarıda yapabileceğiniz aktivitelere, yeni bir beceri edinmeye ya da seyahate ayırmanızı öneriyor.

Bu bulgular Gilovich’in ve Easterlin paradoksuyla ilgilenen psijkoloji öğrencilerinin Gilovich tarafından yürütülen araştırmalarının bir sentezi. Easterlin paradoksu da bahsettiğimiz “Parayla saadet olur, ama bir yere kadar.” durumu. Ekip, araştırmalarında “Alışmak mutluluğu nasıl etkiler?” sorusunu ele alıyor. İnsanlardan; bir meta satın aldıklarında hissettikleri duygularla bir deneyim satın aldıklarında hissettikleri duyguları kendi kendilerine karşılaştırmaları isteniyor. Başlangıçta her iki harcama da insanları aynı oranda mutlu etmiş. Para vermenin, karşılığında bir şey almanın ve insanın bu yolla hayatında bir değişiklik yaratmış olmasının mutluluğu. Ancak zaman içinde metanın verdiği tatmin ve mutluluk azalırken satın alınan deneyimlerin verdiği tatmin ve mutluluk artmış.

Metalar uzun süre saklayabileceğiniz/kullanabileceğiniz bir şeyken sizi tek seferde olup biten bir deneyimden daha kısa süre mutlu ediyor olması mantıksız geliyor evet. Bunun sebebi şu; metanın verdiği yenilik hissi gittikçe yok oluyor ve normalimizin bir parçası oluyor. Yani metanın bize hissettirdikleri gittikçe silikleşirken, deneyimlerimiz kimliğimizin bir parçası haline geliyor.

“Deneyimlerimiz de sahip olduklarımız da bizim bir parçamız ama deneyimlerimiz daha büyük bir parçamız. Sahip olduklarınızı çok seviyor olabilirsiniz. Hatta onları kimliğinizin bir parçası olarak görebilirsiniz. Ne olursa olsun zaman içinde sizden kopmaya devam edecekler, eski önemlerini yitirecekler. Deneyimleriniz için aynısı geçerli değil. Onlar sizin gerçek bir parçanız. İnsan, deneyimlerinin toplamından ibaret.”

Gilovich’in yaptığı bir başka araştırmaya göre; insanlar onları mutsuz ettiğini söyledikleri deneyimleri hakkında konuşma fırsatı bulduklarında, aynı deneyim hakkında çok daha pozitif değerlendirmeler yapıyorlar. Gilovich bunu, geçmişte bizi rahatsız eden, bize korkutucu gelen bir şeyin, geçmişten bir ders çıkarmak ya da bir partide anlatmak için eğlenceli bir hikayeye dönüşebilecek olmasına bağlıyor.

İnsanlarla paylaştığımız deneyimler bizi birbirimize bağlar. Ancak paylaştığımız bir tüketim deneyimi için aynısını söylemek zor. Birlikte Kaş’a tatile gittiğiniz bir insanla kendinizi daha yakın hissetmeniz, birlikte LCD televizyon aldığınız bir insana yakın hissetmenizden daha olası ve normal değil mi?

“Deneyimleri insanlarla birlikte tüketiyoruz. Deneyimlerimizi paylaştığımız insanlar, diğerlerine anlattığımız hikayenin bir parçası oluyorlar.”

diyor Glovich.

Biriyle böyle bir bağ kurmak için söz konusu deneyimi birlikte yaşamanız bile şart değil. Mesela ikiniz de interrail’e çıktıysanız ya da ikiniz de The Walking Dead izliyorsanız, bu ortak deneyimler aranızda bir bağ kurabilmeniz için yeterli oluyor.

Birinin sahip olduğu bir metayla kendi sahip olduğunuzu karşılaştırdığınız oluyor mu hiç? İtiraf edelim, hepimizin oluyor. Ancak birinin yaşadığı deneyimle kendinizinkini karşılaştırdığınız nadiren oluyordur. Karşılaştırsanız bile deneyimleriniz üzerinden yaptığınız karşılaştırmalar, meta üzerinden yaptıklarınıza göre çok daha pozitif oluyordur. Ryan Howell ve Graham Hill isimli iki araştırmacının çalışmaları; meta karşılaştırmalarının (ya da yarıştırmanın), deneyimleri karşılaştırmaktan daha kolay olduğunu gösteriyor. (Yüzüğün kaç karat? Laptop’ının işlemcisi kaç?) Tabii karşılaştırmak daha kolay olduğu için insanlar da karşılaştırıyor.

“Tatile çıktığımızda insanların first class’ta uçtuğunu ve bizden daha iyi otellerde kaldıklarını gördüğümüzde tabi ki karşılaştırma yapıyoruz. Yine de bu bizi kendi ölçülerimize göre “daha düşüğüne” sahip olduğumuz bir meta kadar kıskandırmıyor.”

Gilovich’in yatırımları karşılığında aldığı mutluluğu maksimize etmek isteyen insanlara, daha mutlu çalışanlar görmek isteyen patronlara ve daha mutlu bir toplum görmek isteyen politikacılara önerdiği şeyler var.

Gilovich ve Amit Kumar, Experimental Social Psychology (Deneysel Sosyal Psikoloji) isimli akademik dergideki son makalelerinde

“Toplumun yatırımları ve uyduğu politika değiştirilirse kitleler, daha büyük mutluluklar yaratacak daha deneysel meşgalelere yönlendirilebilir.”

diyorlar.

Eğer toplum bu makaleyi sever ve benimserse bu sadece insanların keyfi harcamalarını nasıl yönettiklerini değil aynı zamanda patronların çalışanlarının tatillerine verdiği önem artacak, devlet, sosyal aktivite alanları yaratmayla gerçek anlamda ilgilenecek.

“Toplum olarak insanların yeni deneyimler yaşamasını kolaylaştırmamız gerekmiyor mu bizim?”

diye soruyor Gilovich.

En Çok Aranan Haberler