Paris’in Grigny semtinde 19 yaşında bir kadın içine şeytan girdiği gerekçesiyle Seventh Day Adventist (Yedinci Gün Adventist Kilisesi) Kilisesi mensubu üç arkadaşı tarafından çarmıha gerildi.
Basına ismi sadece “Antoinette” olarak açıklanan genç kadının, bir sitedeki dairenin içinde bağlandığı çarmıhta tam yedi gün boyunca tutulduğu ve polis tarafından bulunduğunda ölmek üzere olduğu açıklandı.
Polis ayin sırasında sadece az miktarda yemeklik yağ ve su verilen kadının düzenli olarak dövüldüğünü belirtti.
Savcılık olayla ilgili olarak kadının eski sevgilisi Eric Deron, annesi Lisa Marie Basin ve Phillipe Gregor ile Lionel Frenol isimli iki adamın yargılandığını açıkladı.
Sanıkların avukatı Jacques Bourdais, “Onlar kurbanın içine şeytan girdiğine yürekten inanıyorlardı. Bu nedenle doktor çağırmadılar. Onlara göre biri hasta olursa doktor çağırırsınız, içine şeytan girerse de ayin yaparsınız” dedi.
ABD merkezli Seventh Day Adventist Kilisesi yaşananların öğretileriyle bir bağlantısı olmadığını ve sanıkların tamamının kiliseden atıldığını açıkladı.
İlk anlamı "Geceleri dolaşarak insanlara kötülük ettiğine inanılan hortlak"... İkinci anlamı, "Kötülük yaparak başkalarına zarar veren kadın ya da erkek"...
Eski dilde "güzel gözlü insan" manasına bile geliyor. Ama Ortaçağ'dan bu yana, "cadı" kavramı, doğaüstü güçleri olan ve büyü yapabilen kadınlar için kullanılıyor.
Tarihte ilk olarak eski Roma’da karşımıza çıkan cadıları Ortaçağ boyunca ve yakın tarihe kadar Avrupa’nın her ülkesinde bulmak mümkün.
430'lu yıllarda büyü, iyi veya kötü bir özellik taşıyıp taşımasına bakılmaksızın şeytanla yapılmış bir anlaşmanın sonucu olarak kabul ediliyordu...
...oysa eski Roma’da sadece kötü büyüler bir yargı suçu sayılıyordu.
Büyünün suç sayılmaya başlaması ile cadı avcılığının temelleri de atılmış oluyordu.
İşte Anna Göldi de "cadı" olarak nitelendirilen, şeytanla anlaşma yaptığı düşünülen kadınlardan biri...
Ona Avrupa'nın son cadısı diyorlar. Peki Göldi, cadı ünvanını nasıl aldı? Başından neler geçti? Nasıl öldü?
İşte Avrupa'nın son cadısının sırlarla dolu hikayesi...
1734 ile 1782 yılları arasında yaşayan ve İsviçre'de ölen Anna Göldi, Avrupa'nın son cadısı olarak bilinir.
İsviçre'nin Glarus kentinde cinayet suçundan tutuklandı ve idam edildi.
Trajik şekilde, "cadılık"la suçlanan ve idama mahkum olan Göldi, fakir bir ailenin kızı olarak doğmuş ve ilk çalıştığı yerde de patronunun tecavüzüne uğramıştı.
Hamileliğini saklamak zorunda kalmış ve tek başına doğurduğu bebeğine bakamamıştı.
Bebeğin cesedi bulunduğunda ise onu "iffetsizlik"le ve "cinayet"le suçladılar.
Bundan 3 yıl sonra çalıştığı evde yine tecavüz sonucu hamile kaldı. İkinci çocuğuna ne olduğu ise bilinmiyor.
Bu olaydan sonra birkaç kez iş değiştirdiyse de en sonunda, Tschudi'lerin evine yerleşti. Burası da son çalıştığı iş oldu.
"Cadılık" ve "büyücülük"le suçlanmasının ardından yaşamına son verildi.
Goldi, İsviçre'nin Glarus bölgesine 1765 yılında geldi.
17 yıl boyunca bir doktor olan Johann Jakob Tschudi'nin asistanı olarak çalıştı.
Tschudi, 48 yaşındaki yardımcısı Göldi'nin ekmeklerin içine iğne koyarak, 8 yaşındaki kızına büyü yaptığını iddia etti.
Doktor ve yargıç olan Tschudi, bu suçlamayla Göldi'yi polise ihbar etti.
Göldi'nin suçu doğaüstü güçlerini kullanarak büyü yapmasıydı.
Polis onu ilk kez ele geçirdiğinde, kaçmayı başardı. Sonra ise, İsviçre'nin ulusal gazetesi, onu yakalayana ödül verileceğini duyurdu.
İlanın verildiği yıl, Göldi yakalandı.
İşkence ile sorgulanırken, şeytanla işbirliği yaptığını itiraf etti.
Şeytanın kendisine siyah bir köpek şeklinde göründüğünü söyledi.
İşkence sona erdiğinde, itirafını geri aldı. Ama ne çare ki, idam cezası çoktan verilmişti.
Suçu, "cadılık" değil, "zehirleme" idi. Göldi'nin zehirlemeye çalıştığı hiçkimse ölmemişti.
O dönemde, ölümle sonuçlanmayan "zehirleme" suçunun cezası idam değildi. Ama Göldi, idam mahkumu olmuştu.
Davası esnasında, resmi olarak "cadılık" suçlaması yapmaktan kaçınıldı.
O yüzden de bu dava "cadılık"la ilgili bir dava olarak görülmez.
Ancak, Göldi'nin yakalanmasında "cadı avcılığı" etkili olduğu için o dönemde hem İsviçre'de hem de Roma İmparatorluğunda, onun idamı büyük yankı uyandırdı.
Çok yakın tarihe kadar, hem İsviçre hem de Avrupa makamları Göldi'nin davasını tartışıp durdular.
Ölümünden tam 225 yıl sonra, 2007 yılında İsviçre Parlamentosu Anna Göldi'nin davasının "haksız suçlama" olduğuna karar verdi.
Göldi'nin ölümünde o dönemde ilişki yaşadığı evli patronunun parmağı olduğu iddia edildi.
Evlilik dışı ilişki yaşayan doktorun, itibarının zedelenmemesi için Göldi'ye "cadı" suçlaması yönelttiği söylendi.
2007 yılında İsviçre Parlamentosu'nda yeniden tartışılan davanın haksız bulunmasından sonra Anna Göldi'nin yaşadığı yer olan Gladus'taki bir müzeye onun adı verildi.