Andrea Pirlo, Milan ve Juventus formasıyla dünya kupası kazanan, iki şampiyonlar ligi, dört de Seri A şampiyonluğu yaşayan bir futbolcu.
Independent'ın spor muhabiri Sam Wallace'ın okuduğum en iyi futbolcu otobiyografisi diye nitelediği ''Düşünüyorum, öyleyse oynuyorum'' adlı kitabıyla İngilizce okurlarının karşısına çıktı İtalyan yıldız.
İtalyancası geçen yıl yayımlanan kitabın İngilizcesi İngiltere'de piyasaya çıktı.
Muhtemelen son Dünya Kupası macerasına 14 Haziran'da İngiltere karşısında başlayacak olan Pirlo'nun kitabından bazı alıntılar şöyle:
Kendisi hakkında....Baskı hissetmem, umursamam da... 9 Temmuz 2006 Pazar günü öğleden sonrasını uyuyarak ya da PlayStation oynayarak geçirdim... Akşam da çıkıp Dünya Kupası'nı kazandım...
Transfer söylentileriMedyaya, tabi doğru soruları sorabilirlerse, saçma sapan şeyler söylemek zorunda kalıyorsunuz. Örneğin "Madrid'e imza attınız mı?" diye soruyorlarsa, klişeler ve yarım yamalak doğrularla yanıt vermek göreviniz oluyor... Yeteneksiz, yaratıcı ışıltısı olmayan basın danışmanları tarafından yazılan sıkıcı metinleri okuyorsunuz: ''Söz konusu değil, Milan'da çok mutluyum.''
PlayStation saplantısıTekerlekten sonra tüm zamanların en büyük keşfi PlayStation olmalı. Piyasaya çıktığından beri, kısa bir ara dışında hep Barcelona'yı seçerdim.
Oda arkadaşım Sandro'yla (Alessandro Nesta) maçlarımız ise adrenalin yüklüydü. İkimiz de Barca'yı seçerdik; Barca-Barca'ya karşı. İlk seçtiğim oyuncu Samuel Eto'o olurdu ama yine de kaybeden ben olurdum. Yeniden başlardık, yine kaybederdim.
Teknik direktörünün benimkinden daha iyi olduğu gibi bir bahane de olamazdı. Onunki de Pep Guardiola idi, benimki de. Bir gün, kendisini kaçırmayı düşündük. Gerçek Pep Guardiola'yı. 25 Ağustos 2010'du. Milan'la sezon öncesi bir turnuva için Nou Camp'a çıkmıştık. Ama sonra bu rehin alma girişimine son vermenin iyi olacağını düşündük. Zira sürekli kavga etmeyi önlemenin tek yolu, kendisini ikiye ayırmak olacaktı. Bu da iyi bir fikir gibi görünmedi. Zavallı çok acı çekebilirdi.
Guardiola'dan Barcelona teklifiOdada, beni davet eden kişiden başka tedirgin hissettiren bir şey yoktu. Guardiola bir koltukta oturuyordu, Barcelona'yı anlattı. Beni ne kadar çok istediklerini... Çok zarif görünüyordu, konuşması da öyleydi...
Hemen aklıma Sandro geldi; söylediğimde kıskançıktan çatlayacaktı. Guardiola'nın kendisine ait olan yüzde 50'sini de alıyor olacaktım.
2006 Dünya Kupası penaltı atışlarıBir futbolcunun forma giyebileceği en inanılmaz maçta penaltı atışlarında ilk vuruşu kullanacak olmak işkence anıydı. İyi bir haber anlamına gelmez bu. Senin en iyisi olduğunu düşündüklerini gösterir ama kaçırırsan da...
Panenka penaltısı
Kararımı İngiltere kalecisi Joe Hart'ı, kale çizgisinde hareket edip dururken gördüğümde, son saniyede verdim. Koşmaya başladığımda, ne yapacağıma karar vermemiştim. Hart hareket etti, benim de zihnimde netleşti. Planlı değildi, aniden gelişti.
İstanbul finaliBu maç işkencesi sona erdiğinde soyunma odasında bir grup ahmak gibi oturuyorduk.
Öngörülemeyen bir sorunla karşılaşmış, kana susamış zombilerdik. Kan bizimdi ve onlar da son damlasına kadar içmişlerdi. Konuşamıyor, hareket edemiyorduk. Zihinsel olarak yıkmışlardı bizi. Hasar çok açıktı ama zaman geçtikçe daha da belirginleşti; uykusuzluk, öfke, depresyon, hiçlik hissi. Çoklu semptomları olan yeni bir hastalık icat etmiştik: İstanbul sendromu.
Futbolcu gibi hissetmiyordum artık kendimi. Bu yeterince yıkıcıydı ama daha da kötüsü, artık kendimi bir erkek gibi de hissetmiyordum.
İstanbul'u düşündüğüm zaman aklıma hep küfürlü ifadeler gelir. [Not: Küfürler kente değil, maçla ilgili hislerine atıf yapıyor.]