Araştırmalara göre, erkeklerin yaşam boyu bu kansere yakalanma oranı % 16,7 olarak belirlenirken, yaşam kaybetmesi riski ise % 2,5 olarak verilmiştir.
Prostat, erkek üreme sisteminde yer alan bir bezdir ve erkeklerin tamamında mevcuttur. İdrar kesesinin altında, makatın ön kısmına yerleşmiştir. İdrar kesesinden vücut dışına çıkan idrarı ve meniyi boşaltan kanalın etrafını çevreler. Sağlıklı bir prostat yaklaşık bir ceviz büyüklüğündedir. Prostat kanseri de, prostat bezlerindeki hücrelerin, kontrolün dışında büyümesiyle ortaya çıkar. Kanserli bu hücreler kontrolsüz büyüme neticesinde prostatın içine dağılırlar. Sonrasında ise prostatı sarmalayan kapsüle uzanırlar ve kapsülü delerek prostatın dışına doğru yayılırlar. Hastalığın başlangıcı da bu şekilde gerçekleşmiş olur.
Bu durum, iyi huylu prostat büyümesinden (erkeklerde yaşlandıkça prostat bezleri de büyür. Buna iyi huylu prostat büyümesi ismi verilir ve çoğunlukla prostatın idrar kanalını saran geçiş bölgesinde görülür) farklı olarak, merkezden uzak bölgede gerçekleşir. Bu sebeple hastada idrar rahatsızlıkları daha geç dönemlerde ortaya çıkar. Bu kanser, büyüme ve ilerleme döneminde kan dolaşımı ile vücudun diğer bölgelerine yayılabilir. Yavaş seyirli olmasına rağmen, oldukça agresif bir şekilde diğer organlara, lenf bezlerine ve kemiklere de sıçrama olasılığı vardır.
Yaşam boyu her 5-6 erkekten birinin bu kansere yakalanması riski muhtemeldir. Bu güne kadar yapılan araştırmalar, dünyada her 3 dakikada bir prostat kanseri teşhisi koyulurken, her 14 dakikada bir de kansere bağlı yaşam kayıplarının olduğunu gösterir. Çoğunlukla ilk evresinde belirti göstermeyen bir kanser türü olduğu için erkeklerin 50 yaşından itibaren yıllık prostat kontrolünü ve kan tahlillerini kesinlikle yaptırması gerekir. Prostat kanseri öldürür mü konusunda; bu kanserin eğer teşhisi erken evrede koyulursa tedavi başarısı da o kadar fazladır ve prostat kanseri ölüm riski yoktur. Yani; düzenli olarak yıllık taramasını yaptırmış ve bu sayede erken teşhis konulmuş kişiler için bu kanser öldürücü değildir.
Bu kanserin nedeni henüz tam olarak bilinememekle birlikte hastalığa sebebiyet verebilecek ya da risk teşkil eden yaş, ırk, genetik, beslenme alışkanlıkları, çevresel faktörler vb. gibi başlıca etkenleri şöyle sıralanabilir:
Hastalığın %9’unun genetik yani aileden gelen faktörlerden kaynaklandığı ve %15’inin ise hastalığın birinci derecedeki erkek akrabalardan geçtiği bilinir. Örneğin; babası prostat kanserine yakalanmış bir erkeğin aynı hastalığa yakalanma riski normalin iki katı daha fazladır. Klinik araştırmalarla da bu bilgiyi destekler.
Çevresel faktörlerin, genetik faktörlere göre çok daha etkili olduğu bilinir. Belli coğrafik bölgelerde hastalığın daha çok görülmesi de bu bulguyu destekler. Örnek verecek olursak, Çin’de yaşayan bir insanın, bir Amerikalı’ya göre prostat kanserine yakalanma riski çok daha düşükken, aynı insanın Amerika’da uzun bir süre yaşaması durumunda hastalığa yakalanma riski bir Amerikalı’yla aynı orandadır. Bu da çevresel etkenlerin önemini açıkça sergiler.
Hastalığın en güçlü risk etkenlerinden birinin yaşlanma olduğu kabul edilir. Tüm erkeklerde 50 yaşından sonra prostat bezinde büyüme görülür. Hormonlarda meydana gelen değişiklikler ve ilerleyen yaş ile beraber prostat bezinde yapısal değişimler olur. Dolayısıyla yaş ilerledikçe bu hastalığa yakalanma riski de doğru orantıda artar.
Prostat kanserinde ırk faktörünün çok önemli olduğu bilinir. Beyaz erkeklere kıyasla çoğunlukla siyahi erkeklerde görülür. Bunun nedeni henüz bulunamamıştır ancak siyahi ırkın cildindeki melanin pigmenti güneşten gelen ultraviyole ışınlarını bloke ederek, D vitamininin ciltte aktifleşmesini engeller. Bu sebeple siyahi ırkın dünyada en yüksek oranda prostat kanserine yakalanma riskine ve ölüm oranına sahip olduğu kabul edilir. Hastalığa, nadiren de olsa Asya-Pasifik adalarında yaşayan erkeklerde de rastlanır.
Beslenmenin prostat kanseri üzerinde doğrudan etkili olduğu kanıtlanamamıştır ancak hastalığın ortaya çıkmasının beslenme alışkanlıkları ve besinlerle ilişkili olduğuna ait çok güçlü bulgular ortaya koyulur. Yapılan araştırmalar, artan yağ tüketimi ile hastalığın görülme ve ölüm oranlarındaki artışı açık bir şekilde gösterir. Aynı şekilde vücut kitle indeksi arttıkça hastalığa daha yüksek oranlarda rastlanır. Sağlıklı beslenme alışkanlığına sahip insanların genel olarak tüm kanser türlerine yakalanma riskinin diğer insanlara oranla çok daha az olduğu da yeme-içme faktörünün hastalıkta ne denli önem taşıdığının bir göstergesidir.
Yoğun bir şekilde sigara, alkol tüketen, egzersizden uzak hareketsiz bir yaşam süren, uyku düzeni bozuk kişilerde bu hastalığa yakalanma riskinin diğer insanlara oranla çok daha fazla olduğu gözlemlenmiştir.
Prostat kanseri, çoğunlukla başlangıçta belirti göstermeyen ve oldukça sinsi seyredebilen bir kanser türüdür. Belirtilere çoğunlukla ilerleyen devrelerde rastlanır. Hastalığın belli başlı belirtilerini şöyle sıralayabiliriz:
Kişi, olağan boşaltım döngüsü sırasında çeşitli problemlerle karşılaşabilir. İdrarını yaparken zorluk çekebilir. Kendisini oldukça rahatsız edecek bir yanma ya da ağrı şikayetleri ile karşılaşabilir. İdrar akışında azalma olabilir ya da idrarı kesik kesik gelebilir. Ayrıca; idrarını yapmaya ya da sonlandırmaya başlarken güçlük çekebilir. Bezen de idrarını yapmaya başladıktan sonra idrar akışı birden bire kesilebilir.
Kişi sürekli olarak idrar yapma isteği duyar. Bilhassa da geceleri yoğun olarak bu duyguya maruz kalır. Bu durum, geceleri üst üste idrara çıktığı için kişinin uyku sağlığını da bozar.
Tarama sırasında ortaya çıkan belirtilerin en önemlilerinden biri de prostat bezi bulgularıdır. Eğer iyi huylu değilse hastalıkta çoğunlukla prostat bezi büyümesi görülür. Ayrıca prostatta bir yumru da oluşabilir.
Bu, hastalıkta yaygın olarak yaşanan problemlerden biridir. Kişi, cinsel ilişki sırasında sertleşme problemi, ereksiyon zorlukları yaşayabilir. Ayrıca, orgazm olurken de bir ağrı hissetmesi olasıdır.
Hastalığa maruz kalmış bir kişinin idrarından kan gelebilir. İlaveten, orgazm olurken menisinde kan görülebilir. Kişinin idrarında ya da menisinde kan görülmesi hastalığın önemli bir belirtisi olarak kabul edilir.
Hastalığın nüksetmesinden bir süre sonra başlayan belirtilerden biridir. Kişi, kasık bölgesinde kendisine sıkıntı verecek bir rahatsızlık hisseder. Bu rahatsızlık, kasılmalar ve sancılar şeklinde gelir.
Prostat kanserinin kemikler üzerinde de yan etkileri vardır. Hastalığa bağlı olarak kişi zaman zaman kemik ağrıları çekebilir. Bu ağrılar sebebiyle kişinin günlük akışı sekteye uğrayabilir. Tüm bu belirtiler her daim kanser ile ilgili olmayabilir. Kanser dışı etkenlere bağlı olarak da gelişme gösterebilir.
Hastalığın ölüm riski taşımaması için erken evrede tespit edilmesi uygulanacak tedavisi için çok önemlidir. Belli bir yaştan sonra yıllık düzenli taramalarınızı yaptırmadıysanız ve hastalığın belirtilerinden birini taşıyorsanız, teşhis için kesin tanı konulması şarttır. Bunun için mutlaka uzman bir doktora danışmanız önerilir. Hastalığınızın durumunu ve yapılacak tedavinizi doktorunuzun yapacağı tetkikler belirler.
Bu kanser gösterdiği ilerleme durumuna göre evrelere ayrılır ve hangi tedavinin uygulanacağı bu evrelere göre belirlenir. Tümörün mesane ya da rektum gibi çevredeki dokulara sıçrayıp sıçramadığı, kemikleri ya da lenf bezlerini etkilemesi evrelerin ayrılmasında en önemli kriterlerdendir. Doktorunuzun yaptığı test sonuçlarına göre kaçıncı evrede olduğunuz belirlenir.
1. Evre: Tümör yalnızca prostatın içinde sınırlıdır ve bazen çok küçük hacimli olduğu için rektal muayenede bile hissedilemeyebilir.
2. Evre: Bu evrede tümör yine prostatın içerisinde sınırlıdır fakat daha agresif yapıdadır. Parmakla muayene sırasında açıkca hissedilebilir.
3. Evre: 3. evrede tümör, prostatın dışına çıkarak yayılım gösterir ancak henüz kemiklere ve lenf bezlerine sıçramamıştır.
İstatistiklere göre; prostat kanseri yaşam süresi, tüm evreler için şöyle belirlenmiştir:
Ancak bu ve diğer yaşam süreleri tedavinin ne kadar başarılı olduğuyla doğru orantılıdır.
Tedavi yöntemleri de kanserin yayılma hızı, büyüme oranı ve muhtemel yan etkilerine göre çeşitlilik içerdiği için farklı tedavi seçenekleri tercih edilebilir. İlk evrede teşhis edilen hastalara tedavi yerine belli bir takip süresi önerilebilir. Erken evre tedavi yöntemlerinin en yaygın ve başarılı tedavisi cerrahidir. Hastalığın İleri evrelerinde ise duruma göre farklı tedavi yöntemleri uygulanabilir. Her evreye göre uygulanan farklı tedavi yöntemleri şöyledir:
Eğer hastalık klinik olarak önem teşkil etmiyorsa ve ağır ilerliyorsa aktif gözlem ile hastalığın seyri takip edilir. Herhangi bir cerrahi müdahalede bulunulmaz. Sadece hastaya nelere dikkat edeceği ile ilgili hususlar bildirilir. Kişinin sağlıklı beslenmesi, kilo fazlalığı varsa diyete girmesi, düzenli olarak egzersiz yapması ve alkol tüketimini bırakması gerekir.
Bir diğer adı androjen baskılama olarak da bilinen hormon tedavisi, ileri evredeki kanserin tedavisinde tercih edilir. Hastalık eğer tekrar edip prostat bezinin dışına yayılmışsa ve bir cerrahi müdahale yapılamayacak durumdaysa, bu hastalığa neden olan androjen hormonunu baskı altına almak için bu tedavi şekline başvurulur. Kolesterolü yükseltmek, yağ kitlesini arttırmak ve insülin duyarlılığını azaltmak gibi oldukça yan etki barındıran bir tedavi şeklidir.
Hastalık prostat bezinin dışına yayılmış olabilir. Bu durumda kemoterapiye başvurulur. Ayrıca hormon tedavisinden sonuç alınamadığı durumlarda kemoterapi yöntemi tercih edilir.
Hastalık; prostat bezinin dışına ve diğer organlara yayılabilir. Ayrıca, kemiklere de yayılmış olabilir. Bu durumda ve eğer hastanın ameliyat olma durumu risk taşıyorsa, hormon tedavisine destek olarak radyoterapi uygulanabilir.
Kanser, prostat bezinden dış bölgelere yayılıp ilerlememişse cerrahi yöntem bu kanserin tedavisi için en uygun yöntem olarak tercih edilir. Cerrahi tedavinin laparaskopik, robotik ve açık cerrahi yöntemleri mevcut olup her bir yöntem hastaya göre değişiklik gösterir. Buradaki amaç prostatın hepsinin alınmasıdır. Uygun durumlarda prostat etrafında bulunan ve peniste sertleşmeyi sağlayan sinirler korunabilir.
Hastalığa karşı şimdiye kadar belirlenen en iyi koruyucu besinin soya fasulyesi olduğu belirlenmiştir. Yüksek soyalı gıdalarla beslenenlerin hastalığa olan direnç farkı, soya tüketmeyenlere oranla neredeyse %40’tır.