Radyasyonla kanserli dokunun tedavi edilmesini sağlayan ileri teknolojik cihazlarla oldukça başarılı sonuçlar alınabiliyor. Örneğin artık tümöre en yüksek doz ışın verilirken, çevresindeki kalp, böbrek ve akciğer gibi kritik organ ile dokular maksimum düzeyde korunabiliyor.
Ülkemizde her yıl yıl toplam 200.000’e yakın kişiye yeni kanser tanısı konuyor. Erkeklerde her 100 bin kişiden 280’i, kadınlarda ise her 100 bin kişiden 170’i kanser hastalığına yakalanıyor. Kadınlarda; meme, tiroit, kolorektal ve rahim kanserleri ilk 4 sırada yer alıyor. Erkeklerde de sırasıyla; akciğer, prostat, mesane ve kolorektal kanserleri en sık görülen kanserleri oluşturuyor. Sevindirici gelişmeler ise günümüzde birçok kanser türünün artık tedavi edilebilir hastalıklar arasında yer alması. Tedavisi mümkün olmayan kanserlerde ise şifa sağlanamasa bile, hastalık uzun süre kontrol altında tutularak hastanın yaşam süresi uzatılabiliyor. Örneğin; eskiden cerrahi yapılamayan erken evre akciğer kanserli hastalarda hastalık kontrol oranı yüzde 20-40 iken, günümüzde gelişmiş stereotaktik radyocerrahi yöntemlerle bu oran yüzde 90-95’lere ulaşmış durumda. Acıbadem Maslak Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Enis Özyar, radyasyon tedavisinde hastanın daha uzun ve daha kaliteli bir yaşam sürümesini sağlayan gelişmeleri anlattı.
RADYOTERAPİDEKİ DEV ADIMLAR YÜZ GÜLDÜRÜYOR
Tümör yok edilebiliyor: Bundan 10-15 yıl öncesine dek vücutta geniş alan ışınlandığında tümöre yüksek dozda ışın verilmesi mümkün olmuyordu. Daha az doz verildiği için tümör kontrol edilse bile yok edilemiyor veya yeniden ortaya çıkma riski engellenemiyordu. Artık sadece hedeflenen bölge ışınlandığı için tümöre yüksek doz ışın verilebiliyor. Bu sayede de tümör yok edebiliyor ve yeniden ortaya çıkma riski önlenebiliyor.
Organların hasar görmesi önlenebiliyor: Eskiden hedeflenmiş olan tümörü kaçırmamak için geniş bir alanın ışınlanması gerekiyordu. Ancak bunun sonucunda tümörle birlikte çevresindeki kalp, akciğer veya böbrek gibi yaşamsal önem taşıyan organların da ışınlanması gibi çok ciddi bir problem oluşuyordu. Bugün ise tümörün içine yerleştirilen ‘altın işaretleyiciler’, tümörün yeri, hareketi ve koordinatlarının rahatlıkla belirlenebilmesini sağlıyor. Bu sayede tümöre yüksek doz verilirken, çevresinde bulunan kritik organların da ışınlanarak hasar görmeleri büyük oranda engellenebiliyor.
İşlem 2-3 dakikada tamamlanabiliyor: Tedavi süresi, radyoterapi tedavisinde yaşanan en büyük sorunlardan birini oluşturuyordu. Günümüzde ise “volümetrik ark terapi” adı verilen VMAT tekniği sayesinde eskiden yaklaşık 15-20 dakika süren tedavi artık 2-3 dakikada tamamlanabiliyor. Özellikle tedavi sırasında uzun süre hareketsiz yatması gereken hastalarda bu sorun ortadan kalkıyor.
3-5 seans yeterli gelebiliyor: Stereotaktik radyoterapi tekniği, yani üç boyutlu olarak koordinatların uzaysal boşlukta belirlenip adeta ışın demetçikleri ile yüksek dozda bombalanması sayesinde, uygun tümörlerde yüksek dozlara çıkılması seans sayısını oldukça düşürdü. Örneğin akciğer kanserinde eskiden uygun hastalarda tedavi 3-35 seansta tamamlanırken, bugün 3-5 seans genellikle yeterli geliyor.
Yan etkiler yaşam kalitesini bozmuyor: Hedefi ışınlarken komşu organlardaki yapılar korunabildiği için artık hasta tarafından tolere edilebilir yan etkiler gelişiyor. Örneğin eskiden baş boyun kanserlerinde tükürük bezleri ışınlandığı için hasta hayatı boyunca ağız kuruluğu sorunu yaşıyordu. Ağız kuruluğu nedeniyle de yemek yerken, konuşurken veya uyurken yaşam kalitesi ciddi anlamda olumsuz etkileniyordu. Bugün ise yeni teknikler sayesinde tükürük bezleri radyasyondan korunarak bu yan etkilerin en aza indirilmesi sağlanabiliyor. Akciğer kanserli hastalarda da gelişmiş teknikler kullanılarak yemek borusunda meydana gelen geçici ciddi yutma bozuklukları artık daha az oranda ve şiddette izleniyor.