Mynet Trend

BİZE ULAŞIN

Rahatsızlığı nedeniyle tüm vücudu kıllarla kaplı olan Julia Pastrana’nın hüzünlü hikayesi

Teknoloji ve bilimin bu kadar ilerlemediği yıllarda birçok hastalığın nedeni henüz bilinmiyordu. Dünya tarihinde nedeni bilmeyen tıbbi vakalar sonraki dönemde beyazperdeye aktarıldı. Ancak o dönemde bu tür hastalıklara sahip olan kişiler çok fazla sıkıntı ve çile çekti. Meksika’da yaşayan Julia Pastrana’nın hayatı da büyük zorluklar içerisinde geçti.

Rahatsızlığı nedeniyle tüm vücudu kıllarla kaplı olan Julia Pastrana’nın hüzünlü hikayesi

Tıbbi vakaların tanımlanamaması tarihin en büyük olaylarından biridir. Tarih sahnesinde ortaya çıkan birbirinden ilginç pek çok hastalık o dönemde yaşayan insanların toplum tarafından dışlanmasına neden olmuştur. Bunun en bilinen örneklerinden biri “Fil Adam” Joseph Merrick‘tir. Merrick ile aynı kaderi paylaşan Pastrana’nın hayatı da ne yazık ki aynı oldu. Pastrana yaşamı boyunca asla bir insan olarak görülmediği gibi bundan kazanç elde etmek isteyen kişilerin en büyük sömürü kurbanı oldu. Yaşamının dışında, öldükten sonra cesedinin bile ticarete alet edilmesi, Pastrana’nın hüzünlü hikayesini gözler önüne serdi.

Julia Pastrana 1834 yılında Meksika’nın Sinaloa eyaletinde doğdu. Hayatı yoksulluk içerisinde geçtiği için erken yaşlarda çalışmaya başladı. Julia çok erken yaşlarda çeşitli hastalık belirtileri göstermeye başladı. Bu belirtilere gittiği doktorların hiçbiri anlam veremiyordu. Ancak Pastrana ömrü boyunca bu hastalıklarla mücadele etti ve hayatı önemli ölçüde değişti.

Çok küçük yaşlardayken görülen hipertrikosiz hastalığı nedeniyle Julia Pastrana’nın yüz, göğüs ve bacaklarında anormal miktarda kıllar çıkmaya başladı. Dönemin sağlık koşulları ve benzer vakaların görülmemesi nedeniyle genç kadının hastalığına doktorlar çare bulamadı. Bir dönem, yaşadığı Sinaloa eyaletinin valisinin hizmetçisi olarak çalıştı. Dış görünüşünün eyaletin iş ve yatırım olanaklarını tehdit edebileceği düşüncesiyle vali işine son verdi. Bu işsizlik Julia’nın yeni yollar aramasına neden oldu. O dönemde insanların büyük ilgi gösterdiği sirk ve ucube gösterilerine katılmaya karar verdi.

Dış görünüşü daha önce kimse tarafından görülmediği için türünün ilk örneği olarak kabul ediliyordu. Bu durum aslında sirk gösterilerinde büyük ilgi çekmesine neden oldu. Yalnızca kendi kazancını düşünen ve kısa yoldan gelir elde etmek için çabalayan iki Amerikalı iş insanı onu işe alarak gösterinde sunmaya başladı. Julia gösterilerde “Sakallı kadın” ismiyle sunularak yoğun alaka görüyordu. Amerika’da birkaç kez sahnelendikten sonra gösterilerinden birinde, sonradan kocası ve aynı zamanda yeni menajeri olacak Theodore Lent onu fark etti. Onu bir kazanç kaynağı olarak gören ve kendi himayesinde gösterilerde sunmak isteyen Theodore 1857 yılında Julia’yla evlendi.

Julia, kocası ve yeni menajeri Theodore ile Amerika ve Avrupa’da birçok ülkede gösterilere çıktı. Dönemin basını da Julia büyük ilgi gösterdi. Ancak onun hakkında yaptıkları haberlerde, “Gorile benzeyen kadın” veya “Aşırı iğrenç kadın” gibi aşağılayıcı başlıklar kullandı.

Dış görünüşünün yanında Julia’nın parlak yetenekleri de vardı. Julia’yı yakından tanımış İngiliz doğa tarihçisi Francis Buckland 1868 yılında, Julia’nın hayatını kaleme aldığı kitabında, görüntüsünün aksine parıldayan bir sese sahip olduğunu yazdı. Julia’nın yetenekleri yalnızca sesiyle sınırlı değildi; o aynı zamanda üç dil konuşabiliyordu ve dans etmek gibi önemli bir yeteneğe sahipti.

Julia, 1859 yılında son gösterisi için bulunduğu Moskova’da hamile olduğunun farkına vardı. 1860 yılında doğan bebek normalinden epey büyük olmakla birlikte annesi gibi vücudu kıllarla kaplı ve çenesi çıkık olarak dünyaya geldi. Doğumdan birkaç saat sonra ise vefat etti. Bebeğinin doğumundan beş gün sonra komplikasyonlar(ilaç veya hastalığın doğurduğu yan etkiler) yüzünden Julia da hayatını kaybetti.

sergi

Çocuğunun ve eşinin vefatından sonra Theodore bunu bir ticari girişime dönüştürdü. Julia’nın ve bebeğinin cesetlerini mumlayarak sergilemeye devam etti. Theodore’un ölümünden sonra Norveçli bir panayır operatörü tarafından Julia ve bebeğinin cesedi 1976 yılında çalınana kadar sergilendi. Julia’nın cesedinden arta kalan bir kolu ve bebeğinin zarar gören cesedi bir depo içinde bulundu. Polis cesedi Oslo Üniversitesi’nin adli tıp kurumuna yolladı, ceset burada soğukta saklandı. Sonrasında Oslo Üniversitesi’nin “Temel Medikal Bilimler Enstitüsü”nde anatomik incelemeler yapmak için korunma altına alındı. Uzun süre Oslo Üniversitesi tarafından koruma altına alınan ceset 2013 yılında Meksika’ya gönderildi.

Julia Pastrana’nın hayatı Marco Ferreri yönetmenliğindeki 1964 yapımı “The Ape Woman” filminde anlatıldı.

En Çok Aranan Haberler