Geçen sezonun ortasında Gençlerbirliği’ne geldikten sonra gerek uzaktan şutları, gerekse de istikrarıyla futbolseverlerin dikkatini çeken Randall Azofeifa, Gençlerbirliği'nde efsane olmak istediğini söyledi.
Yaklaşık 5 yıl Belçika’da forma giyen ve 2006 Dünya Kupası açılış maçında da Almanya’ya karşı mücadele etmiş Kosta Rikalı oyuncu, Orta Amerika’dan Avrupa’ya ve Türkiye’ye uzanan yolculuğunu Futbol Federasyonu basın departmanının hazırladığı TamSaha Dergisi'ne önemli açıklamalar yaptı.
"Gent’e transfer olduğumda 22 yaşındaydım. Evimden, ailemin yanından ve kıtadan ilk kez ayrılıyordum. Öncelikle ilk üç ay çok zor bir adaptasyon dönemi geçirdiğimi söyleyebilirim. Ancak insan zamanla her şeye uyum sağlıyor." diyerek, şunları söyledi:
"Annem bana telefonla nasıl yemek yapılacağını öğretti. Evimi temizlemeyi, çamaşırlarımı yıkamayı öğrendim. Bunlar görünüşte basit şeyler olarak gözükebilir ancak insanı kişisel olarak oldukça geliştiren, olgunlaşmasını sağlayan şeyler bunlar.
Türkiye’de Kosta Rika ve Belçika’ya göre çok daha agresif ve sert bir futbol oynanıyor. Ayrıca oynadığım mevki itibariyle bireysel olarak daha çok şeyler yapmam bekleniyor benden. Ancak bu zorluk da beni başarıya ulaşma yolunda motive etti.
Messi’yi bir kenara bırakırsak, oynadığım bölge itibariyle en çok beğendiğim oyuncu Xabi Alonso. Xavi ve Iniesta da mevkilerinin en iyileri. Türkiye’de ise Selçuk İnan’ı çok beğeniyorum. Ve de tabii ki Alex. Türkiye’deki en zeki oyuncu bana göre.
Bir panelde taraftarlarımızdan biri burada kalarak Gençlerbirliği’nin efsaneleri arasında olmak isteyip istemeyeceğimi sordu. Ben de ona "Evet, burada olmaktan mutlu olduğum için bu dediğinizi gerçekleştirmek isterim" cevabını verdim."
TamSaha Dergisi'nden Aydın Güvenir'e konuşan Randall Azofeifa'nın röportajının ayrıntıları şöyle:
Türkiye’ye gelmiş sayılı Kosta Rikalı oyunculardan birisin. Futbola başlangıç hikâyeni bizlerle paylaşabilir misin?
Kendimi bildim bileli futbol oynuyorum. Kosta Rika’nın San Jose kentinde dünyaya geldim. Doğduğum ve büyüdüğümün evin hemen 10 metre yanında bir futbol sahası vardı. Genellikle babamla oraya giderek futbol oynardık. O yüzden tüm çocukluğum futbol oynayarak geçti diyebilirim. Çocukluktan beri topun peşinden ayrılmayınca da futbolcu olmaya karar verdim. Yaklaşık 11 yıl formasını terlettiğim Saprissa takımının altyapısına 1997 yılında giriş yaparak futbol kariyerime başladım.
Saprissa takımının altyapısında oynarken 2001 yılında Trinidad&Tobago’da düzenlenen 17 Yaş Altı Dünya Kupası’nda da Kosta Rika forması giydin. Küçük yaşta hem de daha profesyonel olmadan yaşadığın bu tecrübe sana ne gibi katkılar yaptı?
Dediğiniz gibi 2001 yılındaki 17 Yaş Altı Dünya Kupası’nda mücadele ederken henüz profesyonel olmamıştım. O dönem Kosta Rika 17 Yaş Altı Takımı'nın başında bulunan Juan Diego Casado çok iyi, bir o kadar da deneyimli bir teknik direktördü. Kendisinin sadece bana değil, takımdaki bütün oyuncuların gelişimine son derece fazla katkısı olduğunu söyleyebilirim. Oyun görüşümü, saha içindeki taktik anlayışını kavrayabilmeyi, kısacası futbolu onun sayesinde öğrendim diyebilirim. Trinidad&Tobago’daki 17 Yaş Altı Dünya Kupası’nda mücadele etmekten öncelikle çok keyif aldığımı söyleyebilirim. Grup maçlarında İran, Paraguay ve Mali gibi farklı özelliklere sahip takımlarla mücadele ettik. Üç maçın ikisini kazanarak bir üst tura yükselmeyi başarmıştık. Bu turda Burkina Faso’ya kaybederek turnuvadan elendik ama şampiyonadan önce kimse bizim gruptan çıkacağımızı düşünmediği için, otoritelere göre başarılı bir sonuç almıştık. Bu da bizim kendimize olan güvenimizi yerine getirmişti.
2001’deki bu şampiyonanın ardından profesyonel olduktan sonra 2005’te düzenlenen FIFA Dünya Kulüpler Şampiyonası’nda da mücadele ettin. O turnuvada da üçüncü olmayı başardınız. Biraz da bu şampiyonadaki deneyimlerinden bahseder misin bize?
2005’te Saprissa formasıyla Dünya Kulüpler Şampiyonası’nda mücadele ettim. O sezon çok başarılı sonuçlar almıştık ve bu sayede Dünya Kulüpler Şampiyonası’na katılmaya hak kazanmıştık. Bu şampiyonaya katılabilmek bizim için çok önemliydi. Japonya’da oynanan bu kupanın ilk turunda Sydney FC’yi eledikten sonra, kısa süre önce İstanbul’da mucizevi finalde UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu kazanmış Liverpool ile oynama şansını elde ettik. Şansını elde ettik diyorum çünkü böyle bir takımla karşılaşıyor olmak bile o dönem bizim için çok önemli bir deneyim ve büyük bir heyecan kaynağıydı. Steven Gerrard, Xabi Alonso, Peter Crouch gibi isimlerle aynı sahada mücadele ettim o karşılaşmada. Maçı 3-0 kaybettik ve üçüncülük karşılaşmasında Al-İttihad’ı 3-2 mağlup ederek turnuvayı üçüncü olarak bitirdik. Hem bizim hem de Saprissa’nın ilk kez mücadele ettiği Dünya Kulüpler Şampiyonası’nda böyle bir sonuç almamız bizi bir anda Orta Amerika’nın en gözde takımı yapmıştı. O yüzden bu turnuvayı hiçbir açıdan unutamam.
Bu şampiyonadan sonra 2006 yılında Belçika’nın Gent takımının yolunu tuttun ve böylece kıta dışına çıkarak Avrupa futboluyla tanıştın. Tamamen farklı bir ortama gelmenden ötürü uyum sorunu yaşadın mı?
Amerika kıtasında oynanan futbolla Avrupa futbolu birbirine tamamen zıt diyebilirim. Gent’e transfer olduğumda henüz 22 yaşındaydım. Evimden, ailemin yanından ve kıtadan ilk kez ayrılıyordum. Öncelikle ilk üç ay çok zor bir adaptasyon dönemi geçirdiğimi söyleyebilirim. Hava koşullarından yemeklere, antrenman saatlerinden antrenman programlarına kadar her şey farklıydı. Ancak insan zamanla her şeye uyum sağlıyor. Annem bana telefonla nasıl yemek yapılacağını öğretti. Evimi temizlemeyi, çamaşırlarımı yıkamayı öğrendim. Bunlar görünüşte basit şeyler olarak gözükebilir ancak insanı kişisel olarak oldukça geliştiren, olgunlaşmasını sağlayan şeyler bunlar. İnsan olgunlaşınca ve kendi kendine sorumluluk almayı öğrenince de bu ister istemez futboluna da yansıyor ayrıca. Belçika’ya taşındıktan 6 ay sonra da evlendim. Eşim de buraya geldi ve yanıma yerleşti. Onun gelişiyle birlikte uyum sorununu daha da çabuk ve sağlıklı aştım diyebilirim. Bahsettiğim gibi başta her şey çok zordu ancak zamanla bu zorlukların üstesinden gelebildiğini fark edince kendinizi daha mutlu hissediyorsunuz.
Gent’e transfer olduğun sezonun sonunda Almanya’da düzenlenen 2006 Dünya Kupası finallerinde de mücadele etme şansı yakaladın. İki önemli büyük organizasyondan sonra dünyanın en büyük turnuvasında mücadele etmek nasıl bir duyguydu?
2006 Dünya Kupası’nda Kosta Rika Millî Takımı'nın kadrosundaydım ve grup maçları sonunda elendiğimiz şampiyona boyunca sadece 1 maçta forma giydim. O da Dünya Kupası’nın açılış karşılaşması olan, ev sahibi Almanya ile Allianz Arena’da oynadığımız maçtı. Karşılaşmayı 4-2 kaybetmiştik. A Millî Takım'a da bu Dünya Kupası'ndan çok kısa bir süre önce seçilmiştim. Dolayısıyla kısa süre içerisinde hem Millî Takım'da hem de Dünya Kupası açılış karşılaşmasında oynamak benim için tarif edilemeyecek kadar heyecan verici bir durumdu. Allianz Arena’da 80 bin taraftarın önünde sahaya çıktığım zaman gerçekten çok duygu yüklüydüm. Oyuna sonradan dâhil olmuştum. O an tüm dünyanın gözünün sizin üzerinizde olduğunu hissedebiliyorsunuz. Elinizden gelen her şeyi yapmak istiyorsunuz o durumda. Ancak turnuvada mücadele ettiğimiz üç maçı da kaybederek elendik. Daha iyisini yapabilirdik diye düşünüyorum.
Belçika’da yaklaşık 5 yıl forma giydikten sonra Gençlerbirliği’ne transfer oldun. Belçika’da olduğu gibi buradaki ortama da alışmakta zorlandın mı ilk başta?
Belçika’ya ilk gelişimle Türkiye’deki ilk dönemlerimi karşılaştırdığımda Türkiye’deki adaptasyon dönemimin Belçika’ya göre daha kolay olduğunu söyleyebilirim. Çünkü Avrupa kültürüne ve futboluna Belçika’dan dolayı alışarak buraya gelmiştim. Ancak futbol anlamında alışma dönemim o kadar da kolay olmadı. Çünkü Türkiye’de Kosta Rika ve Belçika’ya göre çok daha agresif ve sert bir futbol oynanıyor. Ayrıca oynadığım mevki itibariyle bireysel olarak daha çok şeyler yapmam bekleniyor benden. Ancak bu zorluk da beni başarıya ulaşma yolunda motive etti. Kendimi kanıtlamam ve başarılı olmam gerektiğini düşündüm. Çünkü Gent’le Belçika’da birçok kupa kazanmıştım. Bu başarıları burada da devam ettirmek istiyordum. Gençlerbirliği’ne transfer olduğum zaman devre arasıydı ve dolayısıyla takıma sezon ortasında katılmıştım. Ekibin başında Alman çalıştırıcı Ralf Zumdick vardı. O dönem takımımız küme düşmeme mücadelesi veriyordu. O yüzden ilk geldiğim zaman bu açıdan da zor bir dönemle karşı karşıya kalmıştım. Ancak sezon sonunda kümede kalmayı başarmıştık. Bu durum aynı zamanda benim buradaki futbola adapte olmamı da kolaylaştırmıştı diyebilirim.
Geçirdiğin bu süre zarfında Amerika kıtasında oynanan oyun tarzı ile Avrupa ve Türk futbolunun farklılıklarını bir oyuncu gözüyle nasıl yorumlarsın?
Öncelikle geçen yazdan beri yaşanan problemlerden ötürü tüm futbolcular için son derece zor bir sezon olduğunu söyleyebilirim. Maç fazlalığı, sürekli hafta arası maç oynamamız ve maç yoğunluğundan ötürü karşılaşma tarihlerinin sık sık değişmesi bizi ve doğal olarak oynadığımız futbolu da olumsuz etkiledi. Dolayısıyla ilk kez tam bir sezon geçirdiğim Türkiye’nin futbol tarzı hakkında bu yaşanan koşullardan ötürü sağlıklı yorum yapabilmem imkânsız. Ancak Amerika kıtasında oynanan futbolla Avrupa’da oynanan futbolun tamamen birbirine zıt olduğunu söyleyebilirim. Bahsettiğim gibi Süper Lig’in oyun tarzı da diğer oynadığım ülkelere göre daha çok mücadeleye dayalı. Sahada fiziken daha güçlü olmanız ve daha fazla efor sarf etmeniz gerekiyor.
Peki teknik direktörünüz Fuat Çapa’nın oyun anlayışını Orta Amerikalı bir futbolcu gözüyle nasıl yorumluyorsun?
Fuat Hocanın bana göre en büyük özelliği bir takım olgusu yaratması. Tüm sezon boyunca kazandığımız ya da kaybettiğimiz maçlarda takım oyunu anlayışını yitirmedik hiçbir zaman. Bu da Fuat Hocanın takıma aşıladığı sistem sayesinde gerçekleşti. Kendisi her zaman kendimize güvenimizi ve inancımızı kaybetmememiz gerektiğini anlattı bize. Bu sayede zor günlerimizde bile her zaman her rakibi mağlup edebileceğimiz düşüncesi zamanla takım olarak aklımıza kazındı. Öte yandan, Fuat Hoca davranışları ve sözleriyle takımdaki herkesi eşit gördüğünü hissettirdi her zaman. Kendisinin takımla daha uzun dönemler geçirmesi durumunda çok daha iyi futbol oynayıp, daha başarılı sonuçlar alacağımıza inanıyorum.
Dünyada ve Türkiye’de en çok beğendiğin oyuncular kimler?
Herkesin hayran olduğu Lionel Messi’yi bir kenara bırakırsak, oynadığım bölge itibariyle en çok beğendiğim oyuncu Xabi Alonso. Bahsettiğim gibi Liverpool’da oynarken FIFA Dünya Kulüpler Şampiyonası’nda da kendisine karşı oynama şansı yakalamıştım. Öte yandan Xavi ve Iniesta da mevkilerinin en iyileri. Türkiye’de ise yine oynadığım mevkie baktığımızda Galatasaray’dan Selçuk İnan’ı çok beğeniyorum. Ve de tabii ki Alex. Türkiye’deki en zeki oyuncu bana göre.
Futbolculuk döneminde Paolo Wanchope birçok Türk futbolseverin takından takip ettiği ve sempati duyduğu bir isimdi. Vatandaşı olarak kendisinin bilinmeyen özelliklerini bizlerle paylaşır mısın?
Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada sevilen bir oyuncuydu Paolo Wanchope. Şu an Kosta Rika Millî Takımı’nın yardımcı antrenörü. Futbolu dizinden birçok ameliyat geçirdiği için tahmin edilenden biraz önce bırakmak zorunda kalmıştı. Aynı zamanda 2006 Dünya Kupası’nda ve bu turnuvanın elemelerinde takım arkadaşıydık. Wanchope son derece profesyonel bir oyuncuydu. İngiltere’de yakaladığı başarılar da herkesin kendisine çok fazla saygı duymasını sağlıyordu. Bu başarısıyla da bir Kosta Rikalı oyuncunun en yüksek seviyelerde futbol oynayabileceğini göstererek bizi motive ediyordu. Yeteneğine ve takımın en iyi oyuncusu olmasına rağmen Millî Takım antrenmanlarında bile son derece çalışkandı ve genç oyunculara sürekli bir şeyler öğretmeye çalışıyordu. Kısacası bana göre mükemmel bir insandı Paolo Wanchope.
Şu an 27 yaşındasın. Genel anlamda Türkiye’de olmaktan mutlu musun? İleride ne gibi hedeflerin var?
Türkiye’de olmaktan ve burada futbol oynamaktan gerçekten çok mutluyum. Sezon içerisinde katıldığımız bir panelde, taraftarlarımızdan biri burada kalarak Gençlerbirliği’nin efsaneleri arasında olmak isteyip istemeyeceğimi sordu bana (gülüyor). Ben de ona dedim ki, "Şu an itibariyle evet, burada olmaktan mutlu olduğum için bu dediğinizi gerçekleştirmek isterim." Biliyorsunuz futbolda her şey çok çabuk değişebiliyor. Bugün buradasınız, yarın başka bir yerde. Ancak şu an itibariyle tüm duygu ve düşüncelerim Gençlerbirliği’ne odaklanmış durumda. Tabii ki her futbolcu gibi fırsat olduğunda ben de daha yüksek seviyelerdeki bir ligde oynamak istiyorum. İleride böyle bir şansım olursa bunu değerlendirmek isterim. Ancak şunu da belirtmeliyim ki şu ana kadar oynadığım en zorlu ve en yüksek seviyedeki lig Spor Toto Süper Lig.
Son olarak Türkiye’deki boş zamanlarında ne yapıyorsun? Eşin Belçika’da olduğu gibi burada da seninle birlikte mi yaşıyor?
Evet, Belçika’da olduğu gibi eşim burada da benimle birlikte. Bir de kızımız var. Boş zamanlarımda genelde onunla ilgileniyorum. Eşimle birlikte kendisini gezdiriyoruz. Maç ve antrenmanların olmadığı zamanlar da 2-3 günlük kısa tatiller yapıyoruz. İstanbul ve Antalya’ya gidiyoruz genellikle. Türkiye çok büyük bir ülke. Bu yüzden fırsat buldukça burada yeni yerler keşfetmeye çalışıyoruz eşimle.
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz